“Âdâb-I Muâşeret”İn Önemi Ve Dînimizdeki Yeri
Bildiğimiz gibi, “âdâb”: “Edebler, güzel huylar, iyi haller ve davranışlar; her konuda haddini bilip sınırı aşmamak” demektir. Müfredi (tekili) “edeb”tir. Sözlük anlamı itibâriyle, “birini ziyâfete da’vet etme” mânâsını ifade eden “edep”, “İslâm’ın güzel saydığı söz ve davranışlar”dır. Bu itibarla “edep”, “insanların kendisine da’vet olundukları bilumum hayır, zarâfet, usluluk ve güzel ahlâk”demektir.
Seyyid Şerîf Cürcânî, (et-Ta’rîfât) adlı eserinde “edeb”i, “bütün hatâ türlerinden, kendisiyle korunulan şeyi bilmekten ibârettir” diye ta’rîf etmektedir.
Genel olarak “âdâb”: “ahlâk, terbiye ve nezâket kuralları” manasında kullanılır. En güzel ve hiçbir zaman eskimeyecek olan âdâb ve ahlâk, Kur’ân-ı kerîmde öğretilen ve Hz. Peygamber(s.a.s.)’in sünneti ile tatbîk edilip yaşanan âdâbtır.
“Edeb”, insanlara karşı bütün davranış ve muâmelelerinde, terbiyeli ve ahlâklı olmaktır; güzel hallere ve huylara sâhib olma ve utanılacak hareketlerden sakınma, her hususta haddini bilip, sınırı gözetme hâlidir; ayrıca namazda müstehab ve mendûp olan şeylerdir.
Selâm vermek, güler yüz göstermek, tırnak kesmek, sakal bırakmak gibi nice İslâmî edebler vardır ki, bunlar Sevgili Peygamberimizin birer sünneti olduğu gibi, daha önce geçen peygamberlerin de sünnetidir.
“Edeb”, insanı ayıplanma ve kötülenme sebeplerinden koruyan nefsin köklü bir kuvvetidir. “Nefs edebi” ve “ders edebi” olmak üzere ikiye ayrılan edeb’in birincisi acelecilik ve sinirlilik gibi doğuştan olan edeb, ikincisi ise daha sonra elde edilen ve “mekârim-i ahlâk”* (güzel ahlâk) olarak da isimlendirilen edebtir .
Ayrıca münâzara-mübâhase ilmini içine alan bir “edeb” türü daha vardır ki, âlimler bunu “edeb-i bahs” diye isimlendirirler. “Edeb”in bu türü, ilmî münazaralarda, tarafların birbirlerine karşı gösterecekleri ahlâkî kâideleri ihtivâ etmektedir. Yakın zamanlara kadar medreselerde bir ilim dalı olarak okutulagelmiştir.
Âdâb, fıkhî terim olarak ele alındığında ‘sünnet-i gayr-i müekkede’ hükmündedir. Onun için bu davranışta bulunana sevâp yazılır, yapmayana ise günâh yoktur. O yüzden “âdâb” nâfile, müstehap, mendûb, tatavvu’ ve fazîlet kavramlarıyla da eş anlamda kullanılır.
Âdâb kâideleri, Peygamber Efendimiz tarafından tavsiye ve teşvîk edildiği için, yapılan bu davranışa “müstehab” adı verilir. Yapıldığında bir sevâp kazanmak söz konusu olduğundan, buna “mendûb” denir. Yapılırken bir zorunluluk olmadan yapıldığı için de buna “tatavvu’” adı verilmiştir.
Fıkhî bir terim olarak, farz ve sünnetlerden sonra ibâdetlerin âdâbı anlamında kullanıldığı da bilinmektedir. Meselâ abdestin farz ve sünnetleri sayıldıktan sonra “Âdâbu’l-vudû”, namaz için “Âdâbu’s-salât” terimleri kullanılmıştır.
Büyük âlim ve velî İmâm-ı Rabbânî, namazın sünnet ve edeplerinden birini gözetmek ve tenzîhî bir mekrûhtan sakınmak; zikir ve tefekkürden üstündür buyurmaktadır.
Yine İmâm-ı Rabbânî’nin naklettiğine göre,İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe hazretleri, namaz abdestinin edeblerinden bir edebi terk ettiği için kırk senelik namazını kazâ etmiş, yeniden kılmıştır.
“Düzgün, güzel ve pürüzsüz söz söyleyen ve yazan, edebiyatçı”ya “edîb” denildiği gibi, bu kelime “Güzel hasletleri kendinde toplayan, haddini bilen” kimse manâsında da kullanılmaktadır.
Bir de “muâşeret” terimi vardır ki,insanların birbirleriyle görüşmelerinde ve işlerinde karşılıklı uymaları gereken usûl, kâideler demektir; “âdâb-ı muâşeret” şeklinde bir tamlama hâlinde çok kullanılır.
Bu konuda, İslâm âlimlerinin çok güzel sözleri vardır:
“En büyük edeb, ilâhî hududu muhâfaza etmek, gözetmek, Allahü teâlânın emirlerine uymak, yasaklarından sakınmaktır.” (Abdülhakîm-i Arvâsî)
“İnsanlar edebe ilimden çok daha fazla muhtacdır.” (Abdullah bin Menâzil)
“Kul için güzel edebden daha iyi mertebe görmedim. Çünkü aklın hayâtı edebdir. İnsan edeb ile dünyâ ve âhirette yüksek derecelere kavuşur.” (Ebû Osman Hîrî)
“Edebi gözetmek, zikirden üstündür. Edebi gözetmeyen Hakk’a kavuşamaz.” (İmâm-ı Rabbânî)
“Din büyüklerinin yolu baştan sona edebdir.” (İmâm-ı Rabbânî)
“Bir kimsenin edebli olması, iyi kalblilik ve akıllılık alâmetidir.” (Sırrîy-i Sekatî)
“Âdâba riâyetsiz hizmetin faydası yoktur.” (Muhammed Ma’sûm Fârûkî)
“Allahü teâlâya karşı edeb, O’nun emirlerini yerine getirmekle olur. Avâmın, halkın edebi, dînin emirlerine uymak; havâssın, seçilmişlerin edebi, dînin emirlerine uymakla berâber kalbi zikir (Allahü teâlâyı anmak) nûru ile aydınlatmak, gönülden Allahü teâlâdan başka her şeyi çıkarmaktır.” (İmâm-ı Gazâli)
“Âdemoğlunun edebden nasîbi yok ise insan değildir. Âdemoğlu ile hayvan arasındaki fark budur. Gözünü aç ve gör ki, Allahü teâlânın bütün kelâmının mânâsı, âyet âyet edebden ibârettir.” (Şems-i Tebrîzî)
İlim meclislerinde aradım, kıldım taleb,
İlim geride kaldı, ille edeb, ille edeb.
Edeb bir tâc imiş nûr-i Hudâ’dan
Giy ol tâcı, emîn ol her belâdan (Yûnus Emre)