Kültür, İstiklâl İster
Tarihen
sabittir ki, cemiyetler, kendi topluluklarında başka bir kültürün boy gösterip
gelişmesine izin vermezler ve mücâdele içine girerler. Cemiyet olduğu müddetçe
millî kültür mücâdelesi devâm eder. Kültür, istiklâl isteyen bir yapıya
sâhiptir.
Kültürde bütün cemiyete şâmil olma ve nesilden nesile intikâl etme durumu çok
mühimdir. Kültür unsurlarının bozulduğu bir cemiyette çeşitli tehlikeler
meydana gelir ve bunlara mukâvemet çok zorlaşır. Kültürün fertler ve cemiyetler
üzerinde icrâ ettiği hizmet hiçbir zaman inkâr edilemez. Bundan önceki
makalemizde bunun faydaları üzerinde bir nebze durmuştuk. Şu bir vakıadır ki,
kültür unsurlarının terk edilmesi, ihmâli veya yozlaştırılması cemiyetlerin
başlarına sayısız tehlikeler açmaktadır.
Bir milletin kendine has inanış ve yaşayışını meydana getiren din, asırlardan
beri kültürün en önde gelen unsuru olmuştur. Aslında bu unsurlar bir
cemiyetteki bütün ferdî hareketleri, örf ve âdetleri, sanatı vs’yi tesir altına
alır.
Türk kültür mirası
Türkler, Allahü teâlâya inanır ve îmânları sebebiyle yalnız O’na kulluk
ederler. Din ve devletlerini, vatanlarını, o vatan için şehîd olanları ve o
vatana hizmet edenleri de mübârek bilirler. Türk velî ve kahramanlarının hayat
hikâyeleri, din ve devlet için feragatli mücâdeleleri ve lider kişi olarak
millete verdikleri hedeflerin neler olduğu nesilden nesile anlatılmıştır. Türk
halkının yüzyıllardır okuyup sevdiği pekçok kitap bir kültür mîrâsı olarak
bugüne kadar gelmiştir. Yine eskiden hemen her köyde okunan Mevlid
(Vesiletü’n-Necat), Ahmediye, Muhammediye ve Mızraklı İlmihâl gibi kitaplar
yeniçeri kışlalarında da okunuyordu. Seyyid Abdülkâdir Geylânî, Cüneyd Bağdâdî,
Behlül Dânâ, Ahmed Yesevi, Yunus Emre, Hacı Bayram Veli, Hacı Bektaş Veli,
Hazret-i Mevlana gibi velîlerin menkıbeleri dillerden düşmezdi. İhtiyar
yeniçeriler gençlere eski savaşların hatıralarını anlatırlardı. Bir milletin
çocuklarına, hangi milletin büyükleri anlatılırsa, o milletin târih şuuru
verilmiş olur. Bu sebeple bugünkü gençliğin kimleri kendine örnek seçtiği
incelenmeli ve ona göre tedbirler düşünülmelidir.
Dilimizin önemi
Türk kültürünün din ve îmândan sonra gelen en mühim unsuru “dili”dir. Dil,
gerek fert olarak insanların, gerek cemiyet ve millet olarak toplumların ses
dünyâları, ifâde şekilleri, konuşmaları olup, fertleri birbirlerine bağlayan
ilk sosyal bağlardan ve ortaklıklardan sayılır. Bir milletin dili, onu diğer
milletlerden ayıran en önemli unsurlardandır. Millî birliğin sarsılmadan devâm
ettirilebilmesi için Türk dili değerlerinin korunması gerekmektedir. Türk’ün
kahramanlık ve civanmertliğini terennüm eden destanları, marşları, hikâyeleri,
şiirleri, mânileri ve ninnileri dilimizin en müstesnâ vesikalarıdır.
Millî varlığın direği
Sadece tarihi bir vakıayı ifade edelim ki, iki sebepten dolayı bu kültür
değerlerinin bugünkü nesille irtibâtı kesilmiştir. Bunlardan birincisi yazı ve
harf inkılâbı. İkincisi ise uydurukça kelimelerle dilimizi yozlaştırma
gayretleridir. Böylece, kütüphanelerimizdeki çok kıymetli eserleri, hatta
dedelerinin mezar taşı kitâbelerini bile okuyup anlayamayacak bir nesil ortaya
çıkmıştır.
Bir milletin mâzisini, çağlar içinde kendine has yürüyüşünü, hareketini, hayat
tarzını teşkil eden, nereden gelip nereye gittiğini gösteren târih, bugünün ve
geleceğin ferdlerini de birbirine bağlayan, onlar arasında kader birliğini
temsil eden, en önemli kültür unsurlarındandır. Millet ferdleri zaferlerle
iftihâr ve sevinç duyar, hezimet ve yenilgilerle de keder, üzüntü hissederler.
O bakımdan târih bir milletin sosyal akrabâlık bağı sayılır.
Dünyâ’da Türkler kadar eski bir târihe sâhip pek az millet gösterilebilir.
Bütün târihi boyunca, Türk kültüründe devlet ve hânedan millî varlığın temel
direği olarak muhâfaza edilmiştir. Türk milleti, sonunda târihi boyunca
kazandığı gücünü ve tecrübesini birleştirerek Osmanlı İmparatorluğu’nu
kurmuştur. Târihimizin bütün evvelki safhaları bu büyük eserin meydana
getirilmesi için yapılmış birer prova mâhiyetinde sayılabilir.
Din ve Devlet
Teşkilâtçılık, idârecilik, hâkimiyet duygusu, adâlet ve şefkat, vakar,
yiğitlik, fedâkarlık ve feragat gibi kültürümüzün bütün üstün vasıfları hiçbir
zaman bu devirdeki kadar işlenmiş ve geliştirilmiş değildir. Osmanlılar
kendilerini, Allah’ın adını ve dinini yüceltmek, Allah’ın kullarına da hizmet
etmek için kurulmuş bir devletin temsilcisi olarak görüyorlardı. Hükümdâr kânun
karşısında, halkının en basit fertleriyle aynı muameleye tâbi tutuluyordu. İnsanlar
devlet için yaşıyor, devlet için ölüyorlardı. Çünkü onlar dinle devleti aynı
şey olarak görüyor, biri yıkılırsa diğerinin de mahvolacağını biliyorlardı.
Ayrıca devlet onların inandıkları kültür kıymetlerini korumakla görevliydi. Bu
bakımdan devlet-millet birliğini ve bütünlüğünü sağlamayı her vatansever en
mühim vazife bilmelidir.