Cumartesi, Ekim 5, 2024
Makaleler

İnsanın Şerefi Hakkında

İnsan şerefi/onuru hakkında çok meşhûr bir söz vardır [Hazret-i Ali Efendimize izâfe edilen kelâm-ı kibârdandır]: “Şerefü’l-insâni bi’l-ilmi ve’l-edeb; lâ bi’l-mâli ve’n-neseb: İnsanın şerefi ilim ve edepledir; mal ve neseple değildir.”

İnsanların birbirlerinden üstün olmaları, mâlla-mülkle, güçle-kuvvetle, yiğitlikle, çok yemekle, ırkla ve benzerleriyle değil; îmân, takvâ, ilim ve edepledir.

Âyet-i kerîmelerde bakın ne buyuruluyor?

“Îmân edip sâlih amel işleyenler, mahlûkâtın en hayırlılarıdırlar.” [Beyyine, 7]

“Allah, sizden îmân edenlerle ilim sâhiplerini yüceltir…”

“Allah’tan, kulları arasında, hakkıyla ancak ilim sâhipleri korkarlar…”

“De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?…”

“Allah, adaleti ayakta tutarak (delilleriyle) şu husûsu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sâhipleri de (bunu ikrâr etmişlerdir. Evet) mutlak güç ve hikmet sahibi Allah’tan başka ilâh yoktur.” (Âl-i İmrân, 18)

“İlim rütbesi, rütbelerin en yücesidir.” [Hadîs-i şerîf]

[Ahmed İbn-i Kemâl Paşa’nın askerlik mesleğinden ilim mesleğine yönelmesini; Yavuz Sultân Selîm Hânın kaftanına, onun atının ayağından çamur sıçramasını burada hâtırlıyabiliriz.]

Merhûm Yûnus Emre demiştir ki:

“İlim meclislerini aradım kıldım talep,

İlim geride kaldı ille edep ille edep”

Yine Yûnus Emre [rahmetullahi aleyh], ilimden, okumaktan maksadın hakkı bilmek olduğunu da şöyle anlatır:

“Okumaktan maksat ne?

Kişi hakkı bilmektir.

Çün okudun bilmezsin,

Bu nasıl okumaktır?

İlim, ilim bilmektir,

İlim kendin bilmektir,

Sen kendini bilmezsin [bilmezsen],

Ya [Bu] nice okumaktır?”

Hattâ “Nefsini bilen, Rabbini de bilir” şeklinde çok meşhûr bir söz vardır.

TÂRİHTEKİ BAZI İNSANLARIN ŞEREF TELAKKÎLERİ

Nûh aleyhisselâm zamanındaki kâfirler,  âyette de geçtiği gibi, îmân eden kimseler için “…Onlar bizim en aşağılarımız, bayağı kimselerdir…” demişlerdi. Hattâ kâfirler, Hazret-i Nûh’a, onları etrâfından kovmasını, kendilerinin, ancak ondan sonra yanına gelebileceklerini bildirmişlerdi.

Kureyş müşrikleri de, Peygamberimizden, kölelerle beraber olamayacaklarını ifâde ederek kendileri için özel oturum istemişlerdi.

“(Resûlüm!) De ki: Ey mülkün gerçek sâhibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini azîz kılar, yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kâdirsin.”  (Âl-i İmrân, 26)

Hazret-i Ömer Efendimizin, “Biz en zelîl bir kavim idik; Allahü teâlâ, bizi İslâmiyetle azîz eyledi” buyurması son derece önemli bir sözdür.

Yine onun, Kudüs’e giderken, deveye binme sırası köleye gelince, söylediği sözler de dillere destân olmuştur.

Yûnus Emre [rahimehullah] diyor ki:

“Elif okuduk ötürü,

Pazar eyledik götürü,

Yaratılmışı severiz,

Yaratandan ötürü.”

Sevgili Peygamberimiz de buyurmuştur ki:

“Büyüklerimizi saymayan, küçüklerimize acımayan bizden değildir.” [Buhârî]

 “Yaşlılarımıza hürmet ve ikrâm, Allahü teâlâya saygıdandır.” [Buhârî]

 Yaşlılara verilen kıymetin, değerin azaldığı, bir kısmının yük olarak görüldüğü, ana-babaların huzûr evlerine yatırıldığı günümüzde, bunları zaman-zaman hâtırlamak ve hâtırlatmakta fayda var diye düşünüyorum.

Mukaddes dînimiz İslâmiyet, toplumların huzûrunu tesîs edecek büyük-küçük münâsebetlerini en sağlam esâslara bağlamıştır. Bir cemiyette, toplumda huzûrun temîn edilmesinde hürmetin, saygının ve sevginin büyük bir yeri vardır. Özellikle toplumun büyük bir kısmını teşkîl eden yaşlılara gösterilecek hürmet, toplumun huzûrunun temel esâslarından kabûl edilmelidir. Kezâ küçüklere şefkat gösterilmesi de son derece önemli bir husûstur.

Sevinçleriyle-acılarıyla, safha-safha hayâtı yaşamış insanlar olan yaşlılar, hele ömürlerini hak yolunda harcamış, saçını-sakalını bu yolda ağartmışlarsa, onlardan alacağımız ve öğreneceğimiz çok dersler, tecrübeler vardır ve onlar herkesten çok hürmete, saygıya, sevgiye, ilgiye lâyık kimselerdir.

Bir hadîs-i şerîfte: “Bir genç, bir yaşlıya, yaşından dolayı hürmet ederse, onun yaşına varınca, Allahü teâlâ, ona gençleri hürmet ettirir” [Şir’atü’l-İslâm] buyurulmuştur.

Burası, “Etme, bulma” dünyâsıdır. “Men hademe hudime: Kim hizmet ederse, ona da hizmet olunur” Yine “Men dekka dükka: Kim başkasının kapısını kötü niyetle çalarsa, onun da kapısı çalınır.” Bugünün gençleri, yarının ihtiyârları olacaklardır.

İhtiyârlara hürmet ederken, zengin-fakîr, iyi-kötü ayırmamalıdır. Zengine sırf zenginliği için hürmet edilmez. İslâm âlimleri, malından dolayı zengini yüceltip fakîrliğinden dolayı fakîri aşağılayanın la’nete müstahak olduğunu bildirmişlerdir. (Şir’atü’l-İslâm Şerhi)