Hulefa-İ Raşidin Ve Bazı Sahabiler Hakkında Birkaç Kelime
Bu önemli konuya, önce, bir ayet-i kerime mealini zikrederek girelim:
“Muhammed (sallallahü aleyhi ve selem) Allahü teâlâ’nın Peygamberidir ve Onunla birlikde bulunanların [ya’nî Eshâb-ı kirâmın] hepsi, kâfirlere karşı şiddetlidirler. Fakat, birbirlerine karşı merhametli, yumuşaktırlar. Bunları çok zamân rükû’da ve secdede görürsün. Allahü teâlâdan, herkese dünyâda ve âhırette her iyiliği, üstünlüğü isterler. Rıdvânı, ya’nî Allahü teâlânın kendilerinden razı olmasını da isterler. Çok secde ettikleri yüzlerinden belli olur. Onların hâlleri, şerefleri böylece Tevrâtta (ve İncîlde) bildirilmişdir. İncîlde de bildirildiği gibi, onlar, ekine benzerler. İnce bir filiz yerden çıkıp kalınlaştığı, yükseldiği gibi, [az ve kuvvetsiz oldukları hâlde, az zamânda etrâfa yayıldılar. Her tarafı îmân nûru ile doldurdular.] Herkes filizin hâlini görüp, az zamânda nasıl büyüdü diyerek, şaşırdıkları gibi, [hâl ve şânları dünyâya yayılıp,] görenler hayret etti ve kâfirler kızdılar. İçlerinden iman edip de iyi amel ve hareketlerde bulunanlara, Allah, hem mağfiret, hem büyük mükafat va’d etmiştir.” (Fetih suresi: 29) Bu âyet-i kerîme, yalnız indiği zamânda bulunan Eshâbın değil, sonra îmâna gelecek olan Sahabenin de şânını bildirmektedir.
Kur’an-ı kerimin ifadesiyle Sahabe-i Kiram’ın hepsi, birbirlerine karşı çok merhametli, şefkatli, yumuşak, fakat kafirlere karşı şedid, çetin, metin, şiddetlidirler. Ama tarihte ve günümüzde, nüfus cüzdanlarında müslüman yazılı bazı kimselerin bunun tersine hareket ettikleri, yani müslümanlara, hem de müslümanların en üst tabakası olan Eshab-ı Kirama şiddetli davrandıkları, hatta düşmanlık ettikleri görülmektedir. Bu hal, müslümanların ahlakından değildir. Bütün Peygamberleri, Sahabe-i Kiramın tamamını, bütün alim ve velileri sevmek lazımdır; bu durum, müslümanların boyunlarının borcudur.
Büyük âlimlerden Ahmed ibn-i Hacer-i Mekkî Heytemî (rahimehu’llahü teâlâ), Sahâbe-i Kirâmın (radıyallahü teâlâ anhüm ecmaîn) üstünlüklerini, iki büyük kitâbta yazıp, delîl, sened ve vesîkalarla düşmanların dillerini kesti. Bu iki kitaptan biri olan “es-Savâiku’l-Muhrika“ kitâbından iki hadîs-i şerîf nakledelim.
Sevgili Peygamberimiz mealen buyurdu ki:
1–“Allahü teâlâ, beni insanların en asîl-zâdesi olan Kureyş kabîlesinden seçdi ve bana insanlar arasından en iyileri arkadaş, sâhib olarak ayırdı. Bunlardan birkaçını bana vezîr olarak ve dîn-i islâmı, insanlara bildirmekde, yardımcı olarak seçdi. Bunlardan ba’zılarını da Eshâr olarak, ya’nî zevce tarafından akrabâ olarak ayırdı. Bunlara sebbedenlere, sövenlere, iftirâ edenlere, Allahü teâlânın, bütün meleklerin ve insanların la’neti olsun! Allahü teâlâ, kıyâmet günü, bunların farzlarını ve sünnetlerini kabûl etmez.”
Hazret-i Ebû Bekr ve Hazret-i Ömer (radıya’llahü anhümâ), Resulullah efendiimizin hem vezîrleri, hem de eshârı idi. Çünkü, birisi, ezvâc-ı tahirâttan Hazret-i Âişe’nin (radıyallahü anhâ), diğeri de, Hazret-i Hafsa’nın (radıyallahü anhâ) babaları idi. Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) mubârek zevcesi Ümm-i Habîbe (radıyallahü anhâ) annemizin erkek kardeşi olan Hazret-i Mu’âviye ve babası Ebû Süfyân ve anası Hind “radıyallahü anhüm” de, eshârdan olup, bu hadîs-i şerîfe dâhildirler. Bilindiği üzere Mu’âviye (radıyallahü anh) de, Peygamber efendimizin kayınbiraderi, vahiy katibi ve İslâm dininin yayılmasına çok hizmet eden bir sahâbîdir. Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali zamanında vali idi. Allahü teâlânın, Sahabe-i Kiram hakkındaki medih ve senâlarına, herbir sahâbî gibi, o da dâhildir.
