Pazar, Kasım 3, 2024
Gazete Makaleleri

Kültür, İstiklâl İster

Tarihen sabittir ki, cemiyetler, kendi topluluklarında başka bir kültürün boy gösterip gelişmesine izin vermezler ve mücâdele içine girerler. Cemiyet olduğu müddetçe millî kültür mücâdelesi devâm eder. Kültür, istiklâl isteyen bir yapıya sâhiptir.

Kültürde bütün cemiyete şâmil olma ve nesilden nesile intikâl etme durumu çok mühimdir. Kültür unsurlarının bozulduğu bir cemiyette çeşitli tehlikeler meydana gelir ve bunlara mukâvemet çok zorlaşır. Kültürün fertler ve cemiyetler üzerinde icrâ ettiği hizmet hiçbir zaman inkâr edilemez. Bundan önceki makalemizde bunun faydaları üzerinde bir nebze durmuştuk. Şu bir vakıadır ki, kültür unsurlarının terk edilmesi, ihmâli veya yozlaştırılması cemiyetlerin başlarına sayısız tehlikeler açmaktadır.

Bir milletin kendine has inanış ve yaşayışını meydana getiren din, asırlardan beri kültürün en önde gelen unsuru olmuştur. Aslında bu unsurlar bir cemiyetteki bütün ferdî hareketleri, örf ve âdetleri, sanatı vs’yi tesir altına alır.

Türk kültür mirası

Türkler, Allahü teâlâya inanır ve îmânları sebebiyle yalnız O’na kulluk ederler. Din ve devletlerini, vatanlarını, o vatan için şehîd olanları ve o vatana hizmet edenleri de mübârek bilirler. Türk velî ve kahramanlarının hayat hikâyeleri, din ve devlet için feragatli mücâdeleleri ve lider kişi olarak millete verdikleri hedeflerin neler olduğu nesilden nesile anlatılmıştır. Türk halkının yüzyıllardır okuyup sevdiği pekçok kitap bir kültür mîrâsı olarak bugüne kadar gelmiştir. Yine eskiden hemen her köyde okunan Mevlid (Vesiletü’n-Necat), Ahmediye, Muhammediye ve Mızraklı İlmihâl gibi kitaplar yeniçeri kışlalarında da okunuyordu. Seyyid Abdülkâdir Geylânî, Cüneyd Bağdâdî, Behlül Dânâ, Ahmed Yesevi, Yunus Emre, Hacı Bayram Veli, Hacı Bektaş Veli, Hazret-i Mevlana gibi velîlerin menkıbeleri dillerden düşmezdi. İhtiyar yeniçeriler gençlere eski savaşların hatıralarını anlatırlardı. Bir milletin çocuklarına, hangi milletin büyükleri anlatılırsa, o milletin târih şuuru verilmiş olur. Bu sebeple bugünkü gençliğin kimleri kendine örnek seçtiği incelenmeli ve ona göre tedbirler düşünülmelidir.

Dilimizin önemi

Türk kültürünün din ve îmândan sonra gelen en mühim unsuru “dili”dir. Dil, gerek fert olarak insanların, gerek cemiyet ve millet olarak toplumların ses dünyâları, ifâde şekilleri, konuşmaları olup, fertleri birbirlerine bağlayan ilk sosyal bağlardan ve ortaklıklardan sayılır. Bir milletin dili, onu diğer milletlerden ayıran en önemli unsurlardandır. Millî birliğin sarsılmadan devâm ettirilebilmesi için Türk dili değerlerinin korunması gerekmektedir. Türk’ün kahramanlık ve civanmertliğini terennüm eden destanları, marşları, hikâyeleri, şiirleri, mânileri ve ninnileri dilimizin en müstesnâ vesikalarıdır.

Millî varlığın direği

Sadece tarihi bir vakıayı ifade edelim ki, iki sebepten dolayı bu kültür değerlerinin bugünkü nesille irtibâtı kesilmiştir. Bunlardan birincisi yazı ve harf inkılâbı. İkincisi ise uydurukça kelimelerle dilimizi yozlaştırma gayretleridir. Böylece, kütüphanelerimizdeki çok kıymetli eserleri, hatta dedelerinin mezar taşı kitâbelerini bile okuyup anlayamayacak bir nesil ortaya çıkmıştır.
Bir milletin mâzisini, çağlar içinde kendine has yürüyüşünü, hareketini, hayat tarzını teşkil eden, nereden gelip nereye gittiğini gösteren târih, bugünün ve geleceğin ferdlerini de birbirine bağlayan, onlar arasında kader birliğini temsil eden, en önemli kültür unsurlarındandır. Millet ferdleri zaferlerle iftihâr ve sevinç duyar, hezimet ve yenilgilerle de keder, üzüntü hissederler. O bakımdan târih bir milletin sosyal akrabâlık bağı sayılır.

Dünyâ’da Türkler kadar eski bir târihe sâhip pek az millet gösterilebilir. Bütün târihi boyunca, Türk kültüründe devlet ve hânedan millî varlığın temel direği olarak muhâfaza edilmiştir. Türk milleti, sonunda târihi boyunca kazandığı gücünü ve tecrübesini birleştirerek Osmanlı İmparatorluğu’nu kurmuştur. Târihimizin bütün evvelki safhaları bu büyük eserin meydana getirilmesi için yapılmış birer prova mâhiyetinde sayılabilir.

Din ve Devlet

Teşkilâtçılık, idârecilik, hâkimiyet duygusu, adâlet ve şefkat, vakar, yiğitlik, fedâkarlık ve feragat gibi kültürümüzün bütün üstün vasıfları hiçbir zaman bu devirdeki kadar işlenmiş ve geliştirilmiş değildir. Osmanlılar kendilerini, Allah’ın adını ve dinini yüceltmek, Allah’ın kullarına da hizmet etmek için kurulmuş bir devletin temsilcisi olarak görüyorlardı. Hükümdâr kânun karşısında, halkının en basit fertleriyle aynı muameleye tâbi tutuluyordu. İnsanlar devlet için yaşıyor, devlet için ölüyorlardı. Çünkü onlar dinle devleti aynı şey olarak görüyor, biri yıkılırsa diğerinin de mahvolacağını biliyorlardı. Ayrıca devlet onların inandıkları kültür kıymetlerini korumakla görevliydi. Bu bakımdan devlet-millet birliğini ve bütünlüğünü sağlamayı her vatansever en mühim vazife bilmelidir.