Hazret-i Hüseyin Bin Ali Efendimizin Fazîleti
Geçen haftaki makâlemizde, “Aşûre Gecesi ve Günü”nün fazîletleri ile o günde meydâna gelen bazı mühim hâdiselerden bahsetmiştik. Ama o günkü makâlemizde yerimiz kalmadığı için, 10 Muharrem’de meydâna gelen ve yüreklerimizi yakan çok mühim bir hâdiseyi ele alamamıştık.
İşte bugünkü makâlemizde, bir nebze de olsa, Sevgili Peygamberimizin “Sibtayn-i muhteremeyn = İki muhterem torun”undan ikincisi, mübârek “12 İmâm”ın üçüncüsü, temiz “Ehl-i Beyt”in dördüncüsü, Hazret-i Alî Efendimizle Hazret-i Fâtımetü’z-Zehrâ (radıyallahü anhümâ)’nın kıymetli mahdûmları Hazret-i İmâm Hüseyin’in hayâtı ve fazîletlerinden bahsetmeye çalışacağız.
Hazret-i Hüseyin’in ilk çocukluğu, Resûlullah Efendimizin derin sevgi ve şefkati içinde geçti. Ancak bu hâl, çok sürmedi. Peygamberimiz âhırete irtihâl buyurunca, Hüseyin (radıyallahü anh), bundan sonra ilmini ve edebini babasının yanında tamâmladı. Kendisinin beş çocuğu oldu. İsimleri, sırasıyla Ali Ekber, Ali Asgar, Ca’fer, Fâtıma ve Sekîne’dir (radıyallahü anhüm ecmaîn).
HAZRET-İ HÜSEYİN (radıyallahü anh)
Resûlullahın (aleyhisselâm) torunu, Hazret-i Ali’nin ikinci oğlu, Oniki imâmın üçüncüsü ve Ehl-i Beytin dördüncüsü olan Hazret-i Hüseyin, Hicretin altıncı yılında (m. 628’de) doğdu. “Hüseyin” adı, ona Resûlullah efendimiz tarafından verildi. Künyesi, “Ebû Abdillah”dır.Lakabı “Seyyid” ve “Şehîd”dir.
Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîm’de, Ehl-i Beyte hitâben buyuruyor ki: “Allahü teâlâ, sizlerden ricsi, ya’ni her kusûr ve kirleri gidermek istiyor ve sizi tâm bir tahâret ile temizlemek irâde ediyor ey Ehl-i Beyt.”
Eshâb-ı kirâm sordular: “Yâ Resûlallah! Ehl-i Beyt kimlerdir?”
O esnâda, İmâm Ali, yanına geldi. Onu, mübârek hırkâsının altına aldılar. Ondan sonra, Fâtımatüz-Zehrâ geldi. Onu da yanına aldılar. İmâm Hasan geldi, onu da bir yanına; İmâm Hüseyin geldi, onu da öbür tarafına alarak, “İşte bunlar, benim Ehl-i Beytim’dir” buyurdular. Bu âyet-i kerîme ve ilgili hadîs-i şerîfler, Resûlullahın iki mübârek torununu sevmenin şart olduğuna açık delîllerdir.
Resûlullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Hüseyin doğduğu zaman, kulağına: “O, Cennet çocuklarının efendisi(seyyidi)dir” diye seslenmişti.
Üsâme bin Zeyd, bir gece Peygamber aleyhisselâmı gördüğünü ve onun: “Bunlar benim oğullarımdır [kızımın oğullarıdır]; Allahım, ben onları seviyorum, sen de onları sev ve onları sevenleri de sev” dediğini rivâyet etmektedir.
Bir defasında da “Hüseyin benden, ben Hüseyin’denim. Allahü teâlâ, Hüseyin’i seveni sever” buyurmuştu. Hazret-i Hüseyin, daha birçok hadîs-i şerîfle medh edildi.
HAZRET-İ HÜSEYİN’İN DOĞDUĞU GÜN
İbn-i Abbâs’dan (radıyallahü anhümâ) gelen bir rivâyete göre:
Resûlullah (aleyhisselâm),her sabâh namazını kıldıktan sonra, mübârek yüzünü Eshâb-ı kirâma çevirirdi. Üzüntülü kimseler yüzünü görseler, mesrûr (sevinçli) olurlardı. Bir gün sabâh namazından sonra, yüzünü döndürmeden, Hazret-i Ali’yi çağırdı. Beraber mescidden çıktılar. Eshâb-ı kirâm (aleyhimü’r-rıdvân) onların niçin ve nereye gittiklerini anlıyamadılar. Tekrâr dönerler diye Mescid’de oturmaya devâm ettiler.
