İnsanların Birbirlerine Yardımcı Olmaları Emredilmiştir
Allahü teâlâ, insanların îmân etmelerini, kardeşçe yaşamalarını, sevişmelerini, birbirlerine yardımcı olmalarını istemiş ve bunları emretmiştir. İnanan insanların da kardeş olduklarını i’lân etmiştir.
Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı kerîminde buyuruyor ki:
“Siz, insanlar için, [ya’nî insanların iyiliği için] ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; [ya’nî ümmetlerin en hayırlısı olmak üzere yaratıldınız.] İyiliği, doğruluğu emreder; kötülükten, fenalıktan meneder ve Allah’a inanırsınız…” (Âl-i İmrân, 110 )
Kâinâtın Efendisi SevgiliPeygamberimiz de hadis-i şeriflerinde buyurmuştur ki:
“İnsanların hayırlısı [en iyisi], insanlara faydalı olandır.”
“Kavmin efendisi, onlara hizmet edendir.”
“İnsanların arasına karışan, onların ezâ ve cefâsına katlanan mü’min, insanların arasına girmeyen ve onların baskılarına katlanmayan mü’minden daha fazîletlidir.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, II, 282)
İSLÂMIN BİRİNCİ ŞARTI, ALLAHÜ TEÂLÂYA VE PEYGAMBERİNE (ALEYHİSSELÂM) ÎMÂNDIR
Ma’lûm olduğu üzere, İslâmın birinci şartı, Allahü teâlâya ve Peygamberine (aleyhisselâm) îmândır. Ya’nî onları sevmek ve sözlerini beğenip kabûl etmektir.
İki cihân saâdetine kavuşmak, ancak ve yalnız, dünyâ ve âhıretin Efendisi olan Muhammed aleyhisselâma tâbi’ olmağa bağlıdır. Ona tâbi’ olmak demek, îmân etmek ve onun getirdiği ahkâm-ı İslâmiyyeyi öğrenmek ve yapmak demektir. Şüphe yok ki, O’nun getirdiği ahkâm-ı İslâmiyyenin başında mukaddes kitâbımız Kur’ân-ı kerîm gelmektedir. Kur’ân-ı kerîm, O’na verilen mu’cizelerin en büyüğüdür.
Bütün Peygamberler, hep aynı îmân ve i’tikâd esâslarını bildirmişler, hepsi de insanları ebedî kurtuluşa dâvet etmişlerdir. İster “Ülü’l-azm Peygamber”ler [ ya’nî Hz. Âdem, Hz. Nûh, Hz. İbrâhîm, Hz. Mûsâ, Hz. Îsâ ve Hz. Muhammed (aleyhimüsselâm)],ister “Resûl”ler, isterse “Nebî”ler olsun; Peygamberlik vazifelerini görmekte, Peygamberlik üstünlüklerini taşımakta, hepsi müsâvîdir, eşittir. Fakat Peygamberlerin, birbirleri üzerinde, şerefleri, üstünlükleri vardır. “Ülü’l-azm olan Peygamber”ler, böyle olmayanlardan ve “Resûl”ler de, “Nebî”lerden daha üstündürler.
Ümmetlerinin çok olması, gönderildikleri memleketlerin büyük olması, ilim ve ma’rifetlerinin çok yerlere yayılması, mu’cizelerinin daha çok ve devâmlı olması ve kendileri için ayrı kıymetler ve ihsânlar bulunması gibi üstünlükler bakımından, âhir zaman Peygamberi Muhammed aleyhisselâm, bütün Peygamberlerden daha üstündür.
Bir insanda bulunabilecek, görünür-görünmez bütün iyilikler, üstünlükler ve güzellikler, dünyâ ve âhiretin Efendisi, insanların ve cinnîlerin Peygamberi olan Resûl-i Ekrem Muhammed aleyhisselâm’da toplanmıştır. Bütün kâinâtın ve mahlûkların yaratılmasına sebep olan ve Âdemoğullarının en üstünü, en şereflisi, en kıymetlisi bulunan Muhammed aleyhisselâm, “Habîbullah”tır (Allahü teâlânın en çok sevdiği kimsedir).
Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyuruluyor ki: “Biz seni, âlemlere rahmet olarak gönderdik.” [Enbiyâ, 107]; “Biz seni, bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.” [Sebe’, 28]; “Senin için bitmeyen, sonsuz ecir vardır. Elbette sen büyük bir ahlâk üzeresin.” [Kalem, 3-4]; “Rabbin sana [çok nimet] verecek, sen de râzî olacaksın.” [Duhâ, 5]; “Allah ve melekleri, Peygambere (Resûlullah’a) salât ediyor; ey îmân edenler, siz de ona salât u selâm getirin.” [Ahzâb, 56]
“O’nun şahsında, Allah’ı ve Âhiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça hâtırlayanlar için güzel edeb ve ahlâk nümûneleri vardır ” (Ahzâb, 21) âyet-i kerîmesi, Muhammed aleyhisselâmın “üsve-i hasene” [nümûne-i imtisâl = en güzel örnek] olduğunu ne güzel ifâde etmektedir?
Sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed aleyhisselâm, “Ben, iyi huyları tamâmlamak, yerleştirmek için gönderildim” buyurmuştur.
Yüce Rabbimiz meâlen: “Peygamber, mü’minlere cânlarından evlâdır [ileridir, daha yakındır]. O’nun hanımları da onların anneleridir…..” [Ahzâb, 6] buyuruyor.
Yine Allahü teâlâ meâlen şöyle buyurmaktadır:
“(Ey inananlar!) Andolsun ki, size içinizden, kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız, ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün [üstünüze çokça titreyen], mü’minlere karşı çok şefkatli ve gâyet merhametlidir.” (Tevbe, 128)
TÂRİH BOYUNCA ÂİLEYE VERİLEN ÖNEM
Şüphe yok ki, insanlık “Âile” ile başlar. “Âile”: “Nikâhlanıp, evlenerek bir araya gelen erkek, kadın ve çocuklardan meydâna gelen en küçük topluluk”tur.Eski ve köklü bir müessese olan âile, değişik yer ve zamanlarda, değişik görünüşler kazanmasına rağmen dâimâ var olagelmiştir.
Mukaddes dînimiz İslâmiyette ve târih boyunca kültür ve medeniyetimizde de, “Âile”ye ve kadına çok büyük önem verilmiştir. Bütün emir ve yasaklarda, âilenin korunması gözetilmiş ve temelinin çok sağlam olarak atılması gerektiği vurgulanmıştır.
Âile, ne kadar sağlam olursa, toplum o derece güçlü temeller üzerine kurulmuş olur. Şu bir gerçektir ki, bir milleti yıkmak isteyen iç ve dış düşmanlar da, ilk tahrîbâtlarına âileden başlamaktadırlar.
Gerek erkek, gerek kadın, ahlâkî değerlere ne kadar sâhip çıkarlarsa, âile müessesesine ne kadar önem verirlerse ve bunu yaşatmaya çalışırlarsa, fuhuştan, zinâdan, bütün gayr-i meşrû ilişkilerden ne kadar uzak dururlarsa, o kadar sağlam bir âile yapısı kurulur ve cemiyet de o derece sağlam olur. Tabîî ki millet de son derece sağlam olur; bu milletin teşkîl ettiği devlet de o derece uzun ömürlü olur.
İslâmiyet, ilme, ahlâka ve âileye en büyük kıymeti verip, câhilliği ve ahlâksızlığı reddeder.
Ma’lûmdur ki, insanlar cemiyet hâlinde yaşamak mecbûriyetindedirler. Bu cemiyetin en küçük birimi de âiledir. Bu bakımdan âile, toplumun temel taşıdır. Âile, insanların doğup büyüdüğü, yetişip geliştiği ve terbiye gördüğü bir topluluktur. Bu, topluluğun küçük-büyük bütün fertlerinin olgunlaştığı, bir hayât okuludur. Âile içerisinde her ferd, birbirinin bilgi ve tecrübesinden faydalanır. Bu faydalanma bir ömür boyu da devâm eder.
Âileden gâye, neslin devâmını sağlayan çocuktur. O hâlde çocuğun örnek şekilde yetiştirilmesi, anne ve babanın ortak vazîfesidir.Anne çocuğunu bizzât emzirip büyüttüğü, ona devâmlı iyi ahlâkı anlattığı gibi, bunların ev, yiyecek, giyecek ile maddî ve manevî ihtiyâçlarını karşılamak da önce babanın vazîfesidir.
