Batılılardan Bir Kısmının İslamiyet Hakkındaki Bazı Sözleri
Yirmi sene gibi çok kısa bir zamanda Arabistan halkını, dünyâda bir benzeri görülmemiş üstünlüklere, yüksekliklere ve medeniyete kavuşturan İslâmiyet, otuz sene gibi yine çok kısa bir zamanda da Mezopotamya, İran ve Hindistan içlerine, Anadolu’ya, Mısır ve Kuzey Afrika’ya, Kıbrıs’a kadar yayılarak büyük İslâm devletleri kurulmasına vesile oldu.
Daha sonraki asırlarda Afrika içlerine, İspanya’ya, Avrupa içlerine kadar götürülen İslâm dîni ve medeniyeti, gittiği her yerde insanlara adâlet ve emniyet, huzûr ve saâdet dağıttığı gibi, ilmin ve tekniğin en son mahsûllerini de bol bol saçtı. Şehirler bayındır hâle getirildi; yollar açıldı, hastahâneler, üniversiteler, hânlar, hamâmlar, çeşitli vakıf eserleriyle beldeler îmar edildi, güzelleştirildi. İnsanların hayât seviyesi yükseltildi.
Hicâz başta olmak üzere Halep, Şam, Bağdat, Kâhire, Trablusgarp, Gırnata, Konya, Bursa, İstanbul, Edirne, Belgrad, Sofya, doğuda Mâverâünnehir şehirleri Horasan, Buhârâ, Semerkand ve Haydarâbâd, Delhi gibi Hind şehirleri, İslâm medeniyet ve san’atından en çok nasiplenen şehirler oldu. Kubbelerin hâkim olduğu bir mîmârî tarzıyla yapılmış câmiler, medreseler, saraylar, sosyal tesisler ile süslenen bu şehirler, yetiştirdikleri ilim ve fen adamlarıyla insanlığa ışık saçtılar. Bu, öyle yüksek ve ni’metlerini her yere bol bol saçan öyle cömert bir medeniyet oldu ki, bugün müslümanların elinde olmayan şehirlerde, hıristiyanların ve dinsizlerin yaptıkları olanca tahrîbâta rağmen hâlâ haşmetleriyle ayakta durmaktadırlar.
Ayrıca müslümanların matematik, astronomi, kimya, tıb, botanik, coğrafya gibi ilim dallarında gösterdikleri mahâret ve buluşları, Avrupa rönesansının ve bugünkü dünyâ ilim ve tekniğinin temeli oldu. Müslüman âlimlerin göz ameliyâtından çiçek aşısına, matematik kâidelerinden astronomi hesâplarına, kan deverânından eczâcılığa kadar her sâhada ulaştıkları yüksek seviye, İslâm medeniyetini süsleyen kıymetli mücevherler gibidir. Edebiyât, mîmârî, tezhip, hat, çinicilik, hattâtlık, oymacılık, kakmacılık sahalarında ortaya konulan mümtâz eserler, bugün de bütün dünyânın hayranlık ve takdirlerini toplamaktadır.
Fakat bundan önceki makalemizde de bir nebze temâs ettiğimiz gibi, mîlâdî 6 ve 7. asırlarda, Avrupa, Asya, Afrika, hele Arabistan Yarımadası, velhâsıl bütün dünya büyük bir karanlık içerisindeydi. Avrupa, Asya ve Afrika’da neler olduğunu, geçen makalemizde birazcık ele almıştık. Şimdi Arabistân Yarımadası’nı da bir nebze inceleyelim.
Başta mübârek Hicaz toprakları olmak üzere, bütün Arabistan Yarımadası, başına buyruk kabilelerin kendi aşiret kânûnlarına göre yaşadığı bir bölge hâline gelmişti. Her kabilenin kendine mahsûs bir putu olup, ona tapınıyorlardı. Allah’ın evi olan Kâbe’yi 360’dan fazla putla doldurmuşlardı. Kaba kuvvet, soyla övünme, fâiz, kumar, kan davası, fuhuş, kadınların orta malı olarak kullanılması, hatta kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeye varacak kadar vahşetler içinde çalkalanıp durmakta olan Arabistan yarımadası kavimleri, bir devlet bile kuramayacak bir durumda, kâh Rumların, kâh Acemlerin vesâyeti altında ilimden, medeniyetten bîhaber yaşıyorlardı. Çöllerde yaşayanları hayvancılık, şehirlerde olanları da ticâretle meşgûl idiler. Aralarında îtibâr gören ve fevkalâde ilerledikleri tek sâha “hitâbet-edebiyât” bilgisiydi.
İslâm dîninin îmân, ibâdet ve ahlâk esâsları insanların rûh ve bedenlerini, hâl ve hareketlerini olgunlaştırarak medenÎ bir cemiyet hayâtı kurmuştur. Adâlet, bu cemiyet hayâtının en mümtâz vasıflarından biri olmuş, devlet başkanı da, çoban da adâlet karşısında aynı haklara sahip olmuşlardır. Başka dinden, milletten olanlar da bu adâletten en geniş ölçüde faydalanmışlar, öyle ki, bütün gayr-i müslimler de müslüman idâresi altında yaşamaya can atmışlardır.
Çalışanın ücretinin tam ve zamanında verildiği, fakîr, âciz, kimsesiz, yetîm ve zavallıların ihtiyâçlarının temin edilerek korunduğu, sosyal adâleti esâs alan hoşgörü, kardeşlik, karşılıklı sevgi, saygı, müslüman cemiyetlerine mes’ût ve huzûrlu bir dünyâ hayâtı yaşattığı gibi, ebedî olan âhiret saâdetini de kazandırdı.
Rûh ve beden temizliği, bu dînin temel esâslarından olarak mensuplarını her türlü pislikten uzaklaştırdı. İlme ve ilim adamlarına verilen kıymet ile cehâlet yok edilerek ilimde ve teknikte kısa zamanda çok büyük merhaleler katedildi.
İslâm milletlerinin devlet teşkilâtı, idârî prensipleri bugün de ilmî tez konuları yapılarak incelenmekte, birçok esaslar alınarak Avrupa ve Amerika devlet idâresi sistemlerinde kullanılmaktadır. İslâm devletlerinde toprak en verimli usûller ve en yeni âletlerle işlenmiş, dokumacılık, demir-çelik mâmülleri, bakır işlemeleri, kurşun, kalay gibi mâdenlerden faydalanma, zamanlarına göre modern usûllerle yürütülmüştür.
Gerçek mânâsıyla “beldelerin îmâr edilmesi, insanların mânen ve maddeten yükseltilmesi” olan medeniyet, İslâm dini sâyesinde âlemşümûl bir hâl almıştır.