Peygamberimize Yapılan Hakâret Dolayısiyle – 3
Geçen haftaki makalelerimizde, “karikatür krizi” üzerinde durmuştuk;bu hafta da aynı konuya devâm edeceğiz.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen, bütün üstünlüklerin timsâli olan Sevgili Peygamberimiz, karikatürlerde, niçin teröristlere, şeytanlara ve daha başka mahluklara benzetilmiştir?
Bilindiği gibi, ressâm ve karikatüristler, resim ve karikatürlerinde kağıtlara kendi rûh hâllerini, psikolojik durumlarını yansıtırlar.
Burada, şunu net bir şekilde ifâde edelim ki:
Sevgili Peygamberimiz bir ayna mesâbesindedir; aynaya bakan kişi, orada başkasını değil, kendisini görür.
Yine Resûlullah Efendimiz bir güneş gibidir; onun altında duran kimse de, yerde, güneşin gölgesini değil, kendi gölgesini görür.
Kesin bir husustur ki, O’nu, ilim, irfân ve asâlet sâhibi insanlar medhetmekte; câhil, ilim ve edepten mahrûm, nasîpsiz, dînsiz, îmânsız, bozuk kişiler de kötülemektedir. Bu, bir nasip işidir.
Bilindiği gibi, sevgi kalpte olur, bir gönül işidir; bugünkü medenî dünyâda, Hıristiyanlar, Müslümanları sevmeseler de, onlara düşmanlık, sözlü veya yazılı hakâret yapma hakkına sâhip değildirler. Zâten günümüzde insan haklarıyla ilgili bütün belgelerde, insanların dînlerine ve dînce mukaddes saydıkları değerlere hakâret etmek yasaklanmıştır.
Fakat maalesef şu da bir vâkıadır ki, tarih boyunca, hep îmânsızlar îmânlılara saldırmış; kuvvetli, çalışkan olan taraf, gâlib ve hâkim olmuş, inançlarını, düşüncelerini yaymışlardır. Bu çarpışma, önceden harp vâsıtalarıyla, döğüşerek olduğu gibi, şimdi neşir yoluyla, propaganda ile de yapılmaktadır. [İnşâallah başka bir makalemizde, dînler ve medeniyetler arası muhârebelerin büyük zararlarından bahsedeceğiz.]
Îmânsızlar, tarih boyunca, İslâmiyeti hem dışarıdan, hem de içeriden yıkmaya çalışmışlardır. Kitaplı ve kitapsız kâfirlerin, plânlı olarak hazırladıkları uydurma kitapları, radyo, televizyon neşriyâtı ve sinema filmleri, maalesef insanların îmânları ve fikirleri üzerinde çok büyük tahrîbât yapmıştır.
Makalemizin burasında şunu da belirtelim ki:
Müslümanların mukaddes değerlerine hakâret edilmesinin, yahut ta başka bir dînin kutsal saydığı şeyleri tahkîr etmenin, basın hürriyeti, fikir ve ifâde hürriyeti gibi telakkî edilmesi mümkün değildir. Hakâret, basın ve düşünce özgürlüğüyle bağdaşamaz. Bu davranış, insan haklarını da ihlâldir. Yine “Kopenhag kriterleri”ne de uymaz.
Nitekim Yargıtay Başkanı Osman Arslan, 09.02.2006 tarihinde bir gazeteye yaptığı değerlendirmesinde:
“Böyle basın özgürlüğü olmaz. Her özgürlük, bir başkasının özgürlüğü ile sınırlıdır. Mutlak ve sınırsız özgürlük anarşiye neden olur” demiş, ayrıca “Bu karikatürlerin yayınlanması, evrensel hukuk kuralları açısından da, tartışmasız bir insan hakkı ihlâlidir. Danimarka tarafından da imzalanan ‘Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9’uncu maddesi, dîn, vicdân ve düşünce özgürlüğünü güvence altına almıştır. Danimarka’da yayınlanan karikatürlerle, Müslümanların kutsal değerleri incitilmiş, sözleşme ihlâl edilmiştir” diye de ilâvede bulunmuştur.
Fransa Cumhurbaşkanı Jackes Chirac da, “Dinî inançları yaralayacak hareketlerden sakınmak gerekir. Düşünce özgürlüğü, sorumluluk çerçevesinde uygulanmalı. İnsanların tutkularını, tehlikeli bir şekilde kuvvetlendirecek provokasyonları kınıyorum” demiştir.
Bu vesîleyle ifâde edelim ki, bir Müslüman, Hazret-i Mûsâ aleyhisselâma veya Hazret-i Îsâ aleyhisselâma hakâret edemez. Peygamberlerden herhangi birini, özellikle son Peygamber Muhammed aleyhisselâmı tahkîr etmenin hükmü, kesinlikle küfürdür; yani böyle yapan bir kişi kâfir olur.
Hakîkatte, kâfirlere ve putlarına çirkin sözler söylemek de Müslümanlara yakışmaz.
Zâten Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde, kâfirlere ve onların bâtıl tanrılarına sövüldüğü takdîrde, onların da câhillikle Allah’a sövebileceklerini beyân buyurmaktadır:
“Allah’tan başkasına tapanlara (ve putlarına) sövmeyin; sonra onlar da bilmeyerek Allah’a söverler. [Onların Allah’tan başka taptıklarına; yalvardıklarına sövmeyin ki, onlar da taşkınlıkla, câhillikle, sınırı aşıp Allah’a sövmesinler]…..” [En’âm, 108]
Büyük İslâm âlimi Seyyid Abdülhakîm Efendi de, öküze tapan bir topluluk görüldüğü zaman, onların bâtıl tanrılarını, bozuk dînlerini tahkîr etmenin, ilm-i siyâsete uygun olmayacağını belirtmiş, ama bir kenarda da durmayıp hiç olmazsa, o öküze ot verilmesini tavsiye etmiştir.
Bir insanda bulunabilecek, görünür-görünmez bütün iyilikler, üstünlükler ve güzellikler kendisinde toplanmış olan, dünyâ ve âhiretin Efendisi, insanların ve cinnîlerin Peygamberi olan Resûl-i Ekrem Muhammed aleyhisselâm’ı gündemde tutmak, akıllarda ve fikirlerde, hâtırlarda ve gönüllerde bulundurmak, bütün insanlara tanıtmak ve sevdirmeye çalışmak çok şerefli bir iştir. Bu, kültürlü, münevver, imkânı olan ve gücü yeten her müslümanın işi olmalıdır. İnşâallah yarın da aynı konuya devâm edeceğiz.