Pazar, Kasım 3, 2024
Makaleler

Müslümânlık, Sevgi ve Kardeşlik Dînidir

Müslümânlık, sevgi, kardeşlik, afv, mağfiret ve güzel ahlâk dînidir. Kur’ân-ı kerîm, hadîs-i şerîfler ve İslâm târihi bunun sayısız örnekleriyle doludur. Sevgi hakkındaki âdetâ sayısız âyet-i kerîmelerden birkaçı meâlen şöyledir. Allahü (teâlâ) şu kimseleri sever:

“…..Allahü (teâlâ) iyilik edenleri sever.” [Bakara (2), 195]

[Ey Habîbim, Yahûdî ve Hıristiyânlara] de ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin, günâhlarınızı affetsin…..” [Âl-i İmrân (3), 31]

“…..Allahü (teâlâ) ihsân edenleri sever.” [Âl-i İmrân (3), 134]

“…..Allahü (teâlâ) sabredenleri sever.” [Âl-i İmrân (3), 146]

“…..Allahü (teâlâ) adâlet edenleri sever.” [Mâide (5), 42]

Ama Allahü teâlâ şu kimseleri sevmez [Yine misâl olmak üzere, sâdece birkaç tanesini zikredeceğiz]:

“…..Allahü (teâlâ) zâlimleri sevmez.” [Âl-i İmrân (3), 57]

“…..Allahü (teâlâ) çirkin sözün açıklanmasını sevmez.” [Nisâ (4), 148]

“…..Allahü (teâlâ) fesâtçıları sevmez.” [Mâide (5), 64]

“…..Allahü (teâlâ) isrâf edenleri sevmez.” [En’âm (6), 141]

“…..Allahü (teâlâ) kibirlenenleri sevmez.” [Nahl (16), 23]

Bazı hadîs-i şerîflerde, sevgiyle alâkalı olarak buyuruldu ki:

“Allahü teâlâ cemîldir [güzeldir], cemâl sâhiplerini sever.” [Müslim]

“Allah tektir, teke riâyet edeni sever.” [Beyhekî]

“Allahü teâlâyı seven hayâ sâhibi olur.” [Râmûzu’l-Ehâdîs]

“Seven kişi, sevdiği ile berâberdir.” [Buhârî]

“Âşık olup, sevgisini gizleyen ve iffetini muhâfaza eden, şehîd olarak ölür.” [Hatîb Bağdâdî]

“İyiliği, iyilik edeni sevin!” [Ebu’ş-şeyh]

“Kendisi için sevdiğini arkadaşı için sevmeyen, [kâmil] mü’min olamaz.” [Buhârî]

“Allahü teâlâ, komşusuna ve zimmîlere zulmedeni sevmez.” [Deylemî]

İnsanlar arasında muhabbeti, meveddeti, sevgiyi te’mîn eden en mühim vesîlelerden biri olan selâmlaşmanın dînimizde önemi büyüktür. Müslümânların yanına girerken, çıkarken, karşılaşınca, ayrılırken mutlakâ selâm vermelidir! Bu husûstaki hadîs-i şeriflerden birkaçı şöyledir:

“Mü’min kardeşine selâm vermek, yanına gelince ona yer göstermek ve hoşlandığı isimle hitâp etmek, aradaki sevgiyi pekiştirir.” [Taberânî]

“Tatlı dilli olmak, selâmlaşmak ve yemek yedirmek, Cennete götürür.” [Hâkim]

“Darlıkta infâk eden, rastladığı müslümâna selâm veren, kendi aleyhinde de olsa adâletli davranan, îmân hasletlerini toplamış olur.” [Ebû Nuaym]

“Yirmi müslümâna selâm veren bir mü’min, Cenneti hak eder.” [Deylemî]

“İYİ BİR MÜSLÜMÂN NASIL OLUR?”

Ulemâ ve Evliyânın büyüklerinden Sehl-i Tüsterî’ye (rahmetullahi teâlâ aleyh), bir genç gelerek: “Efendim! İyi bir müslümân nasıl olur?” diye sordu.

Büyük Velî ona cevâbında: “İyi bir müslümân, insanları memnûn etmeyi değil, Allahü teâlânın rızâsını düşünür” buyurdu.

Bilindiği gibi, Allahü teâlâ ve Resûlü, emirlerinin yapılmasından ve yasaklarından sakınılmasından râzîdırlar; ama harâmların işlenmesinden ve bid’atlardan râzî değildirler.

Aynı âlime, bir başkası da, “İhlâslı olmak nasıl olur?” diye sorduğunda, ona cevâben de:

“İhlâslı olan kul, bir iş yapacağı zaman: ‘İnsanlar beğenir mi?’ diye düşünmez. ‘Rabbim beğenir mi?’ diye düşünür ve O beğenecekse yapar, yoksa yapmaz” buyurdu.

İnsanlardan ilk istenen şey, doğru îmân etmek ve İslâmın şartlarını yerine getirmektir. Peygamber Efendimiz, doğru îmânın ve İslâmın ne olduğunu, Kur’ân-ı kerîmin nâzil olduğu 23 yıl boyunca Eshâb-ı kirâmına anlattılar ve öğrettiler. “Doğru yol, benim ve Eshâbımın gittiği yoldur, fırka-i nâciye budur” buyurdular.

Bu îmân ve İslâm bilgilerini Eshâb-ı kirâm, Tâbiîne, onlar da Tebe-i Tâbiîne, onlar ise Etbâ-ı Tebe-i Tâbiîne öğrettiler.

Tâbiînden olan İmâm-ı A’zam ve kendisi gibi müctehid olan talebeleri, Tebe-i Tâbiînden diğer üç mezhep imâmlarımız ve müctehid talebeleri, Peygamberimizin 23 yıllık tefsîrini, hadîs-i şerîflerini, îmân ve İslâm bilgilerini toplayarak fevkalâde güzel, mufassal bir şekilde kitaplara yazdılar. Böylece dört hak mezhep meydâna geldi.

Bu âlimlerin kitapları, Osmânlı târih sahnesinden çekilinceye kadar ”şer-‘i şerîf ” olarak esâs alındı.

İslâm devletlerinin Şeyhu’l-islâmlık, Müftülük makâmları ve şer’î mahkemeler, bu ana kaynaklara, ya’nî şer-‘i şerîfe uymayan sözlere ve kitaplara izin vermediler.

İslâm âlemindeki bütün âlimler, yüzyıllar boyunca, dört hak mezhep âlimlerinin kitaplarını esâs alarak, ya’nî onların kitaplarından nakiller yaparak, çok külliyyetli miktarda tefsîr, hadîs, fıkıh ve ahlâk kitapları yazdılar.

Dört hak mezhebin müctehid âlimlerine ve onların kitaplarından naklederek yazan âlimlere “Ehl-i Sünnet Âlimleri” denir. Kitaplarındaki bilgilere de “Ehl-i Sünnet Yolu” denir. Ehl-i sünnet âlimlerinden nakil yapmayarak, onlara aykırı olarak, kendi akılları ve görüşleriyle yazanların tefsîrleri ve dîn kitapları “bid’at ehlinin kitapları” diye tavsîf olunmaktadır.