İslamiyetin Tebliği Sırasında Çekilen Sıkıntılar
Geçen haftaki makalemizde, bir nebze, Peygamber efendimizin İslamı tebliğe başlamasından bahsettik. Bu makalemizde, bu önemli konuyu, ana hatlarıyla ele almak istiyoruz.
Bi’setin (Peygamber efendimize Peygamberliğinin bildirilmesinin) dördüncü yılında Hicr suresinin 94. ayet-i kerimesi nazil oldu. Mealen: “ (Ey Habibim !) Sana emrolunan şeyi (emir ve yasakları) açıkla, hak ile batılın arasını ayır. Müşriklerden yüç çevir! (Onların sözlerine iltifat etme)“ ilahi emri gelince, sevgili Peygamberimiz, Mekkelileri açıktan açığa İslam’a davet etmeye başladı. Bir gün Safa tepesine çıkıp: “Ey Kureyş halkı ! Buraya toplanıp sözlerimi dinleyiniz !” buyurdu. Kabileler toplandıktan sonra da: “Ey kavmim ! Hiç benden yalan söz işittiniz mi?” buyurunca, hepsi birden “Hayır işitmedik” dediler. Buyurdu ki: “Allahü teala, bana peygamberlik ihsan etti ve beni size peygamber olarak gönderdi.” Sonra da: ” (Ey Habibim !) Onlara de ki: Ey insanlar ! Ben sizin hepinize gelmiş, Allahü tealanın resûlüyüm. O Allahü teala ki, yerlerin ve göklerin sahibi ve idarecisidir. O’ndan başka ibadete müstehak yoktur. Her canlıyı öldüren ve dirilten O’dur…” mealindeki A’raf suresinin 158. ayet-i kerimesini okudu. Dinleyenlerden, amcası Ebu Lehep kızarak: “Kardeşimin oğlu divane olmuş ! Bizim putlarımıza tapmayanın, dinimizden ayrılanın sözünü dinlemeyiniz” diye küfürde direterek bağırdı. Orada bulunanlar dağıldı ve hiç kimse iman etmedi. Peygamber efendimizin, doğru sözlü, yüksek ahlaklı olduğunu bildikleri halde, yüz çevirdiler ve düşman kesildiler.
Sevgili Peygamberimiz, bu davetlerden sonra nerede bir kimse veya bir topluluk görse, onlara İslam’ı anlatırdı. Böylece hakiki kurtuluşun, nefse uymaktan, zulümden, haksızlıktan ve her türlü kötü işlerden uzaklaşmakla ve Allahü tealaya iman etmekle mümkün olacağını bildirirdi. Nefislerinin isteklerine, şehvetlerine uyanlar, zayıfları ezenler ve azgınlıkta aşırı gidenler buna şiddetle karşı çıktılar. Bütün bu bozuk işlerine son verileceğini görerek, Muhammed aleyhisselamın bildirdiklerini inkar ettiler. O’na ve inananlara düşman oldular.
MÜŞRİKLER VE YAPTIKLARI ZULÜMLER
Müşrikler, önce müslümanlarla alay ediyorlardı. Sonra baskı ve işkencelerini arttırmaya karar verdiler. Mü’minleri sindirmek, İslam davasını söndürmek istiyorlardı. Başlarında, Ebu Cehil, Utbe, Şeybe, Ebu Leheb, Ukbe bin Ebi Mu’ayt, As bin Vail, Esved bin Muttalib, Esved bin Abdi Yagus, Velid bin Muğire… gibi azılı İslam düşmanı kişiler vardı.
Kainatın sultanı, bir gün Kabe-i muazzamayı tavaf ederken, Cebrail aleyhisselam geldi ve: “Ben onların (alay edenlerin) hakkından gelmek üzere emir aldım” dedi. Sonra oradan geçerlerken her birinin bir yerine işaret ederek, “Yakında bunların her biri bir belaya uğrar” dedi. Bunlardan As bin Vail’in ayağına diken battı. Ne kadar ilaç yaptılarsa, derdine çare bulamadılar. Nihayet ayağı deve boynu gibi şişip; “Muhammed’in Allah’ı beni öldürdü” diye feryad ederek can verdi. Esved bin Muttalib’in gözleri kör oldu. Başı ağaca çarpılarak Cebrail aleyhisselam tarafından helak edildi. Esved bin Abdiyagus, Bad-ı Semum denilen yerde iken, yüzü ve gövdesi simsiyah oldu. Evine gelince tanımadılar ve kapıdan kovdular. Kahrından başını evinin kapısına vura vura öldü. Haris bin Kays da tuzlu balık yemişti; harareti arttıkça arttı. Ne kadar su içtiyse kanmadı; sonunda çatladı. Velid bin Muğire’nin de baldırına demir parçası battı. Yarası iyileşmedi, çok kan kaybetti ve “Muhammed’in Allah’ı beni öldürdü” diye feryad ederek can verdi. Böylece her biri yaptıklarının karşılığını görmüş oldu. Ayrıca, müşriklerin ebedi olarak cehennem’de kalacakları, ayet-i kerimelerle bildirildi.
Müşrikler, Peygamber efendimize eziyet ettikleri gibi, O’nun şanlı Eshabına da işkence yapıyorlardı. Bilhassa fakir, kimsesiz olanları tercih ediyor, ellerinden gelen, akla hayale sığmayan baskı ve zulmü hiç çekinmeden yapıyorlardı.
Sevgili Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), müşriklerin, Ashabına (r.anhüm) yaptığı zulüm ve işkencelere çok üzülüyordu. İslamiyet’in yayılması ve öğrenilmesi için emniyetli bir yer lazımdı. Efendimiz, bu mukaddes vazife için Hazret-i Erkam’ın evini seçti. Habib-i Ekrem efendimiz, bu evde, sahabilerine İslamiyeti anlatıyordu. Yeni müslüman olacaklar buraya gelip İslamiyetle şereflenirler, Resulullah efendimizin gönüllere deva olan mübarek sözlerini dinlemekle bereketlenirlerdi. Peygamber efendimizi, sanki başlarına kuş konmuş da konuşunca uçacakmış gibi, nefesleri kesilmişcesine dinlerlerdi. Mübarek sözlerini, adeta yutarcasına, hiç bir kelimesini kaçırmadan ezberlerlerdi. Peygamberimiz (aleyhisselam), gündüzlerini Hz. Erkam’ın evine ayırıyor ve sabahtan akşama kadar Eshabını yetiştirmekle meşgul oluyordu. Burası müslümanların ilk karargahı, “Darü’l-İslam” idi. İlk müslümanlar burada toplanırlar, müşriklerin her türlü kötülüklerinden korunmaya çalışırlardı. Önümüzdeki hafta inşaallah, çekilen sıkıntılara rağmen, İslamın tebliğine nasıl devam edildiği konusunu gündeme getirmek istiyoruz.