Çocuklar,altı yaşlarına kadar kişilik özelliklerini de âileden alırlar. Bu sebeple âilenin düzenli olması çok önemlidir. Âile hayâtının düzenli olması, çocukların şahsiyetli ve güzel karakterli olarak yetişmelerini sağlar.
Her çocuk sevmeyi, sevilmeyi, saygıyı âilede öğrenir. Disiplin ve düzenli hayâta burada alışır. Onun için her anne ve baba, çocuğuna ilmî, ahlâkî ve dînî görevlerini öğretmelidirler. Öğretmezlerse mes’ûl olurlar. Çocuklar, Allahü teâlâya inanmayı, Peygamber sevgisini, vatan-millet aşkını, gelenek ve göreneklerine saygıyı hep burada öğrenirler.
ÖLDÜKTEN SONRA İYİLİKLE ANILMAK İÇİN YAPILACAK İŞLER
İnsanın öldükten sonra iyilikle anılması için; câmi-mescid, mektep-medrese, hastahâne, aşhâne, çeşme, yol, köprü gibi topluma faydalı bir eser veya faydalı bir ilim [faydalı bir kitap yazma, yetişmiş talebe bırakma gibi] yahut hayırlı evlât bırakması gerekir. (Bu konuda bir hadîs-i şerîf de vardır.) Her şey bitip unutulduğu hâlde, bunlar unutulmaz ve ölen insanın hayırlı işinin devâmını temîn eder.
[Çocuklar küçük olsun, büyük olsun anne ve babalarına itâat ve hürmette kusûr etmemelidirler. Onların tecrübelerinden istifâde etmelidirler. Hayâtın çeşitli zorlukları içinde onları büyütüp, her sıkıntıya katlanan anne ve babalar, her bakımdan hürmet ve itâate lâyıktırlar. Kur’ân-ı kerîmde meâlen; “Allahü teâlâya ibâdet ediniz” buyurulduktan sonra, “Anne-babaya iyilik ediniz” (Bakara sûresi, 83) diye emredilmiştir. Yine onlara “Öf!” demek bile (İsrâ sûresi, 23) yasaklanmıştır.]
GÜZEL AHLÂK HAKKINDA BAZI HADÎS-İ ŞERÎFLER
Bu konuda bir çok hadîs-i şerîf vardır; yerimizin müsâadesi ölçüsünde birkaçını alalım: “En iyi kimse, huyu en güzel olandır.” [Buhârî]
“Sizin îmânca en güzeliniz, ahlâkça en güzel olanınızdır.” [Hâkim]
“En fazîletli mü’min, ahlâkı en güzel olandır.” [Tirmizî]
“Ben, güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” [Beyhakî]
“Dîn, güzel ahlâktır.” [Deylemî]
“Ahlâkınızı güzelleştiriniz.” [İbn-i Lâl]
“Güzel ahlâk, senden kesilen akrabânı ziyâret etmek, sana vermeyene vermek, sana zulmedeni affetmektir.” [Beyhakî]
“Mallarınızla herkesi memnûn edemezsiniz. Güler yüz ve tatlı dil ile, güzel ahlâkla memnun etmeye çalışınız!” [Hâkim]
“Yumuşak davran! Sertlikten sakın! Yumuşaklık insanı süsler, çirkinliği giderir.” [Müslim]
“Yumuşak huylu kimseye, dünyâ ve âhiret iyilikleri verilmiştir.” [Tirmizî]
“Halka kolaylık, yumuşaklık gösteren müslümanın Cehenneme girmesi harâmdır.” [İ. Ahmed]
Bir kimse, Resulullah’tan nasîhat isteyince: “Gazaplanma ya’nî hiddetlenme, öfkelenme, kızma, sinirlenme” buyurdu. Birkaç kere sordu, hepsinde de “Kızma, sinirlenme” buyurdu. (Buhârî)
MES’ÛD OLMANIN YOLU
Dünyâdaki bütün insanlar “mes’ûd” ve “bahtiyâr” yanî mutlu olmak isterler. Fakat mesut olan pek azdır; çünkü saâdetin ne olduğunu bilen azdır. Şimdi saâdet denilince, yalnız dünyâdaki râhatlık hâtıra geliyor. Halbuki asıl saâdet, ebedî olan âhiret saâdetidir. Âhiret saâdetine kavuşabilmek için de, Allahü teâlânın ve son Peygamberi’nin emirlerine uymak yegâne çâredir; bundan başka çâre yoktur.
