Cumartesi, Ekim 5, 2024
Makaleler

İnsanın “Eşref-i Mahlûkât” Olması

Hemen makâlemizin başında, insanın durumunu, âyet-i kerîmeler muvâcehesinde, 4 madde hâlinde özetleyebiliriz:

1- İnsan, yeryüzünde “Allah’ın halîfesi” kılınan [Bakara, 30],

2- “Mükerrem bir varlık” [İsrâ, 70],

3- “Ahsen-i takvîm üzere yaratılan” [Tîn, 4],

4- Hem de “eşref-i mahlûkât” ve “zübde-i âlem” olan bir varlıktır.

[İnşâallah, yarınki makâlemizde, bu maddeler üzerinde ayrı ayrı durmak istiyoruz.]

Bütün insanların en şereflisi, Kâinâtın Efendisi, başlarımızın tâcı, gönüllerimizin ilâcı, iki cihânın güneşi, Hazret-i Muhammed aleyhisselâmı, lâyıkı vechile, doğru bir şekilde beşeriyete tanıtmak, biz müslümânlar için bir insanlık, müslümânlık ve vefâ borcudur. Bu, O’nun ümmeti olmakla şereflenmiş bulunan kültürlü, münevver, imkânı olan ve gücü yeten her müslümânın işi olmalıdır.

Kesin bir husustur ki, Resûlullah Efendimizi, ilim, irfân ve asâlet sâhibi insanlar medhetmekte; amacâhil, ilim ve edepten mahrûm, nasîpsiz, dînsiz, îmânsız, bozuk kişiler de kötülemektedir. Tabîî ki bu, bir nasip işidir.

Bilindiği üzere, Asr-ı Seâdette, Resûl-i Ekrem’i müdâfaa eden kimseler vardı. Meselâ Peygamberimizin şâirlerinden Hassân bin Sâbit (radıyallahü anh) için, Mescid-i Nebevî’ye bir kürsü de konulmuştu. O, oradan müşriklere şiirle cevap verirdi. Peygamber Efendimiz de onun şiirlerini beğenirdi. Çünkü onu medhetmek dînen çok hayırlı bir iştir.

SEVGİLİ PEYGAMBERİMİZ, KUR’ÂN-I KERÎMDE MEDH OLUNMUŞTUR?

“Gerçekten sen, büyük bir ahlâk üzeresin” (Kalem, 4) âyet-i kerîmesinde, Yüce Allah’ın büyük iltifâtına mazhar olan Sevgili Peygamberimiz, Kur’ân’dan ibâret olan güzel ahlâkını, hayâtında sergilediği tatbîkâtı, emir ve tavsiyeleri ile ümmetine teblîğ etmiştir.

“Onun şahsında, Allah’ı ve âhiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça hâtırlayanlar için güzel edeb ve ahlâk nümûneleri vardır ” (Ahzâb, 21) âyet-i celîlesi, O’nun “üsve-i hasene” [nümûne-i imtisâl = en güzel örnek] olduğunu ne güzel ifâde etmektedir?

Yine Cenâb-ı Hak, O’nun hakkında şöyle buyurmaktadır:

 “(Ey inananlar!) Andolsun ki, size içinizden, kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız, ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün [üstünüze çokça titreyen], mü’minlere karşı çok şefkatli ve gâyet merhametlidir.” (Tevbe, 128)

Kezâ Yüce Rabbimiz: “Peygamber, mü’minlere cânlarından evlâdır, ileridir, daha yakındır; [O, mü’minler nazarında kendi nefislerinden, cânlarından daha önce gelir; Mü’minlerin, Peygamber’i kendi nefislerinden çok sevmeleri gerekir.] O’nun hanımları da onların anneleridir…..”[Ahzâb, 6] buyurmuştur.

[Bu konuda, daha birçok âyet-i kerîmeyi zikredebiliriz. Ama “zikr-i cüz’ irâde-i kül” kaâidesince, bu kadarcıkla iktifâ edelim.]

TÂRİH BOYUNCA GELİP-GEÇMİŞ BULUNAN BÜTÜN AKLIBAŞINDA İNSANLAR, RESÛL-İ EKREM’İ MEDHETMİŞLERDİR

İslâm dünyâsında, Peygamber Efendimizi medheden on binlerce kitap, kasîde ve diğer eserler yazılmıştır. Arap, Fars ve Türk edebiyâtında görülen “Na’tlar”, hep O’nun için yazılmıştır.

Ama bunları yazanlar içinde, şöhretleri ve san’atları bütün dünyâyı ve asırları kaplamış olanları dahî, O’nu methetmekten âciz olduklarını beyân etmişlerdir.

Resûlullah Efendimiz, günümüzde de bütün dünyâ milletlerinin, ilim adamlarının, devlet, siyâset ve fikir adamlarının, edîplerin, târihçi ve askerî şahsiyetlerin alâkasını çekmekte, bunların herbiri O’nu biraz inceledikten sonra hayrânlık ve şaşkınlıklarını dile getirmektedirler.

Ne var ki, müslümân olmayanlar, Habîb-i Ekrem Efendimizin sâdece idâreciliği, dehâsı, askerî, sosyal ve diğer taraflarını görmekte, yalnız bunlara bakarak O’nu tanımaya çalışmaktadırlar. Gördükleri fevkalâde ve hiçbir insanda görülmemiş üstünlükler karşısında acze düşmekle berâber, O’na Peygamber gözüyle bakmadıkları için, O’nu tanımaktan ve anlamaktan çok uzak kalmaktadırlar.

Müslümânlar da, Peygamber Efendimizin güzellik ve üstünlüklerini ilimleri, ihlâsları ve O’na olan muhabbetleri kadar, derece derece görmekte ve anlayabilmektedirler. Bunlardan zâhir âlimleri O’nun zâhirî vasıflarını, bâtın âlimleri de bâtınî güzelliklerini görebildikleri kadar dile getirmişlerdir.

Ulemâ-i râsihîn denilen hem zâhir ve hem de bâtın bilgilerinde üstâd ve Peygamber Efendimize vâris olan yüksek İslâm âlimleri ise, O’nu bütün güzellikleriyle görmüş ve âşık olmuşlardır. Bunların en başında Ebû Bekr-i Sıddîk (radıyallahü anh) gelmektedir. O, Resûlullah Efendimizdeki nübüvvet nûrunu görmekte, O’nun üstünlük, güzellik ve yüksekliklerini idrâk ederek, O’na âşık olmakta, O’nu sevmekte, O’na tâbi’ ve teslîm olmakta, mâlını ve cânını O’nun uğrunda fedâ etmekte öyle ileri gitmiştir ki, başka hiçbir kimse Ebû Bekr-i Sıddîk (radıyallahü anh) gibi olamamıştır, onun mertebesine ulaşamamıştır.