Cumartesi, Ekim 5, 2024
Gazete Makaleleri

Mevlid Kandili

3 gün sonra bir Mevlid Kandilini daha idrak etmekle şerefleneceğiz. Yani 11 Rebiu’l-evvel’i 12 Rebiu’l-evvel’e (13 Mayıs Salı’yı 14 Mayıs Çarşamba’ya) bağlayan gece, bilindiği gibi, Sevgili Peygamberimizin dünyayı teşriflerinin bir sene-i devriyesidir.

Bu vesile ile, şunu kesinlikle ifade edebiliriz ki, tarih boyunca, hayatı en ince teferruatıyla (sadece yıllar ve aylar itibarıyla değil, haftalar, hatta günlere varıncaya kadar) ortaya konulan zat, şüphesiz ki, alemlere rahmet olarak gönderilen, kainatın baştacı Sevgili Peygamberimizdir.

Allahü teala, bir insanda bulunabilecek görünür-görünmez bütün iyilikleri, bütün üstünlükleri, bütün güzellikleri habibinde toplamıştır. O’nun güzel huyları o kadar çoktu ki, herkesi hayran bırakırdı; görenler ve işitenler seve-seve müslüman olurdu. Hiçbir hareketinde, hiçbir işinde, hiçbir sözünde, hiçbir zaman, hiçbir çirkinlik, hiçbir kusur görülmemiştir.

Cenab-ı Hak, şüphesiz ki bütün insanlara sayılamıyacak kadar çok nimet (iyilik) vermiştir. Allahü tealanın merhameti, ihsanı, nimetleri o kadar çoktur ki, bunu ancak “sonsuz” kelimesiyle ifade edebiliriz. Bunların en büyüğü ve en kıymetlisi ise, Resuller ve Nebiler (aleyhimü’s-selam) göndererek İslamiyeti, ebedi saadet yolunu göstermesidir. Kullarına çok acıdığı için, onların dünyada rahat, huzur içinde, kardeşçe yaşamaları, ahirette de sonsuz saadete, bitmez-tükenmez nimetlere kavuşmaları için, yapılması lazım olan iyilikleri ve sakınılması lazım olan kötülükleri, Peygamberlerine bildirmiş, bunları bildiren birçok kitap (yüz suhuf ve dört kitap) da göndermiştir. Bu kitaplardan yalnız Kur’an-ı kerim bozulmamıştır.

Peygamber efendimizin doğum gecesi olan Mevlid-i Nebevi, asırlardan beri, bütün İslam aleminde, çeşitli faaliyetlerle kutlanmaktadır. Resûlullah (aleyhisselâm) mevlid gecelerinde Eshâbına ziyâfet verir, dünyâyı teşrîf ettiği gecede ve çocukluğu zamânında olan şeyleri anlatırdı. Hazret-i Ebû Bekir, halîfe iken, Mevlid gecesinde, Eshâb-ı kirâmı toplayıp, Resûlullah’ın dünyâyı teşrîfindeki olağanüstü hâlleri konuşurlardı. İslâm âlimleri de, bu geceye çok önem vermişlerdir. Dünyânın her yerindeki Müslümânlar da, Peygamberimizin ve Eshâb-ı kirâmın yaptıkları gibi, Mevlid gecesinde, Resûlullah’ı anlatan kitâblar, na’tlar, kasideleri okurlar ve Resûlullah’ın dünyâyı teşrîf ettiği bu şerefli gecede sevinirlerdi. Bu geceyi bütün mahlûklar, melekler, cinnîler, hayvanlar ve hatta cansız maddeler, birbirlerine müjdelemekte, Fahr-i âlem dünyâyı şereflendirdi diye sevinmektedirler. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, “mevlid okunan yerden belâlar, sıkıntılar gider” buyurmuştur. Mevlidi, nazım (şiir) olarak okumak dahâ te’sîrli olmaktadır.

İmâm Celâlüddîn Abdurrahmân bin Abdi’l-Melik Kettânî diyor ki: “Mevlid günü ve gecesi, mübeccel, mukaddes, mükerremdir (yani şerefi, kıymeti çoktur). Resûlullah’ın (sallallahü  aleyhi ve sellem) varlığı, vefâtından sonra da, ona tâbi’ olanlar için, kurtuluş vesîlesidir. Onun Mevlidi (doğum zamanı) için sevinmek, Cehennem azâbının azalmasına sebep olur. Bu geceye hürmet etmek, sevinmek, bütün senenin bereketli olmasına sebep olur. Mevlid gününün fazîleti, Cum’a gününün fazileti gibidir. Cum’a günü, Cehennem azâbının durdurulduğu, hadîs-i şerîfte bildirilmiştir. Bunun gibi, Mevlid gününde de azâb yapılmaz. Mevlid gecelerinde, sevindiğini göstermeli, çok sadaka, hediye vermeli, da’vet olunan ziyâfetlere (uygun olmak kaydıyla)  gitmelidir.”

Hadîs-i şerîfte, “Allahü teâlâ bir kuluna yazı ve söz san’atı ihsân ederse, Resûlullah’ı övsün, düşmanlarını kötülesin” buyurulmuştur. İslâm memleketlerinde asırlardan beri Mevlid okunması, bu hadîs-i şerîfteki emre de uygun bir iş olmaktadır. Mevlid okumağa karşı çıkan bir kimse, Resûlullah’ın ve Eshâb-ı kirâm’ın yaptıkları bir işi beğenmemiş olduğu gibi, bu hadîs-i şerîfe de karşı gelmiş olmaktadır.

Resûlullah’ın (aleyhisselam) şâirleri vardı; onu överler, düşmanların iftirâlarına cevâp verirlerdi. Resûlullah, Mescid-i Nebevî’de, Hassân bin Sâbit için bir minber koydurdu. O buraya çıkıp, Resûlullah’ı över, düşmanları kötülerdi. Peygamberimiz, Hassân’ın şiirlerini çok beğenir, “Hassân’ın sözleri, düşmanlara oktan dahâ  te’sîrlidir” buyururdu.

İslâmın birinci şartı, Allahü teâlâya ve Peygamberine (aleyhisselam) îmândır. Ya’nî onları sevmek ve sözlerini beğenip kabûl etmektir. İki cihân saâdetine kavuşmak, ancak ve yalnız, dünyâ ve âhıretin efendisi olan Muhammed aleyhisselâma tâbi’ olmağa bağlıdır. Ona tâbi’ olmak  demek, îmân etmek ve onun getirdiği ahkâm-ı islâmiyyeyi öğrenmek ve yapmak demektir. Hadîs-i şerîfte, “Herhangi biriniz, beni kendi nefsinden, ehlinden ve bütün insanlardan dahâ çok sevmedikce,  îmân etmiş olmaz” buyuruldu.

Netice olarak ifade edelim ki, Allahü teala’nın feyizleri, nimetleri, ihsanları yani iyilikleri her an, insanların iyisine de, kötüsüne de, herkese gelmektedir. O, herkese mal, evlad, rızık, hidayet, rüşd, selamet ve daha nice iyiliği fark gözetmeksizin göndermektedir. Fark, bunları kabulde, alabilmekte ve bazılarının da alamaması suretiyle insanlardadır. Allahü tealanın rahmeti, şefkati, dünyada, mü’minlere ve kafirlere, herkese birlikte yetiştiği ve herkesin çalışmasına ve iyiliklerine dünyada karşılığını verdiği halde, ahirette kafirlere merhametin zerresi bile yoktur. O halde, akıllı olan her insan, Cennet’e talip olmalıdır.