Cumartesi, Ekim 5, 2024
Gazete Makaleleri

Oruç Ve Namaz İbâdetleri Bütün İlâhî Dînlerde Vardı

Kur’ân-ı kerîmde, Mülk sûresinin 2. âyet-i kerîmesinde meâlen:

“Hanginizin daha güzel amelde bulunacağını imtihan edip ortaya çıkarmak için ölümü de, hayatı da yaratan O’dur…” buyurulmuştur.

Demek ki, yaşamaktan maksat iyi işler yapmaktır. Bir kimsenin iyi veya kötü olduğu yaptığı işlerden anlaşılır. Bir kimse kötülüklerden kaçıyor, iyi işler yapıyorsa, o kişinin Cennete gitme ihtimâli çoktur.

En büyük ve en son peygamber olan Hazret-i Muhammed (aleyhisselâm) tarafından teblîğ edilmiş olan îmân, ibâdet ve ahlâk esasları ile insanlar, mânen ve maddeten yükselmeye, üstünlük ve şeref sâhibi olmaya, dünyâ ve âhiret saâdetlerine kavuşmaya dâvet edilmişlerdir.

Böylece insanlar, âlemlerin ve bütün mahlûkların yaratıcısı olan ve bütün nîmetleri, iyilikleri gönderen Allahü teâlâya ibâdet etmeye, ancak O’na boyun bükmeye, O’na duâ etmeye, O’ndan yardım istemeye, O’na sığınmaya çağırılmışlardır.

Nitekim Allah’a kulluk hakkında, Kur’ân-ı kerîm’de meâlen, “Yalnız Sana ibâdet (kulluk) ederiz ve yalnız Sen’den yardım isteriz” (Fâtiha sûresi, 4) buyurulmaktadır.

İnsanların, zaman zaman içine düştükleri birtakım vahîm yanlışlık ve bayağı işler, her devir ve her yerde, Allahü teâlânın gönderdiği peygamberler (aleyhimüsselâm) ve hak dinler vâsıtasıyla düzeltilmiş, îmân ve ibâdette hak olan mâbuda (Allah’a) yönelmeleri emredilmiştir.

İNSANLARIN YARATILMALARINDAKİ MAKSAT, ALLAHÜ TEÂLÂYA İBÂDET ETMELERİDİR

Aslında bütün insanların yaratılmalarındaki maksat, Allahü teâlâya ibâdet etmeleridir. Nitekim Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîminde Zâriyât sûresinin 56. âyet-i kerîmesinde meâlen: İnsanları ve cinnîleri, ancak (beni bilmeleri, tanımaları) bana ibâdet etmeleri için yarattım” buyurmuştur.

İbâdet, Allahü teâlânın râzı olduğu işleri yapmaktır. Allahü teâlânın rızâsı, yapılmasını kesin olarak emrettiği farzları yerine getirmekte ve yasak ettiği haramlardan kaçınmaktadır.

Bilindiği gibi ibâdetler üç kısımdır: 1- Beden ile (namaz ve oruç gibi), 2- Mal ile (zekât,  sadaka-i fıtır ve kurban gibi), 3- Hem beden hem de mal ile (hac ve umre gibi) yapılan ibâdetlerdir.

Kur’ân-ı Kerîm’de, Bakara sûresinin 183. âyet-i kerîmesinde, oruç ibâdetiyle ilgili olarak meâlen şöyle buyurulmaktadır:

“Ey iman edenler! Oruç, sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Umulur ki (günâhlardan) korunursunuz;  Allah’a karşı gelmekten sakınırsınız.” (Bakara,183)         

İlk insan ve aynı zamanda ilk Peygamber olan Hazret-i Âdem’den itibâren bütün peygamberler e(aleyhimüsselâm) ve ümmetlerine oruç farz idi.

NAMAZ BÜTÜN İLÂHÎ DİNLERDE VARDI

Âdem aleyhisselâmdan beri, ilâhî dinlerin hepsinde, namaz kılmak da emredilmiştir.

Nitekim Hazret-i Âdem, Cennet’ten çıktığında sabah namazı vaktiydi; iki rekat namaz kılmıştı. Hazret-i İbrâhim, öğle vaktinde oğlu İsmâil aleyhisselâmı kurban etme emrinden affedildiğinde, dört rekat namaz kılmıştı. Yûnus aleyhisselâm, balığın karnından kurtulduğu vakit ikindi vaktiydi; bu zaman dört rekat namaz kılmıştı.

Âdem aleyhisselâm ikindi, Yâkub aleyhisselâm akşam, Yûnus aleyhisselâm yatsı namazlarını kılarlardı.

Hazret-i Mûsâ’ya yardımcı olarak, ağabeyi Hazret-i Hârûn gönderildiğinde, yatsı vaktiydi; Hazret-i Mûsâ o vakitte dört rekat namaz kılmıştı. Îsâ aleyhisselâm, Cenâb-ı Hakk’ın verdiği nîmetlere şükür için, akşam vaktinde üç rekât namaz kılmıştı. Vitir namazı, Peygamberimizin Mîrâc’ta kıldığı namazlardandır. Hepsinin kıldığı namazlar bir araya toplanarak, müslümanlara  5 vakit namaz farz edildi.

Bilindiği gibi, Allahü teâlâ’ya ve Peygamberi’ne îmândan sonra, dînimizde en kıymetli ibâdetin namaz olduğu bildirilmiştir. Namazın ehemmiyetini bildiren âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler pek çoktur. Kur’ân-ı Kerîm’de yüzden fazla yerde, namaz kılmak emri tekrar edilmekte, hadîs-i şerîflerde namazın nasıl kılınacağı öğretilmekte ve teşvik edilmektedir.

Namaz, ibâdetlerin en kıymetlisidir. Namaz kılmak, kulun âcizliğini, Rabbine îtirâf etmesidir. Yanî Allahü teâlânın büyüklüğünü düşünerek O’nun karşısında kendi küçüklüğünü anlamaktır. Bunu anlayan kimse hep iyilik yapar; hiç kötülük yapamaz.

Bilindiği üzere, İslâmiyette farz kılınan ibâdetlerin faydası, insanlara yâni o ibâdetleri yapan fertlere, âilelere ve cemiyetleredir. Yoksa Allahü teâlâ, insanların ibâdetlerine muhtaç değildir. İnsan namaz kılmakla, oruç tutmakla hem Allah’a karşı kulluk vazîfesini yapmış, hem de kalbini her türlü kötülüklerden temizlemiş olur. Çünkü namaz ve oruç insanı rûhen yükseltir ve kötülüklerden alıkoyar. Aynı şekilde Allah’ın emrettiği gibi malının zekâtını vermek ve muhtaçlara yardım etmekle de hem Allah’a karşı kulluk, hem de insanlara karşı insanî vazife yapılmış olur.