İslâmiyette “Câmi Yapmak” Yok Mu?
Ankara-Batıkent’te bulunan “Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Câmii”nin minârelerinden biri, 2000 yılında çıkan bir fırtınada, bir vatandaşın aracı üstüne yıkılmış, o vatandaş da, [burada ismini belirtmiyeceğimiz] bir Asliye Hukuk Mahkemesi’nde, alacak da’vâsı açmış, Mahkeme de, yakın zamanda, Hazine’yi, yıkılan minâre altında kalan araçtan dolayı, tazminâta mahkûm etmiştir. Tabii biz, mes’elenin hukûkî yönüyle ilgilenecek değiliz.
Fakat adı geçen mahkemenin nihâî karârında, “İslâm dininde câmi diye bir kavram yoktur…” denilmiştir.
Karar şöyle devam ediyor: “ Yapılan yargılama, toplanan deliller ve dosya kapsamına göre, İslâm dininde, esâsında câmi diye bir kavram yoktur….. Kul, evrenin her yerinde ibâdet yapabilir. Câmi yapmak, bir anlamda, dini şekle boğmaktır. İslâm dinine inananı, şekil karşısına geçip ibâdet etmeye mecbûr kılmaktır. Mamâfîh Hazret-i Muhammed zamanında yapılan bir câmi veya mescidin olduğunu kimse öne sürememektedir. Hattâ Hazret-i Muhammed zamanında yapılmaya kalkışılan bir mescidin bilfiil Hazret-i Muhammed tarafından yıkıldığı, İslâm dini üzerinde söz sâhibi olan, aklı başında, çıkarcı olmayan din adamlarınca kaynak kitaplara yazılmaktadır…..”
Şimdi, bu cümleleri tek tek ele alıp cevaplandıralım:
Buradaki üç iddiânın cevâbını bir makâleye sığdırmamız mümkün değildir. Onun için, bugünkü makalemizde ilk 2 iddiâyı ele alacağız. “İslâm dininde, esâsında câmi diye bir kavram yoktur” cümlesinin cevâbıyla işe başlayalım.
1- Karârda: “Hazret-i Muhammed zamanında yapılan bir câmi veya mescidin olduğunu kimse öne sürememektedir” denilmiştir.
Bu iddiâ, külliyyen yanlıştır. Şöyle ki, Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), hicret esnâsında, Medîne-i Münevvere yakınındaki Kubâ köyüne uğradı; burada 10 günden fazla kaldı; ilk def’a “Kubâ Mescidi” denilen câmiyi yaptırdı. Bundan sonra yapılan ve ilk Cum’a namazının kılındığı câmi, Rânûnâ Vâdîsi’ndeki “Mescid-i Cum’a”dır.
Bütün kitaplarda yazılı olduğu üzere, Sevgili Peygamberimiz, kısa bir müddet sonra da, Medîne-i Münevvere’ye intikâl etmiş ve orada, günümüze kadar da gelen “Mescid-i Nebevî”yi yaptırmış, kendisi de bizzât sırtında taş taşıyarak, inşâata yardım etmiştir.
Peygamberimiz ve Eshâb-ı kirâm zamânında daha birçok câmi yapılmıştır.
2- Yine karârda: “İslâm dininde, esâsında câmi diye bir kavram yoktur. Nedenine gelince, dinin kaynağı Allah’dır. Evren Allah’ın mülküdür… Kul, evrenin her yerinde ibâdet yapabilir. Câmi yapmak, bir anlamda, dini şekle boğmaktır. İslâm dinine inananı, şekil karşısına geçip ibâdet etmeye mecbûr kılmaktır” denilmiştir.
BAZI MEŞHUR CÂMİLER
İslâm devletleri, [başta Emevîler, Abbâsîler, Selçuklular ve Osmanlılar olmak üzere], müslümanların oturmakta olduğu bütün şehir ve beldeleri, baştan başa câmilerle süslemişlerdir. Öyle ki, câmi inşâsında, başlı başına bir mîmârî tarz vücuda getirmişlerdir.
Hele Osmanlılar, Bursa, Edirne ve İstanbul gibi pâyitaht şehirlerinde sayılamayacak kadar çok câmi yaptırmışlardır. Edirne’deki “Selîmiye”, Bursa’daki “Câmi-i Kebîr (Ulu Câmi)”, İstanbul’daki “Bâyezîd”, “Süleymâniye”, “Fâtih”, “Sultan Ahmed” câmileri v.b. en büyükleri ve en muhteşemleridir.
Bunlardan başka, dünyânın çeşitli yerlerinde bulunan meşhur câmilerden bir kısmı şunlardır:
Câmi-i Emevî (Şâm), Cezâyir Paşa Câmii, Sâmerrâ Câmii, Amr ibnü’l-Âs Câmii (Fustât), İbn-i Tûlûn Câmii (Kâhire), Sidi Ukbâ Câmii (Kayravan), İsfehân Câmii, Kayıtbay Câmii (Kâhire), Kâliyân Câmii (Buhârâ), Şîrdâr Câmii (Semerkand), Bedşâhî Câmii (Lâhor), Kurtubâ Câmii…..
Bunlara ilâveten daha yüzlerce, hattâ binlerce câmi ve mescid sayabiliriz. Biz burada, sadece bazı meşhur câmileri zikrederek, bu iddiâya kâfî derecede cevâp verdiğimizi zannediyoruz. Anlayana bunlar kâfîdir her hâlde.
“Toplu yapılan ibâdet” deyince, hemen hatıra, “Beş Vakit Namaz”ın cemâatle kılınması, “Cuma” ve “Bayram Namazları” ile “Hac” ibâdeti gelmektedir. 5 vakit namazın câmi hâricinde kılınması câiz ise de, cemâatle kılınmasına 27 derece sevâp verilmektedir. Ama Cuma ve Bayram namazları hep câmide ve cemâatle kılınır. Haccın rükünlerinden birisi de Ka’be-i muazzamayı tavâftır [Tavâf-ı ifâda=tavâf-ı ziyâret].
Târih boyunca gelmiş-geçmiş bütün insan topluluklarında görülen ortak özelliklerden biri de, kendi inançlarına göre bir tapınaklarının, ibâdet usûlü ve şekillerinin olmasıdır. Gerçekten yeryüzünün her yerinde yapılan kazılarda, eski insanların mâbedlerinin ve ibâdet esâslarının izlerine rastlanıldığı gibi, bugün de dünyânın neresine gidilirse gidilsin, en muhteşem yapıların başında mâbetlerin geldiği görülür.
Bundan sonra, bu sütunda, inşâallah, Cuma ve Cumartesi günleri olmak üzere, haftada iki gün “İstikâmet” başlığı altında yazı yazacağız. Yarınki makâlemizde de, “Peygamberimizin hangi mescidi yıktırdığı” konusunu ele almak istiyoruz.