Âlimlerin Güzel Bazı Nasîhatleri
Peygamberlerin yaptıkları gibi, onların vârisleri olan büyük âlimler de, insanların hem dünyâda, hem de âhirette mes’ûd ve bahtiyar olmaları için, onlara zaman zaman güzel nasîhat ve tavsiyelerde bulunmaktadırlar. Meselâ bazı âlimler, yapmış oldukları nasîhatlerinde buyuruyorlar ki:
“İlimler çoktur; fakat ömür kısadır. O hâlde önce dinde zarûrî lâzım olan ilimleri öğrenmelidir. Dünyâ hayâtı âdetâ bir hayâldir. İnsanların çoğu hayâl peşinde koşuyorlar. Ne ahmaklıktır hayâl peşinde koşmak… Dünyâ geçici ve kısadır; dünyâ hayâtı ise azın azıdır; bunun da çoğu gitti, azı kaldı.
Dünya bir hiçtir; hiç ile uğraşan da hiçtir. Tövbeyi yarına bırakmamalıdır, zira ölüm ansızın gelip yakalar.
Dünya bir deniz gibidir; çok kimse orada boğulmuştur. Gemin takvâ, yükün îmân, hâlin tevekkül olursa kurtulursun.
Allah, bir kuluna imân vermiş ise, ne vermemiştir? İmân vermedi ise, ne vermiştir? Her namazı, “bu son namazım” diye kılmalıdır.
Allahü teâlâ, iyilik murat ettiği kullarını iyilikte, felâket murat ettiği kullarını felâkette kullanır. Müslüman için en büyük felâket, Ehl-i Sünnet i’tikâdına sâhip olmamak, olunca da bu ni’metin kıymetini bilmemek olur.
Rahmet, karşılıksızdır; azâp ise isyânın cezâsıdır, karşılığıdır. Azâba ma’rûz kalmamak için itâat şart. İtâat ettin mi korkma. Sevgi ise itâat demektir. Sevginin derecesi de itâatteki sür’at ile ölçülür.
Şu 3 şeye sarıl, bunlara mâni olan her şeyi terk et:
1- Namazları vaktinde kıl, 2- Harâmlardan sakın 3- Helâl kazanç edin.
Allahü teâlânın yasak ettiği şeylerde zerre kadar iyilik yoktur.
Hep üzüntülü olma, kalbini dertli kılma. İnsanların elinde olana tamah etmekten sakın. Kazâya râzı ol ve Allahü teâlânın sana verdiği rızka kanâat et.
Allahü teâlâdan ümit kesmek küfürdür. Onun için Rabbimizin mağfiretinden dâimâ ümitli olacağız. Hepimizin günâhı çok, tövbemiz de bozuk. Tövbenin kabûl olabilmesi için, şartlarına uygun olması lâzım. Bizler, tövbemizi unutuyoruz. “Yüz kere tövbeni bozsan, yine de ümidini kesme” buyuruluyor. [Burada, Hazret-i Mevlânâ’nın sözünü hâtırlıyalım.] İşte bu, bizler için büyük müjdedir.
Hastalıklar, mü’minlere, îmânı olanlara, Allahü teâlânın bir ihsânıdır. Cenâb-ı Hak’tan kuluna gelen her şey, o kul için hayırlıdır. Her ne gelirse yahşidir (güzeldir). Zira dostun bahşıdır. Allahü teâlâ, kullarına kötülük yapmaz, zulmetmez. İnsanlar kendi kendilerine kazdıkları kuyuya düşüyorlar. Allahü teâlâ Rahîm’dir; ama aynı zamanda O’nun azâbı da çok şiddetlidir.”
Yine İslâm âlimleri buyuruyorlar ki:
Şu üç kimsenin hâline şaşılır:
1- Ölüm kendisini yakalamak üzere olduğu hâlde, o dünyâlık peşindedir.
2- Gaflete dalıp, kendini unuttuğu hâlde, unutulmamış olup, hesâba çekilecektir.
3- Kendisinden, Rabbinin râzı olup, olmadığını bilmediği hâlde, râhatça güler.
Ölümden şüphen varsa, yatıp uyuma. Uyumak zorunda kaldığın gibi, ölüme de mahkûmsun. Dirilmekten de şüphen varsa, hiç uyanma. Uykudan uyandığın gibi, öldükten sonra da dirileceksin. Her gün uyuyup uyandığımız için, bu enteresan hâdise, bize artık normal bir iş gibi geliyor.
“Nasîhat ederken kendini unutma! Muma benzeme. Mum başkasını aydınlatırken kendisini yakıp eritir. Horoz senden daha akıllı olmasın! O, her sabâh zikrederken, sen uykuda olma.” [Bu nasihati, Hazret-i Lokmân Hakîm, oğluna yapmıştır.]
Eski âlimler “Eğitim” üzerinde çok dururlardı. Eğitim kelimesinin, eski literatürümüzdeki adı da “Terbiye” idi. “Terbiye”: “Kişiyi, yavaş yavaş, rûhen ve bedenen yetiştirmek, olgunlaştırmak” demektir.
Tahrîm suresinin 6. Âyet-i kerîmesinde buyurulmuştur ki:
“Ey inananlar! Kendinizi ve âilenizi (çoluk-çocuğunuzu), yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten (Cehennem ateşinden) koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.”
Görüldüğü üzere, bu âyet-i kerîmede, mü’minlere, âile efrâdını, çoluk-çocuklarını terbiye etmeleri, eğitmeleri vazîfesi verilmiştir.
İslâm âlimlerinin önde gelenlerinden İmâm Gazâlî (rahmetullahi aleyh) buyuruyor ki: Allahü teâlâ, bir kulunu severse, âhirete yarar işler, iyi, güzel ameller yaptırır. Allahü teâlâdan hidâyet olmazsa, yüzlerce kitâb okusa, nasîhat dinlese yola gelmez. Yanî terbiye kabûl etmeyen kimseye nasîhat vermek, boşa uğraşmaktır.
Terbiyenin edeblendirme, cezâlarını verme şeklinde 2. bir manâsı daha vardır.
“Edeb”, “te’dîb” kelimelerinin terbiye, eğitim kelimeleriyle çok yakın alâkası vardır. Eğer bir insan, edebli bir insan haline getirilebilirse, eğitimde istenilen maksada, arzû edilen hedefe kavuşulmuş demektir.