“Güzel Ahlâk”A Dâir Birkaç Cümle
Son zamanlarda, gazete, radyo, televizyon ve internet haberlerinde ve bazı makâlelerde; Amerika, Endonezya, İngiltere, Fransa gibi muhtelif ülkelerde, çeşitli târihlerde meydâna gelen saldırılar sebebiyle, İslâmiyete ve müslümanlara ağır şekilde dil uzatılmaktadır. Peşinen ifâde edelim ki, cana, mala, ırza hücum etmek, aslâ İslâmiyetin tasvip ettiği işler değildir.
Fâtih Sultan Mehmed’in, İstanbul’un fethi sırasında, gayr-i müslimlere gösterdiği iyi muâmeleyi, bugün Avrupalılar bile övmektedir.
İslâmiyette, adâlet karşısında herkes eşittir. Sultan-tebea farkı gözetilmez. Bursa’da Padişahla çoban, kâdînın huzurunda, eşit şartlarda, ayakta muhâkeme olunmuşlardır. Hattâ Fâtih Sultan Mehmed ile bir Yahûdî, hâkim huzûrunda, ayakta yanyana muhâkeme edilmişlerdir.
Marcel A. Boisard isimli bir Fransız, “L’Humanisma de l’Islam” adlı eserinde:
“…Târihte ilk defâ insana sosyal, rûhî, siyâsî, ahlâkî, hukûkî değerlerini en iyi şekilde veren, bu anlayışla büyük bir medeniyet ve eşsiz bir kültür meydana getiren İslâmdır…” demektedir.
Gerçekten de insanlık, insana kıymet vermeyi İslâmiyet’ten öğrenmiştir. Başka kültürlerde insana acımasızca davranılırken, ona en âdil muâmele tarzını İslâmiyet getirmiştir. İslâmiyet, başkasına zarar vermek şöyle dursun, insanların kalbini kırmaktan bile çok şiddetle men etmiştir. Nitekim Peygamber Efendimiz; “Bir mü’minin kalbini kırmak, yetmiş defâ Kâbe’yi yıkmaktan daha şiddetlidir” buyurmaktadır. Peki bu sadece mü’minlerle, müslümanlarla mı kayıtlıdır? Elbette ki hayır.
İslâmiyet, İslâm devletinin vatandaşı olan gayr-i müslime de adâletle muâmeleyi emreder; zulüm ve haksızlığı yasaklar. Sevgili Peygamberimiz; “Kim bir zimmîye (gayr-i müslim vatandaşa) zulmeder veya taşıyamayacağı bir yükü yüklerse, ben o kimsenin hasmıyım” buyurur.
İslâmî ilimlerden tasavvufun konusu da, insanları bu rûh olgunluğuna kavuşturmaktır. Peygamberimizin vârisi durumunda olan, “Evliyâ” denilen, Allahü tealânın sevdiği kullar, hayâtları boyunca, insanları bu ve daha pek çok rûhî olgunluklara eriştirmek için çalışmışlardır.
Meşhur tasavvuf şâiri Yûnus Emre, nazargâh-ı İlâhî olan gönül yıkmaktan şiddetle sakındırır:
“Bir kez gönül yıktınsa, bu kıldığın namaz değil,
Yetmiş iki millet dahi, elin yüzün yumaz değil.”
Vaktiyle Batılılar, Müslümanların Endülüs Emevî Devleti’ndeki yüksek ilim ve teknolojilerinden istifâde ettiler; tabîî ki yeri ve zamanı geldi, biz de Batı’dan istifâde ettik.
Şimdi de onların, ahlâkî yönden tefessüh etmiş bugünkü perişan hâllerinde, kurtuluşları için çare aradıkları bir zamanda, bizim iyi ve güzel pek çok müessesemizden istifâde edebileceklerini belirtmek istiyoruz.
Bu girişi müteâkıben, “güzel ahlâk”ın kısa bir tarîfini verelim:
“Dînin ve aklın beğendiği huylara, güzel huylar”a, “Ahlâk-ı hasene (Güzel ahlâk)” denilir.
Şimdi de, 2 – 3 makâle daha yazmayı düşündüğümüz bu konuda bir mukaddime yapmakta fayda görüyoruz:
Allahü teâlâ, kullarının îmân etmelerini, ibâdet yapmalarını, güzel ahlâka sâhip olmalarını, kendi aralarında kardeşçe yaşamalarını, sevişmelerini, birbirlerine yardımcı olmalarını istemiş ve emretmiştir.
Yüce Allah, bunun sağlanması için, ilk Peygamber Hz. Adem’le son Peygamber Muhammed aleyhisselâm arasında, muhtelif asırlarda, çeşitli coğrafî bölgelere birçok “Peygamber” göndermiş, bazılarına “Kitap” ve “Suhuf” ta vermiştir. Bu peygamberlerden 6’sına “Ülü’l-azm”, 313’üne “Resûl”, 124 binden ziyâdesine de “Nebî” denildiği malûmdur.
Şüphesiz ki bu Peygamberlerin hepsi, aynı îmân esâslarını, “Âmentü Esâsları” diye bildiğimiz umdeleri teblîğ ederek, “iyi ferd”, “iyi âile”, “iyi cemiyet” yanî güzel ahlâklı insanlar meydâna getirmeyi hedeflemişlerdir. Yine zikrettiğimiz kitapların hedefi de, “insân-ı kâmil” meydâna getirmektir.
Peygamberlerin ve kitapların gönderilmesi, bunlarla sırât-ı müstakîmin, doğru yolun, rızâ-i İlâhî’ye ve Cennet’e götüren yolun gösterilmiş olması, şeksiz ve şüphesiz, yüce Allah’ın, kullarına olan nimetlerinin en büyüğüdür.
Bu vesîleyle şu önemli husûsu da belirtelim ki:
Son Peygamber Hz. Muhammed aleyhisselâmdan önceki bütün peygamberler, belli zaman dilimlerine gönderilmişler, onların ahkâm-ı şer’iyyelerinin (dînlerinin) geçerlilik müddeti belli zamanlarda bitmiş; ama getirdiği hükümler, kıyâmete kadar geçerli olan bir tek Hz. Muhammed aleyhisselâm kalmıştır.
Hz. Peygamber aleyhisselâm:
“Bir kavmin efendisi, ona hizmet edendir”, “Büyüklerimize hürmet etmeyen, küçüklerimize de şefkat etmeyen bizden değildir”, ”Merhamet etmeyene merhamet olunmaz”, “İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olandır” ve “İslâmiyet, Allah’ın emirlerine ta’zîmde bulunmak, yaratılmışlara şefkat etmektir” buyurarak, insanları her mahlûka karşı şefkat ve merhamet etmeye, büyüklere karşı saygı göstermeye, insanlara hizmet etmeye ve faydalı olmaya, dâimâ hayır işlemeye yöneltmiştir.