Peygamberimiz Hangi Câmiyi Yıktırmıştır?
Dünkü makâlemizin sonunda: “Bundan sonra, Cuma ve Cumartesi günleri olmak üzere, haftada iki gün “İstikâmet” başlığı altında yazı yazacağız” demiştik.
Bugün, “Peygamberimizin hangi mescidi yıktırdığı” konusunu ele alacağız.
Bir Asliye Hukuk Mahkemesince verilen karârda meâlen: “İslâm dininde câmi yoktur. Hazret-i Muhammed, mescid yıkmıştır” denilmiştir. Bunlardan 1. iddiâyı dünkü makâlemizde kısaca ele almıştık. Şimdi gelelim 2. iddiâya:
Kararda: “…..Hattâ Hazret-i Muhammed zamanında yapılmaya kalkışılan bir mescidin, bilfiil Hazret-i Muhammed tarafından yıkıldığı, İslâm dini üzerinde söz sâhibi olan, aklı başında, çıkarcı olmayan din adamlarınca kaynak kitaplara yazılmaktadır…..” denilmiştir.
Şimdi o mescidle ilgili biraz bilgi verelim:
MESCİD-İ DIRÂR
“Mescid-i Dırâr”, Peygamber Efendimiz zamanında münâfıkların, fitne ve fesât yuvası ve silâh deposu olarak kullandıkları ve Kubâ denilen yerde yaptırdıkları [zâhiren] bir mâbed(!)dir.
Peygamber Efendimizin Medîne-i Münevvere’ye hicretinden sonra, birçok kimsenin müslüman olması, münâfıkların hoşuna gitmedi. Münâfıkların başı olan Abdullah bin Übey bin Selûl’ün dayısının oğlu olan Ebû Âmir, papazlığa özenir ve papaz elbisesi giyerdi. Peygamber Efendimizi kıskanarak kendisine uyanlarla birlikte Mekke’ye gitti ve müşriklere katıldı. Bedir, Uhud ve Hendek muhârebelerinde müslümanlara karşı savaştı. Mekke’nin fethinden sonra Şam’a kaçtı. Oradan Medîne ve Kubâ’daki münâfıklara haber gönderip, kendisine Kubâ’da bir mâbed yapmalarını ve burasını silâh deposu olarak kullanmalarını istedi. Kendisinin de Bizans ordusuyla yardıma geleceğini bildirdi. Münâfıklar da, Peygamber Efendimizin hicreti esnâsında Medîne’ye gelirken Kubâ’da inşâ ettirdikleri “Kubâ Mescidi” karşısında gösterişli bir mescid binâ ettiler.
Münâfıklar, müslüman cemâati bölmek, kendi emellerine ulaşmak için, fitne çıkararak onları birbirine düşürmek istiyorlardı.
Peygamber Efendimiz, Tebük’e gitmek üzere hazırlandığı sırada, “Dırâr Mescidi”nin kurucularından beş kişilik bir heyet gelerek, “Yâ Resûlallah! Kış gecesinde ve yağmurlu zamanlarda hasta ve hâcet sâhibi olanların namaz kılmaları için bir mescid yaptık. Sel geldiği zaman vâdî, Kubâ Mescidi cemâatı ile aramıza engel oluyor. Böyle durumlarda, namazımızı kendi mescidimizde, sel çekilip gidince de Kubâ Mescidi’nde onlarla birlikte kılacağız. Senin gelip mescidimizde bize namaz kıldırmanı arzu ediyoruz” dediler.
Sevgili Peygamberimiz de: “Ben, şimdi sefere çıkmak üzere meşgûl bulunuyorum. Seferden dönüp gelecek olursak ve Allah da dilerse, yanınıza gelir, onun içinde size namaz kıldırırız” buyurdu.
Peygamber Efendimiz, Tebük’ten dönüp Medîne’ye gelirken, Zi-Evân denilen yerde konakladı. Bu sırada “Dırâr Mescidi” kurucuları, yâni münâfıklar, tekrâr gelip Peygamberimizi mescidlerine götürmek istediler. Peygamber Efendimiz, münâfıkların bu dâvetini kabûl buyurarak gitmeye karar vermişti ki, Allahü teâlâ, Tevbe sûresinin 107-110. âyet-i kerîmelerini indirerek, gerek “Dırâr Mescidi” ve gerek bu mescid halkı hakkında, işin iç yüzünü bildirdi.
İnen bu âyet-i kerimelerde meâlen şöyle buyuruldu:
“Bir de zarar vermek, mü’minlerin arasına ayrılık sokmak için ve bundan önce Allah ve Resûlü ile harp edenin gelmesini beklemek için bir binâ yapıp, onu mescid edinenler ve ‘Bununla iyilikten başka bir şey kasd etmedik’ diye muhakkak yemîn edecek olanlar vardır. Allahü teâlâ şâhitlik eder ki onlar, şeksiz-şüphesiz yalancıdırlar. Sen, onun içerisinde hiçbir vakit namaza durma…..”
Peygamber Efendimiz, bu âyetlerin nâzil olmasından sonra, o mescidi yaktırdı. Şöyle ki: Peygamber Efendimiz, Mâlik bin Duhşüm ile Âsım bin Adiyy’e (radıyallahü anhümâ); “Şu halkı zâlim olan mescide gidiniz. Onu yakınız, yıkınız” buyurdu. Onlar da akşamla yatsı arasında gidip, binâyı ateşe verdiler. O sırada “Dırâr Mescidi” cemâati câmi içerisinde bulunuyordu; fakat Resûlullâh’ın görevlendirdiği iki sahâbî, “Dırâr Mescidi”ni yakıp, yıktıkları sırada, bu münâfıklar hiç ses çıkaramadılar ve dağılıp gittiler.
Böylece münâfıkların alevlendirmek istedikleri fitne-fesâd ateşi söndürülmüş oldu. Müslümanlar arasındaki sevgi ve muhabbet bir kat daha arttı. Bu hâdiseden sonra birlikleri bozulan münâfıklar dağıldılar. Başları olan Abdullah bin Übey bin Selûl, bu hâdiseden iki ay kadar sonra öldü. Nihâyet Arabistan’da müşrik ve Yahûdîlerin başları ezildiği gibi, münâfıkların da başları ezildi ve İslâma karşı durma, engelleme faaliyetleri ortadan kaldırıldı.