İkisi, Hazret-i Fâtıma’nın evine gitmişlerdi. Peygamberimiz, Hazret-i Ali’ye kapıda durup kimseyi içeri sokmamasını emr etmişti. Zîrâ o gün Hazret-i Hüseyin doğmuş, melekler tebrîk etmek için gelmişlerdi. Hazret-i Ebû Bekir, Mescid’de duramayıp Hazret-i Ali’nin evine gitti. Sonra Ömer (radıyallahü anh), sonra Osmân (radıyallahü anh) ve bütün Eshâb-ı kirâm, Hazret-i Ali’nin evine geldiler.
Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh), Hazret-i Ali’den, Resûlullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) nerede olduğunu sordu. Hazret-i Ali, “İçeride” dedi.
“İzin verirsen, ben de, kendisini göreyim” dedi. Hazret-i Ali, “Allah’ın Resûlü meşgûldür” dedi.
“Benim içeri girmememi sana emretti mi?” deyince, “Hayır, yalnız dörtyüzyirmidört bin melek geldi” dedi.
Ebû Bekir (radıyallahü anh), Hazret-i Ali’nin bu sözüne taaccüb (hayret) edip durdu.
Ali (radıyallahü anh), Hazret-i Ömer, Hazret-i Osmân ve bütün Eshâb-ı kirâma aynı şeyleri söyledi.
Bir ara Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dışarı çıkıp, herkesin içeri girmesini emrettiler. Önce Ebû Bekir (radıyallahü anh), sonra bütün Eshâb-ı kirâm içeri girdiler. Resûlullah’a (sallallahü aleyhi ve sellem) selâm verdiler. Hazret-i Ali’nin, meleklerin sayısına dâir sözü söylendi.
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Ali’ye: “Meleklerin sayısını nasıl bildin?” diye sordular.
Hazret-i Ali: “Melekler grup grup geliyorlardı. Herbiri bir dil ile konuşurlardı ve kendi sayılarını bildirirlerdi” dedi.
Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah, aklını ziyâde etsin yâ Ali” buyurdular.
Birgün, Resûlullah Efendimiz, Hazret-i Hüseyin’i sağ dizine, oğlu İbrâhîm’i sol dizine aldı. O esnâda, Cebrâîl aleyhisselâm gelip, ‘Hak teâlâ, bu ikisinden birini alacaktır. Sen birini seç’ dedi. ‘Eğer Hüseyin vefât ederse, benim canım yandığı gibi, Ali’nin ve Fâtıma’nın da canları yanar.’
‘Eğer İbrâhim giderse, en çok ben üzülürüm. Benim üzüntümü, onların üzüntüsüne tercîh ediyorum’ buyurdular. Üç gün sonra oğulları İbrâhîm vefât etti.
Hüseyin (radıyallahü anh), Resûlullahın yanına her gelişinde onu öper ve “Selâmet ve seâdet o kimseye ki, oğlum İbrâhîm’i ona fedâ ettim” buyururdu.
Hazret-i Hüseyin’in yüzü, karanlık gecede etrâfını aydınlatırdı. Yaya olarak yirmibeş defa hacca gitti. Beraberindekiler bineklere binse de, kendisi binmezdi.
Birgün Hazret-i Hüseyin, Resûlullah Efendimizin yanında idi. Annesine gitmek istiyordu. Ama hava yağmurlu idi. Resûlullah, onun ıslanmaması için duâ buyurdu. Hüseyin (radıyallahü anh) eve gidinceye kadar, yağmur kesildi.
Hazret-i Hüseyin ile ilgili olarak Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki:
“Ben bir ağaca benzerim. Fâtıma, bunun kökü, Ali gövdesi, Hasan ve Hüseyin meyveleridir.”
“Genç olarak Cennete girenlerin seyyidleri Hasan ve Hüseyin’dir.”
“Hüseyin benden, ben de Hüseyin’denim. Hüseyin’i seveni Allahü teâlâ sever. Hüseyin torunlardan bir torundur.”
“Hüseyin’i seveni Allahü teâlâ sever.”