“Saâdet”, sözlüklerde: “Mutluluk, bahtiyarlık; dünyâda ve âhirette mutluluk” şeklinde tarîf edilmektedir.
“Saâdet-i Ebediyye” de: “Sonsuz, ebedî mutluluk, bahtiyârlık” demektir. Büyük âlim İmâm-ı Mâverdî, “Saâdet-i ebediyyeye kavuşmak için müslümân olmak lâzımdır” derken, yine en büyük âlim ve velîlerden İmâm-ı Rabbânî, “Cehennem’den kurtulmak ve saâdet-i ebediyyeye kavuşmak, Peygamberlere (aleyhimüsselâm) tâbî olmaya bağlıdır” buyurmuştur.
“Saâdet” kelimesinden türeyen “saîd” kelimesi: “Allahü teâlânın, kendisinden râzı olduğu kimse, Cennetlik kişi” anlamına gelmektedir.
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî’nin şu cümlesinde “saîd” mevzubahis edilmektedir:
“Şakîler dünyâya sarılır, saîdler, bâkî olana (ebedî, sonsuz olan âhirete) sarılır.”
Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyuruldu ki: “Saîd olanlara gelince, onlar Cennet’tedirler.” (Hûd sûresi, 108)
Dâru’l-fünûn müderris(eski İstanbul Üniversitesi profesör)lerinden Seyyid Abdülhakîm Arvâsî: “İki cihân saâdetine kavuşmak, ancak ve yalnız dünyâ ve âhiretin efendisi olan Muhammed aleyhisselâma tâbi olmağa bağlıdır” demektedir.
Ca’fer-i Huldî ise, saâdetin anahtarını şöyle veriyor: “Sâlihlerle berâber olmak, sonsuz saâdetin anahtarıdır.”
Ebû Ali Cürcânî’nin zikrettiği saâdet alâmetleri de son derece önemlidir:
“Bir kulun, Allahü teâlânın beğendiği işleri kolayca yapabilmesi, sünnete göre hareket etmesi, sâlih kimseleri sevmesi, eş-dost ile güzel geçinmesi, Allah rızâsı için insanlara iyilik yapması, müslümanların işini görmesi ve vakitlerini Allahü teâlânın dînine hizmetle geçirmesi, saâdet alâmetlerindendir.”
“Din bilgileri, dünyâda ve âhirette huzûru, saâdeti kazandıran bilgilerdir”; “Bütün üstünlükler, faydalı şeyler İslâmiyet’in içindedir. Eski dinlerin, görünür, görünmez bütün iyiliklerini İslâmiyet kendinde toplamıştır. Bütün saâdetler, muvaffakiyetler (başarıların sırrı) ondadır. İslâmiyet, yanılmayan, şaşırmayan akılların kabûl edeceği esaslardan ve ahlâktan ibârettir” buyuran Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî de ne güzel söylemiştir.
Bir hadîs-i şerîfte, saâdetten şöyle bahsedilmektedir: “Eshâbım için, fakîr olmak saâdettir. Âhir zamanda gelecek olan ümmetim için, zengin olmak saâdettir.” (Râmûzü’l-Ehâdîs)
İNSAN, SEVECEĞİ KİMSEYİ İYİ SEÇMELİ
Hadîs-i şerîfde: “Kişi sevdiği ile berâberdir” buyuruluyor. Bu dünyâda kimi seversek, âhırette onunla beraber olacağız. Onun için dâimâ iyi kimseleri sevmeye ve onlarla beraber olmaya gayret etmelidir. Allahü teâlânın sevdiği şeyleri ve kimseleri sevmek, sevmediklerini sevmemek, îmânın alâmeti ve temelidir; bu hâl, bizim de yüce Allah tarafından sevilen insanlardan olmamızı sağlar.
İslâm âlimleri buyuruyorlar ki: “İnsan, seveceği kimseyi iyi seçmeli, ona göre sevmeli.” Bunun için, İslâm büyüklerinin şu tavsiyeleri son derece önemlidir: Her gün Ehl-i Sünnet âlimlerinin, Evliyânın, Allahü teâlânın dostlarının kitaplarındaki sözlerinden, hayâtlarından, menkıbelerinden bazı kesitleri okumalı. İslâm büyüklerini, Ehl-i Sünnet âlimlerini sevmek, anlatmak ve sevdirmek bir müslümanın en önemli şiârı olmalıdır.