Çağımızın Peygamberimiz Hazret-İ Muhammed’e (S.A.S.) Olan İhtiyacı
Denilebilir ki, tarih boyunca, hayatı, en ince teferruatıyla ortaya konulan zat, şüphesiz ki, Peygamber efendimizdir. Fakat buna rağmen, günümüzde bir papaz çıkıp, Sevgili Peygamberimiz hakkında ileri-geri konuşabilmekte ve münasebetsiz laflar edebilmektedir. 1 Kasım 2002 Cuma tarihli makalemizde, o rahip ve benzerlerine bir nebze cevap yazmış isek de, bu durum, bizim, Peygamber efendimizi, bütün dünyaya doğru bir şekilde tanıtmamız ve onun üstünlüklerini, özelliklerini ve güzelliklerini yeni baştan anlatmamız icab ettiğini gösteriyor.
Delailü’n-Nübüvve ve Şevahidü’n-Nübüvve kitapları Hazret-i Peygamberin peygamberliğinin delillerinden, el-Hasais kitapları onun fazilet ve mu’cizelerinden, Siret-i Nebeviyye ve Meğazi kitapları onun hayatı ve harblerinden, Şemail-i şerife kitapları fiziki yapısından, İslam Tarihi kitapları ile Ansiklopediler ise, umumi hayatından gayet tafsilatlı ve teferruatlı şekilde, uzun uzun bahsetmektedirler.
Burada, kısa bir makale çerçevesinde onu, bütün teferruatıyla anlatmak mümkün değildir. İşin zor bir tarafı daha vardır. Çünkü kendisinden bahsedeceğimiz zat, alel-ade bir insan değil, çok müstesna bir şahsiyettir. Zira, alemlere rahmet olarak gönderilen, kainatın baştacı, ebedi rehberimiz, varlığımızı ve kurtuluşumuzu kendisine borçlu olduğumuz Sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Mustafa aleyhisselam hakkında yazı yazmak, söz söylemek, aslında bizim haddimiz değildir.
Zaten bir şair de diyor ki:
“Her vasfı ki, imtiyazı haiz,
Tarih onu vasfederken aciz.”
Peygamber efendimizin şairlerinden Hassan b. Sabit (radıyallahü anh)’in şu sözü ne kadar manidar: “Ben, Muhammed Mustafa (sallallahü aleyhi ve sellem)’den bahs ederken, onu medhediyor değilim; bilakis ondan bahsetmek suretiyle, kendi sözlerimi kıymetlendirmiş oluyorum.”
Gönüller Sultanı Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin (kuddise sirruh) kelamı da çok manalıdır:
” Ben, alemler genişliğinde bir ağız isterim, ta ki, meleklerin bile gıpta ettiği o zattan söz edebileyim.”
Burada Arapça bir şiiri de zikretmeden geçemiyeceğiz.
” Muhammed bir beşerdir, fakat alel-ade bir beşer değildir. Bilakis o bir yakut, diğer insanlar ise taş mesabesindedirler.”
Bu mukaddimeden sonra ifade edelim ki, aslında bütün Peygamberlerin temel sıfatları, hazret-i Peygamberin yüksek ahlakı, onun nümune-i imtisal oluşu, ona itaatla Allah’a itaatın eşdeğerde olması, itaat edilecek üç makamdan birinin Resulullah oluşu, Hazret-i Peygamber’e tabi olmanın lüzumu, ona muhalefetten sakınmanın ehemmiyeti, onu sevmenin önemi, Allahü tealayı samimi olarak sevmek için de Peygamber’e tabi olmak lazım geldiği konularında birçok ayet-i kerime, hadis-i şerif ve İslam Alimlerinin sözleri vardır. Onları, burada, bir makale çerçevesi içerisinde zikretmemiz mümkün değildir. Fakat bundan önceki bazı makalelerimizde kısmen o konulara temas ettiğimiz için, bu def’a mevzuu başka bir yönden ele almak istiyoruz. Burada, şu mübarek Ramazan ayında, Sevgili Peygamberimizi, insanların hiç olmazsa ana hatlarıyla öğrenmeleri için, onun kısa bir biyografisini takdim etmeyi münasip görüyoruz.
PEYGAMBERİMİZİN KISA BİYOGRAFİSİ
Muhammed aleyhisselam, Allahü taalanın habibi(sevgilisi), yaratılmış bütün insanların ve diğer mahlukatın her bakımdan en üstünü, en güzeli, en şereflisi, Allahü taalanın medhettiği ve bütün insanlara ve cinnilere Peygamber olarak seçip gönderdiği, son ve en üstün Peygamberdir. Alemlere rahmet olarak gönderilmiş olup, herşey O’nun hürmetine yaratılmıştır. Mübarek ismi “pek çok, tekrar-tekrar övülmüş, medhedilmiş” manasına gelen Muhammed’tir. Ahmed, Mahmud, Mustafa gibi başka mübarek isimleri de vardır. Hicretten 53 sene önce Rebî’ül-evvel ayının 12’sinde Pazartesi gecesi, sabaha karşı Mekke-i mükerreme’de doğdu. Tarihçiler, bu günün, mîlâdi sene ile 571 senesinin 20 Nisanına rastladığını bildirmişlerdir. Doğmadan bir kaç ay önce babası, 6 yaşında iken de annesi vefat etti. Bu sebepten Peygamber efendimize Dürr-i Yetim (kâinât sedefinde bulunan tek, büyük ve en kıymetli inci) lakabı da verilmiştir. 8 yaşına kadar dedesi Abdül-muttalib’in, onun ölümü üzerine ise amcası Ebû Talib’in yanında kaldı. 25 yaşında Hadicetü’l-Kübra validemiz ile evlendi. Bu hanımından doğan ilk oğlunun adı Kâsım idi. Araplarda künye ile anılmak âdet olduğundan, Peygamberimize de Ebü’l-Kâsım yâni Kâsım’ın babası denildi. 40 yaşında, bütün insanlara ve cinnilere peygamber olduğu Allahü teala tarafından bildirildi. 3 sene sonra herkesi, aleni olarak yani açıktan, îmâna dâvet etmeye başladı. 52 yaşında iken isra ve mi’râc mu’cizesi vukû buldu. Mîlâdi 622 yılında 53 yaşında Mekke-i Mükerreme’den Medine-i Münevvere’ye hicret etti. Bizzat kendisi iştirak ederek ve Başkumandan olarak 27 kerre muharebe yaptı. Ayrıca birçok yere pekçok seriyye gönderdi. 632 (H.11) senesinde Rebî’ül-evvel ayının 12’sinde Pazartesi günü öğleden evvel, Medine’deki Mescid-i Nebi’nin bitişiğindeki, zevcelerinden Hazret-i Aişe’nin (r.anha) odasında 63 yaşında vefat etti. Vefat ettiği yere de defnedildi. Cenab-ı Hak, hepimizi onun şefaatine nail eylesin.