Son Peygamber Muhammed Aleyhisselâm Hakkında Bazı Batılıların Sözleri
Tarihimizde Karahanlılar, Gazneliler, Timuroğulları, Babürlüler, Selçuklular ve Osmanlılar, bütün insanlığa çok hayırlı hizmetler yapmış ve çok yüksek medeniyetler sergilemişlerdir. Bu medeniyetlerin temelleri, tâ Sevgili Peygamberimizin “Hicret-i Nebeviye”lerinden sonra Medîne-i münevverede kurdukları İslâm devletine dayanır.
Bu yüksek medeniyetlerin temellerini atan Sevgili Peygamberimiz, dost-düşmân herkesin dikkatlerini çekmiş, pek çok kimse, imkânları nisbetinde o zâtı tedkîk etmiş, incelemelerinin sonucunda bazı değerlendirmeler yapmışlardır.
Biz, bu makâlemizde, onlardan sadece 4 tanesinin sözlerini ele almak istiyoruz:
Dünyaca tanınmış büyük Fransız edîbi ve devlet adamı Alphonse Lamartine (21 Ekim 1790 – 28 Şubat 1869), “Histoire de Turquie = Türkiye Tarihi” adlı eserinde Muhammed aleyhisselâm için şöyle diyor:
“Hz. Muhammed (aleyhisselâm) bir yalancı peygamber miydi? O’nun eserlerini ve târîhini inceledikten sonra bunu düşünemeyiz. Çünkü yalancı peygamberlik, iki yüzlülüktür. İki yüzlülükte inandırma kuvveti yoktur; nasıl ki, yalanda da doğruluğun kudreti bulunmaz.
Mekanikte bir cisim atıldığı zaman onun varabileceği yer, fırlatma gücü ile orantılıdır. Bir manevî ilhâmın gücü de, onun meydana getirdiği eser ile orantılıdır. Bu kadar çok şey taşıyan, bu kadar uzaklara kadar yayılan ve bu kadar uzun zaman aynı kudrette devâm eden bir “fikir” yani İslâmiyet yalan olamaz. Bunun çok samîmî ve çok inandırıcı olması gerekir. O’nun hayâtı, uğraşmaları, memleketinin hurâfelerine ve putlarına karhamânca saldırıp onları parçalaması, puta tapan çoğunluğun hiddetlerine karşı koymak ataklığı, kendine saldırdıkları hâlde, 13 sene Mekke’de buna dayanması, hemşehrileri arasında türlü hâdiseler çıkartmak ve kendini âdetâ kurbân yerine koymak gibi hâllere tahammül etmesi, Medîne’ye hicreti, durmadan yaptığı teşvîkler ve verdiği vaazlar, çok üstün düşmân kuvvetleriyle yaptığı savaşlar, kazanacağına olan itimâdı, en büyük felâket zamanında bile duyduğu insân üstü güvence, zaferde bile gösterdiği sabır ve tevekkül, sözlerini kabûl ettirme hırsı, sonsuz ibâdeti, Allâh’la mukaddes konuşmaları, ölümü, ölümünden sonra da devâm eden şân ve şerefi, zaferleri O’nun hiçbir zamân, yalancı bir peygamber olmadığını, tâm aksine büyük bir îmâna sâhip bulunduğunu gösterir.
Filozof, hatîp, peygamber, kânûn koyucu, cenkçi, insân düşüncelerini etkileyici, yeni îmân esâsları koyan ve yirmi büyük dünya imparatorluğu ile bir büyük İslâm devleti kuran kişi: İşte Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) budur! İnsanların büyüklüğünü ölçmek için kullandıkları bütün mikyâslarla ölçülsün; acabâ O’ndan daha büyük bir şahıs var mıdır? Olamaz!”
Yine târihe, dünyanın en büyük askerî dehâlarından biri, aynı zamanda kıymetli bir devlet adamı olarak geçen Fransız İmparatoru Napoléon Bonaparte (15 Ağustos 1769 – 5 Mayıs 1821), “Bonaparte et İslâm” isimli kitapta belirtildiğine göre şöyle diyor:
“Allah’ın varlığını ve birliğini, Mûsâ kendi milletine, Îsâ Romalılara, fakat Muhammed (aleyhisselâm) bütün eski dünyâya bildirdi. Arabistan tamâmiyle putperest olmuştu. Îsâ’dan altı asır sonra Muhammed (aleyhisselâm) kendisinden evvel gelmiş olan İbrâhîm, İsmâîl, Mûsâ ve Îsâ’nın (aleyhimüsselâm) Allah’ını Araplara tanıttı.
Arapların yanına sokulan Aryenler, hakîkî İsâ dînini bozarak onlara “Allâh, Allâh’ın oğlu, Rûhu’l-kudüs” gibi, üçlü, kimsenin anlayamayacağı akîdeleri [teslîs akîdesini] yaymaya çalışıyor, şarkın sulh ve huzûrunu tamâmen bozuyorlardı. Muhammed (aleyhisselâm) onlara doğru yolu gösterdi. Araplara, yalnız bir tek Allâh olduğunu, O’nun babasının da, oğlunun da bulunmadığını, böyle birkaç Allâh’a tapmanın, puta tapmaktan kalan saçma bir âdet olduğunu anlattı.”
Hindistan’ı İngiliz sömürgesi olmaktan kurtaran Hint’li lider Mahatma Gandhi (1869 – 30 Ocak 1948) , İslâm dînini, Kur’ân-ı kerîmi ve Peygamberimizi inceledikten sonra şunları söylemiştir:
“İslâm dîni yalancı bir dîn değildir. Hintlilerin bu dîni saygı ile incelemelerini isterim. Onlar da İslâmiyeti benim gibi seveceklerdir. Ben, İslâm dîninin Peygamberinin ve O’nun yakınında bulunanların nasıl hayât sürdüklerini bildiren kitapları okudum. Bunlar beni o kadar ilgilendirdi ki, kitaplar bittiği zaman bunlardan daha fazla olmamasına üzüldüm.
Ben şu kanâate vardım ki, İslâmiyetin sür’atle yayılması, kılıç yüzünden olmamıştır. Aksine her şeyden evvel sâdeliği, mantıkî olması ve Peygamberinin büyük tevâzuu (alçak gönüllülüğü), sözünü dâimâ tutması, yakınlarına ve müslümân olan herkese karşı sonsuz bağlılığı yüzünden, İslâm dîni birçok insan tarafından seve seve kabûl edilmiştir.”
Dünyânın tanıdığı en büyük ilim adamlarından biri olan İskoçya’lı Thomas Carlyle ( diyor ki: “Hz. Muhammed (aleyhisselâm) gelmeden evvel Arapların bulundukları yerlere kocaman bir ateş parçası sıçramış olsaydı, kuru kum üzerinde kaybolup gidecek ve hiç iz bırakmayacaktı. Fakat Muhammed aleyhisselâm gelince, bu kuru kum dolu çöl, sanki bir barut fıçısına döndü. Delhi’den Granada’ya kadar her taraf birdenbire semâya yükselen alevler hâline geldi. Bu büyük zât sanki bir şimşekti. O’nun etrafındaki bütün insanlar, O’ndan ateş alan parlayıcı maddeler hâline dönüştüler.”