Eshâb-I Kirâmın Büyüklüğünü Anlamak
Bu sene (1423/2003) hac mevsiminde, mübarek topraklara gitmekle şereflendik. Vahyin nazil olduğu, Cebrail aleyhisselamın indiği, Sevgili Peygamberimizin, mübarek Ehl-i Beyt’inin ve diğer Eshab-ı Kiram’ının yaşadıkları yerleri tekrar görmek ve onların hayatlarını adeta yeniden hissetmek nasip oldu. Bu vesileyle, bu haftaki makalemizde, bir nebze bütün Eshâb-ı Kirâmın büyüklüğünden bahsetmek istiyoruz.
Edirne’de kadılık yapan Nişancızade Muhammed Efendi (v. 1031 / 1622) “Mir’ât-i Kâinât„ isimli kitabında (s.327) buyuruyor ki: “Akâ’id kitâblarının hepsinde şöyle yazılıdır: Eshâb-ı Kirâm’ın (radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în) hepsini büyük bilmek, hepsine hüsn-i zan etmek, hepsinin sâlih ve âdil olduklarına inanmak, hiçbirine dil uzatmamak, düşmanlık etmemek ve bir kısmını sevdiği için, ötekileri fenâ bilmemek kat’î delîller ile bütün müslümânlara vâcibdir. „
Hadis ve fıkıh alimi İmam Kastalani “Mevâhib-i Ledünniyye“ isimli kıymetli eserinde, “Eshâbımın isimlerini işitince, susunuz! Şânlarına yakışmıyan sözleri söylemeyiniz“ hadîs-i şerîfini yazmaktadır.
Eshâb-ı kirâmın “rıdvânullahi aleyhim ecma’în” şânlarına lâyık olmıyan sözleri söylemek, müslümânlara yakışmaz. Onların birbirleriyle muhârebeleri bile kötü sebeblerle, aşağı düşüncelerle değildi. Onların rûhları ve nefisleri, insanların en iyisinin ve yükseğinin (sallallahü aleyhi ve sellem) huzûrunda bulunarak, derslerini ve nasîhatlarını dinliyerek temizlenmiş, nûrlanmış, kalblerinde kin ve geçimsizlik kalmamıştı. Her biri ictihâd makâmına yükselmiş olduğundan, kendi ictihâdlarına uygun hareket etmeleri lâzım ve vâcib idi. Ba’zı işlerde ictihâdları ayrılınca birbirlerine uymayıp, kendi ictihâdlarına uymaları doğru yol idi. Onların birbirlerine uymamaları da, uymaları gibi, hak üzere idi; nefsin arzûsu değildi.
Büyük akaid alimlerimizden Allâme Sa’deddîn-i Taftâzânî (rahimehüllah), “Şerh-i Akâid„ isimli kıymetli eserinde diyor ki: Eshâb-ı Kirâmın (radıyallahü anhüm) aralarındaki muhârebelerin dînî sebebleri vardır. Onlara dil uzatanların sözleri edille-i kat’iyyeye, ya’nî Kur’ân-ı Kerîme ve Hadîs-i Şerîflere uygun değilse, kâfir olurlar. Uygun ise yine büyük günâha girerler; bid’at sâhibi, ya’nî sapık olurlar.
Hatta Zahiri mezhebi alimlerinden İbni Hazm diyor ki: Eshâb-ı kirâmın cümlesi Ehl-i Cennet(Cennetlik)’tir. Çünkü, Allahü teâlâ bunlar için meâlen: “En büyük dereceler vereceğim“ buyurdu. Sûre-i Hadîd’de mealen: “Onların hepsine hüsnâyı, ya’nî Cenneti va’d etdik“, Sûre-i Enbiyâ’da da meâlen: “Onları ezelde, hiçbir şeyi yaratmadan evvel, Cennetlik eyledim. Cehennem onlardan uzakdır“ buyuruluyor. Bu âyet-i kerîmelerden anlaşılıyor ki, Eshâb-ı Kirâmın hepsi (radıyallahü anhüm) Ehl-i Cennet’tir. Hiç birisi Cehennem ateşine yaklaşmıyacakdır. Çünkü, hüsnâ ya’nî Cennet ile müjdelenmişlerdir.