Yine Peygamber Efendimiz buyurdular ki :
2 – “Eshâbımın, akrabâmın ve bana yardım eden, gösterdiğim yolda gidenlerin sevgisinde benim hakkımı koruyunuz! Onları sevmek sûretiyle benim Peygamberlik hakkımı koruyanları, Allahü teâlâ, dünyâda ve âhırette belâlardan, zararlardan korur. Benim Peygamberlik hakkımı düşünmiyerek, onları incitenleri, Allahü teâlâ sevmez. Allahü teâlânın sevmediği kimselere azâb etmesi pek yakındır.”
Bu hadîs-i şerîfler, açıkça gösteriyor ki, Eshâb-ı Kirâmın (radıyallahü teâlâ anhüm ecmaîn) her birini sevmemiz, hepsine saygı göstermemiz lâzımdır. Aralarında yapdıkları muhârebeleri, Allahü teâlânın emrini yerine getirmek için, ictihad farkından dolayı yaptıklarına inanmak lâzımdır. Bu muhârebelere katılanların hiçbirinde makâm, şöhret, para hırsı yoktu. Hepsi âyet-i kerîmenin ve hadîs-i şerîfin emrini yerine getirmek gâyesinde idiler. Sahâbe-i Kirâm arasındaki muhârebeleri, kötü sebeblerden, bozuk niyyetlerden ileri gelmiş sanmayıp, dînî düşüncelerle, ictihadlarının farklı olması sebebiyle yapıldığına inanmalıdır. Onların doğru mu, yanlış mı yapdıklarına karışmak, işlerinde fikir yürütmek, din, akıl, âdet ve târîh bakımından, bizim vazîfemiz değildir. Çünkü hepsi, Allahü teâlânın ve Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) medih buyurdukları Sahâbe-i Kirâm sınıfı içindedirler.
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Eshâbımdan birine sebbedenlere, söğenlere, Allahü teâlâ, melekler ve bütün insanlar la’net etsin.“ Şeytâna, yanî lanete lâyık olan İblîse ve yardımcılarına bile lanet etmemek suç değildir. En doğrusu, hiçbir mahlûka lanet etmemektir. Bunun için, aslında Yezîd’e ve Haccâc’a da lanet etmek lâyık değildir; ona, buna lanetle uğraşmaktansa, dili böylece kirletmektense, Allahü teala’yı zikretmeli, dili güzel sözlerle süslemelidir.
Ehl-i sünnet vel-cemâ’at müslümanlar, Eshâb-ı Kirâmın herbirini yüksek bilip severken, Eshâb-ı Kirâmın çok kıymetlilerinden olan, Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) amcasının oğlu, dâmâdı, âhıret kardeşi olan ve hiçbir sahâbe için olmıyan mikdârda, hadîs-i şerîflerle medih ve senâ buyurulan İmâm Alîyi (radıyallahü anh) sevmez olurlar mı? Ehl-i Sünnete karşı böyle iftirâda bulunmak câhilliktir, ahmaklıktır.
Bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Allahü teâlâ, bana dört kişiyi sevmeği emr etti. Ben de onları seviyorum.“
Bunlar kimlerdir, denildiğinde: “Alî onlardandır. Alî onlardandır, Alî onlardandır ve Ebû Zer, Mikdâd ve Selmândır“ buyurdu.
Server-i âlem (sallallahü aleyhi ve sellem), Sahâbe-i Kirâmı birbirleriyle kardeş yapmışlardı. İmâm Alî (radıyallahü anh) huzûr-i saâdete gelerek, “Yâ Resûlallah! Beni de niçin birisi ile kardeş yapmadın“ dediğinde, “Sen benim dünyâda ve âhırette kardeşimsin“ buyurmuştu.
Birgün İmâm Alî (radıyallahü anh) buyurdu ki, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana, “Seni seven mü’mindir. Sevmiyen ancak münâfıkdır“ buyurmuşlardır.
Ebû Saîd-i Hudrî (radıyallahü anh) de diyor ki, “Bizler, aramızda olan mü’minlerle münâfıkları, İmâm Alîye (radıyallahü anh) olan sevgi ve düşmanlık ile fark ederdik.“ Takdir edileceği üzere bu konu çok uzundur. Biz, bu makalemizde zaruret miktarı şeyler yazdık. İinşaallah başka makalelerimizde aynı konuya başka yönlerden temas etmek istiyoruz.