Hazret-i Hüseyin’in Peygamberimizden bizzât işiterek rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları şunlardır:
“Kişinin İslâmının güzelliğinden biri, mâlâya’nîyi terk etmesidir.”
“Bahîl (cimri) o kimsedir ki, yanında benim ismim anıldığında, bana salât ve selâm getirmez.”
Hüseyin (radıyallahü anh) buyurdu ki: “Cömerd efendi olur, cimri hor olur. Bu âlemde bir mü’min kardeşinin iyiliğini, kendinden önce düşünen, öbür âlemde daha iyisini bulur.”
Yine Hazret-i Hüseyin buyurdu ki: Birgün yüksek dedemin huzûruna varmıştım. Übeyy bin Kâ’b da huzûrunda idi. Bana: “Merhabâ, ey Ebû Abdillah, ey göklerin ve yerin süsü!” diye hitâb etti.
Übeyy bin Kâ’b hazretleri, “Yâ Resûlallah! Göklerde ve yerde, senden başka süs var mıdır?” dedi. Resûlullah: “Beni insanlara Peygamber olarak gönderen Allahü teâlânın hakkı için Hüseyin bin Ali, yeryüzünün merkezinin süsüdür. Ondan ziyâde süs, göklerin tabakalarıdır” buyurdu.
HAZRET-İ HÜSEYİN’İN ŞEHÂDETİ
Hüseyin (radıyallahü anh), hep babasının yanında idi. Babası şehîd olunca, Medîne’ye geldi. Hazret-i Muâviye’nin vefâtında Yezid’e bîat etmedi. Kûfeliler kendisini çağırıp halîfe yapmak istediler.
Kardeşi Muhammed bin Hanefiyye, Abdullah İbn-i Ömer, Abdullah İbn-i Abbâs ve daha nice Eshâb-ı kirâm (radıyallahü anhüm) kendisine mâni olmak istediler ise de, onların nasîhatlerini dinlemeyip, yetmişiki kişi ile Mekke’den Irâk’a doğru yola çıktı. Yezîd, Şâm’dan bunu haber alınca, Irâk vâlîsi Ubeydullah bin Ziyâd’a emir gönderip “onları Kûfe’ye sokma” dedi.
Bu da, Sa’d İbn-i Ebî Vakkâs’ın oğlu Ömer’in kumandasında bir ordu gönderdi. Abdullah İbn-i Ömer, geri dönmesini bildirdi ise de, İmâm kabûl etmeyip harp etti. Yanında bulunanlara da tekrâr tekrâr “teslîm olun” denildi ise de, 72’si de şehîd oluncaya kadar savaşa devâm ettiler.
Sinân bin Enes Nehâî, Hazret-i Hüseyin’i, Hicret’in 61 (m. 681) yılında Muharremin onuncu günü Kerbelâ’da şehîd etti. Mübârek oğlu Zeynel-âbidin Ali küçük olduğu için öldürülmedi. Kadınlar ve imâmın mübârek başı ile Şâm’a gönderildi. Mübârek başı, Mısır’da Karâfe kabristânında medfûndur. [Ezher meydânında “Seyyidünâ Hüseyin Câmii”nde olduğu da söyleniyor.]
Hazret-i Hüseyin, 10 Muharremde, 72 kişilik maiyetiyle birlikte şehîd edildi. Sevgili Peygamberimizin mübârek torunu, o yüce İmâmın şehîd edilmesi, elbette bütün müslümânlar için büyük musîbet ve üzüntüdür. Hazret-i Ömer, Hazret-i Osmân, Hazret-i Ali ve Hazret-i Hamza’nın şehîd edilmeleri de, bizler için böyle büyük musîbet ve üzüntüdür. Fakat onlar için, bir ni’mettir, şehîdlik gibi yüksek mertebeye kavuşmuşlardır.
Peygamber Efendimiz, çok sevdiği amcası Hazret-i Hamza’nın şehîd edildiği günün yıldönümlerinde mâtem [yas] tutmadı. Mâtem tutmayı da emretmedi. Mâtem yasak olmasaydı, herkesten önce Peygamber Efendimizin ölümü için mâtem tutulurdu. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: “Mâtem tutan, ölmeden tevbe etmezse, kıyâmette şiddetli azâp görür.” [Müslim]
“İki şey vardır ki, insanı küfre sürükler [sürükleyebilir]. Birincisi, birinin soyuna sövmek, ikincisi, ölü için mâtem tutmaktır.” [Müslim]