Ba’zıları, İmâm Alî “radıyallahü anh” efendimizle harb edenlere kâfir diyorlar. Hâlbuki, Sahâbe-i Kirâmdan bir kısmı, ictihâdlarında çok def’a Peygamber efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) de uymadılar. Bu ayrılmaları, kabahat sayılmadı. Cebrâîl (aleyhisselâm) geldiği zamân, bunlara birşey denilmedi. O hâlde, İmâm Alînin (radıyallahü anh) ictihâdına uymıyanlara dil uzatılabilir mi? Bunlara kâfir denebilir mi? Hem de, uymıyanlar çok idi ve çoğu, Sahâbe-i Kirâm’ın büyükleri ve Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sevgilileri ve hattâ Cennet ile müjdelenmişleri idi. Onlara dil uzatılabilir mi? Kâfir denebilir mi? Dîn-i İslâm’ın yarısına yakın emirlerini bizlere ulaştıran onlardır. Onlara kusûrlu denirse, dînin yarısı sarsılır. O büyüklerden hiçbirine, bu dînin büyüklerinden hiçbiri saygısızlıkda bulunmamışdır. Dört mezhebin reîsleri ve Sôfiyye-i aliyyenin büyükleri, onları büyük ve yüksek bilmişlerdir.
Kur’ân-ı kerîmden sonra Dîn-i İslâm’ın en doğru kitâbı Sahih-i Buhâri’dir. İşte Buhâri-yi şerîfde, pekçok sahâbînin “radıyallahü teâlâ anh” naklettikleri hadîs-i şerîfler yazılıdır. Eshâb-ı Kirâm (radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în) arasındaki muhârebeler, onların sözlerine bir kusûr getirmemiş ve i’timâdsızlığa sebeb olmamıştır. Bu kitâpta ve diğer bütün hadîs kitâblarında hem Hazret-i Alî’nin, hem de Hazret-i Muâviye’nin (radıyallahü anhümâ) bildirdikleri hadîs-i şerîfler vardır. Harp ettikleri için, sözleri kıymetten düşmemiştir. İmâm Alî (radıyallahü teâlâ anh) ile birlikde harb edenlerin sözleri yazıldığı gibi, Hz. Muâviye’nin (radıyallahü anh) yanındakilerin sözleri de yazılmışdır. Eğer Hazret-i Muâviye’de (radıyallahü anh) ve onunla berâber olanlarda bir kusûr bulunsaydı, bunların bildirdikleri hadîs-i şerîfler, kitâblara yazılmazdı. Din âlimlerinden hiçbiri, hadîs-i şerîfleri seçerken, İmâm Alîye (radıyallahü anh) uyup uymamağı hesâba katmamıştır. Şunu da söyliyelim ki, bu muhârebelerde İmâm Alî (radıyallahü anh) haklı idi. Fakat, onun ictihâdına uymıyanların hatâ ettikleri de söylenemez. Çünkü, Sahâbe-i Kirâmın çoğu, Tâbi’în, en yüksek âlimler ve mezheb imâmlarımız, birçok ictihâd mes’elelerinde, İmâm Alî’ye (radıyallahü anh) uymamışlardır. Eğer Hazret-i Alînin (radıyallahü anh) ictihâdlarının hep hak üzere olduğu kabûl edilseydi, bu kadar din büyükleri, ondan ayrı ictihâd etmezlerdi. Ba’zı mes’elelerde, İmâm Alî (radıyallahü anh) de, kendi re’yine uymıyan ictihâdları kabûl buyurmuştur.
Bu kısa makalemizde netice olarak ifade edelim ki, bütün Eshâb-ı Kirâmın temiz hayâtlarını kendimize örnek edinmeliyiz. Onlar gibi olarak, Allahü teâlânın rızâsını kazanmağa çalışmalıyız.. Müslümân, iyi insan demekdir; müslümânların kardeş olduklarını bilir. Herkese iyilik eder; kötülük yapanlara da nasîhat verir. Kimseye hiyle, hıyânet yapmaz. Münâkaşa etmez; herkese karşı, güler yüzlü, tatlı dilli olur. Devâmlı çalışır. Din bilgilerini ve fen bilgilerini iyi öğrenir. Çocuklarına, tanıdıklarına da öğretir. Gıybet, dedikodu yapmaz. Hep faydalı şeyler söyler. Helâl kazanır; kimsenin hakkına dokunmaz. Böyle olan müslümânı Allah da sever, kullar da sever; râhat ve huzûr içinde yaşar.