Pazar, Kasım 3, 2024
Gazete Makaleleri

Fâtih’in İstanbul’u Fethi

Bugünkü makalemizde, (29 Mayıs, fethin bir sene-i devriyesi olduğu için), İstanbul’u fethedip Doğu Bizans İmparatorluğunu yıkan ve bir çağı kapatıp yeni bir çağ açan, Osmanlı Devletinin de Cihan İmparatorluğu olmasını sağlayan Fatih Sultan Mehmed Han’ın İstanbul fethinden bir nebze bahsetmek istiyoruz:

          Şehzâdeliğinden beri bir an önce İstanbul’u fethetmek, böylece Hazret-i Peygamberin müjdesine mazhar olabilmek ideali ile yanıp tutuşan Sultan Mehmed, gece-gündüz bu büyük meselenin halline çalışıyordu. O, gördüğü yüksek eğitimin kendisine verdiği güvenle, daha 19 yaşında iken İstanbul’u fethetmeyi kafasına koymuş ve bu emelini 21 yaşında gerçekleştirmiştir. Şüphesiz ki maksat ve gayesi, Sevgili Peygamberimizin müjdesine layık olmaktı. Zira Şanlı  Peygamberimiz: Kostantiniyye (İstanbul) elbette fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, asker (ordu) de ne güzel askerdir” buyurmuştur.

        Hocası büyük velî Akşemseddîn ve diğer Evliyânın işâretleri, keşif ve kerâmet sâhiplerinin sözleri ile de, o bu fikri tamâmiyle benimsemişti.        

        Bu iş için, askerî târihin kaydettiği ilk büyük ateşli silahlar ve toplarla, ordusunu dayanılmaz bir kudret hâline getirmiş, İstanbul muhâsarasında donanmayı Beşiktaş’tan kara yolu ile Haliç’e indiren teknik bir dehâya sâhib olmuştu. Şöyle ki, devrin en ağır toplarını döktürdü. Havan topunun balistik hesaplarını yapıp plânını çizerek dik mermi yollu ilk silahı keşfetti. O zamana kadar ateşli silahların atıştan sonra soğuması beklenirdi. Fâtih Sultan Mehmed, zeytinyağı döktürerek insanlık târihinde ilk defa “yağla makina soğutmasını” gerçekleştirdi.

       Daha önce de belirttiğimiz gibi, bizzat kendisinin planını çizerek yaptırdığı  ve dört aydan az bir zamanda bitirilen Rumeli Hisarı ile İstanbul’un Karadeniz’den yapılacak ikmâl yolu tamamen  kontrol altına alınmış oldu. Ayrıca Karadeniz kıyılarına yayılan Venedik kolonilerinin de Venedik ile irtibatı kesilmiş oluyordu.

       Fatih, Haliç üzerinde, Kasımpaşa tarafından başlamak üzere boş fıçılar üzerine kalaslar bağlatarak beş buçuk metre enindeki bu köprüyü Kasımpaşa-Ayvansaray arasına inşâ ettirdi.

      Fâtih, bu yüksek vasıfları ve üstün kuvvetiyle İstanbul fethine hazırlanırken, ona karşı dış düşmanları ve içerde şehzâdeleri kışkırtan Bizans, târihî fesat siyâsetinin son gayretini gösteriyordu. Bu defa da, şehzâde Orhan’ı Fâtih aleyhine kullanma teşebbüsüyle, genç Pâdişâh’a İstanbul seferinin meşruluğunu ve zarûretini bir kere daha göstermiş oluyorlardı.         

         İkinci Mehmed nihayet, 23 Martta ordusuyla Edirne’den hareket etti. Kuşatma 6 Nisanda başladı. 18 Nisanda İstanbul adaları alındı. 22 Nisan gecesi Türk donanması karadan Haliç’e indirildi. İş işten geçtikten sonra, 23 Nisanda sulh teklifine gelen Bizans elçisine genç Pâdişah: “Ya ben şehri alırım, ya şehir beni!” cevâbını verdi. 29 Mayıs sabahı yapılan son taarruzda İstanbul düştü.        

          Bu şekilde ortaçağ sona erdi, yeniçağ başladı. İstanbul’un fethi, Türk târihinin en müstesnâ olayı sayılarak “Feth-i Mübîn” denildi. İstanbul’un fethi ile Osmanlı Cihan Devletinin temelleri atılmış oluyordu. Dünyânın en büyük kilisesi (Sainte-Sophie) ve bütün Avrupa’nın ayakta kalan en eski yapısı olan Ayasofya, câmiye çevrildi. Fâtih bu mabedin kıyâmete kadar câmi kalmasını yazılı olarak vasiyet ve vakfeyledi. Bütün Ortodoks Hıristiyanların başı olan patrikliği, -isteseydi kaldıracak güçte olmasına rağmen- ortadan kaldırmadı.

        İstanbul’un düşmesinden sonra, surlarda Ceneviz kumandan ve askerlerinin ölülerine rastlandı. Hâlbuki Cenevizliler Türklerle dostluk anlaşması imzâlamışlardı. Bu ihânetleri ortaya çıkınca, Fâtih, Ceneviz vâlisi ve papazını çağırtarak sadece üzüntülerini bildirdi ve Galata’da oturan bu Cenevizliler için bir ferman çıkarttı. “Evvelden olduğu gibi herkes sanat ve ticâretinde, ibâdetinde serbesttir. Kiliseler açık bulunacak, ancak çan çalınmayacaktır” şeklindeki emriyle ölüm bekleyen insanları sevindirdi. İstanbul’daki papazlar ve halk da, dinlerini korumak için, İstanbul’da Lâtin şapkası yerine Türk sarığı görmeyi tercih ettiklerini belirttiler.

          Gerek Ortodokslara, gerek Cenevizlilere tanıdığı bu serbestlik, Avrupalıların husûmetini azalttı. Bâzı Avrupalı târihçiler, Türklerin Avrupa’da süratli bir şekilde ilerlemesini, Avrupa’nın kolay fethini bu davranışa bağlarlar ve Osmanlı İmparatorluğu, bu hâdise ile cihânşümûl hâle geldi şeklinde yazarlar.