Salı, Ocak 14, 2025
Makaleler

İyi Bir İnsanın Vasıfları Nelerdir?

Hâtırlayacağınız üzere, dünkü makâlemizde, mü’minlerin vasıflarıyla ilgili olarak, sırasıyla [mushaf-ı şerîfteki yerlerine göre] “Enfâl”, “Ra’d”, “Mü’minûn”, “Furkân”, “Ankebût”, “Zümer”, “Şûrâ”, “Fetih” ve “Hucurât” sûrelerinden bazı âyet-i kerîme meâlleri ile bir kısım hadîs-i şerîfleri zikretmiştik. Bugün inşâallah bazı hadîs-i şerîflere daha temâs etmek istiyoruz.

Yeniden belirtelim ki, iyi bir insan olabilmek için evvelâ kâmil [ya’nî olgun] bir müslümân olmak gerekir. Müslümânların, mü’minlerin bütün vasıfları, Kur’ân-ı kerîmde de, Peygamber Efendimiz tarafından da mufassalan zikredilmiştir, bütün teferruâtıyla, detaylarıyla anlatılmıştır.

Mü’minlerle, müslümânlarla ilgili hadîs-i şerîflerden bazıları da şöyledir:

 “Çevrendekilerle güzel komşuluk et ve kendin için sevdiğini, istediğini başkaları için de sev, iste ki [tâm, kâmil] müslümân olasın.” [Harâitî]

 “Mü’minlerin birbirlerini sevme, merhamet ve şefkatteki misâli, bir beden misâlidir. Ondan bir uzuv râhatsız olursa, diğer uzuvlar uykusuzluk ve harârette ona iştirâk ederler.” [Buhârî]

Ya’nî mü’minler, birbirine karşı sevgi ve merhamette, bir vücut gibi olmalıdırlar. Nasıl ki, vücûdun bir yeri râhatsızlanınca, bütün vücut huzûrsuz olup onun tedâvîsi ile meşgûl olunduğu gibi, müslümânlar da böyle birbirine yardıma koşmalıdırlar.

“Halkın elindekine göz dikmemek, mü’minin alâmetlerindendir.” [Dârekutnî]

“Kötü şeyler irtikâb eden, bunları gizlemeye çalışsın.” [Hâkim]

Kime, dînin emirlerini yapmak kolay gelirse, onun sâlih bir kimse olduğu anlaşılır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Eğer âhirete âit istediğine kolayca kavuşur, dünyâya âit olana kavuşman zorlaşırsa, bil ki sen iyi bir hâl üzerindesin. Bunun tersi olursa kötü hâldesin.” [Beyhekî]

Bazı İslâm büyükleri doğruluk ve yalan konusunda buyuruyorlar ki:

“Oğlum, yalandan sakın, o serçe eti gibi tatlıdır. Ondan az kimse kurtulur.” (Lokmân Hakîm)

“Doğruluk emânettir. Yalancılık hıyânettir.” (Hazret-i Ebû Bekir)

“Allah indinde en büyük hatâ, yalan konuşmaktır.” (Hazret-i Alî)

“Eshâb-ı kirâm indinde yalandan daha kötü bir şey yoktur. Çünkü onlar, yalanla îmânın bir arada bulunamıyacağını bilirlerdi.” (Hazret-i Âişe)

“İçi dışına, sözü işine uymamak, nifâktandır. Nifâkın temeli ise yalandır.” (Hasan-ı Basrî)

“Yalancı ile cimri Cehenneme girer. Fakat, hangisi daha derine atılır, onu bilemem.” (Şa’bî)

“Doğru ile yalan, biri diğerini çıkarıncaya kadar kalpte boğuşur.” (Mâlik bin Dînâr)

“İstikâmet [her işte dâimî doğruluk], kerâmetten üstündür.” (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

Hazret-i Lokmân’a, “Bu dereceye ne ile kavuştun?” diye suâl ettiler. “Doğruluk, emânete riâyet ve bana gerekmeyeni bırakmakla” diye cevap verdi.

Seyyid Abdülkadir Geylânî hazretleri, “Bu işe başladığınızda, temeli ne üzerine attınız? Hangi ameli esâs aldınız da böyle yüksek dereceye ulaştınız?” diye soranlara buyurdu ki: “Temeli doğruluk üzerine attım. Hiç yalan söylemedim. İçim ile dışım bir oldu. Bunun için işlerim hep rast gitti.”

Bütün kötülüklerin esâsı yalandır. Peygamber Efendimizin en sevmediği huydur. Yalan söylemek harâmdır; ancak bazı yerlerde câiz olur. Harpte, iki müslümânı barıştırmak için yalan söylemeye ruhsat vardır. Ayrıca, hanımı ile iyi geçinmek için, gerektiğinde hilâf-ı hakîkat konuşmak ta tecvîz edilmiştir.

Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:

“Yalan üç yerde câizdir: Harpte, zîrâ harp, hiledir. İki müslümânı barıştırmak için, birinden diğerine iyi söz getirmek. Hanımını idâre etmek için.” [İbn-i Lâl]

“İki kişinin arasını düzeltmek ve hayırlı iş yapmak için söylenen söz, yalan sayılmaz.” [Müslim]

Dîn düşmânlarının zararından korunmak veya müslümânları korumak için yalan söylemek câizdir. Zâlimden, bir müslümânın bulunduğu yeri, mâlını, günâhını saklamak câizdir. İki müslümânın, karı-kocanın arasının açılmasını önlemek için, mâlını korumak için, müslümânın sırrını, aybını meydâna çıkarmamak için ve bunlar gibi harâmları önlemek için yalan câiz olur; bu durum, zarûret hâlinde, ölmemek için leş yemeye benzer. İyiliğe vesîle olan yalan, fitneye sebep olan doğrudan makbûldür.

Büyükler yalan söylemek icap ettiği yerde bile, sözün ma’nâsını değiştirerek, doğru söylemeyi tercîh etmişlerdir. Meselâ Muâz bin Cebel hazretleri, vazîfesinden dönünce, hanımı: “Bu kadar çalıştın, zekât topladın, bize ne getirdin?” dedi. O da, “Beni gözeten vardı, bir şey getiremedim” dedi. O, Allahü teâlâyı kasdetti. Hanımı ise, Hazret-i Ömer’in onu kontrol eden birini gönderdiğini sandı. Hanımı kızarak, Hazret-i Ömer’in evine gidip “Muâz, Resûlullahın ve Ebû Bekr-i Sıddîk’ın yanında emîn idi. Siz, niçin onun peşine adam takıyorsunuz?” dedi. Hazret-i Ömer, konuyu bir araştıralım dedi. Hazret-i Muâz’dan işin aslını öğrenince güldü ve hanımına vermesi için ona bir miktar hediye verdi.