Yüce Allah, Kullarını Cennet’ine Da’vet Ediyor
Bütün kâinâtı, canlı-cansız her varlığı, en mükemmel bir nizâm ve intizâm üzere yaratan ve onları her ân varlıkta durduran yüce Allah, yarattığı şu mükemmel âlemle, kendi varlığını belli ettiği gibi, kullarına çok merhamet ve şefkat ettiği, acıdığı için, var olduğunu ayrıca “Peygamber”leri vâsıtasıyla da bildirmiştir.
Allahü teâlâ, insanlara muhtâc oldukları her türlü ni’meti lutfetmiştir. Bu ni’metler sayılamıyacak kadar çoktur. Bu konuda 2 âyet-i kerîme vardır:
“O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah’ın ni’met[ler]ini sayacak olsanız sayamazsınız. Doğrusu insan çok zâlim, çok nankördür!” [İbrâhîm, 34]
“Hâlbuki Allah’ın ni’met[ler]ini teker teker saymaya kalkışsanız, onları sayamazsınız. Muhakkak ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.” [Nahil, 18]
Bu nimetlerden birisi şudur ki, yüce Allah, kullarını Cennet’ine da’vet ediyor ve bu Cennet da’vetiyesinin adı da “İslâmiyet”tir. Bütün Peygamberlerin ve son Peygamber Muhammed aleyhisselâmın, Allahü teâlâdan getirdikleri her haber doğrudur, yanlışlık ihtimâli yoktur.
Aslında bütün Peygamberler, Yüce Allah tarafından seçilmiş insanlardır. Ümmetlerini Cenâb-ı Hakk’a çağırmak; sapık, yanlış yoldan, doğru yola, saâdet yoluna çekmek için gönderilmişlerdir. Dâvetlerini kabûl edenlere, Cennet’i müjdelemişler, inanmayanları Cehennem azâbı ile korkutmuşlardır.
PEYGAMBERLER HAKKINDA BAZI ÂYET-İ KERÎMELER
Peygamberler hakkında, Kur’ân-ı kerîm’de bazı âyet-i kerîmelerde meâlen buyuruluyor ki:
“(Îmân edenleri Cennet’le) müjdeleyici, (küfredenleri de Cehennem’le) korkutucu olarak peygamberler gönderdik ki, bu peygamberlerin gelişinden sonra insanların (yarın) kıyâmette: (Bizi îmâna çağıran olmadı) diye Allah’a bir hüccet ve özürleri olmasın. Allah azîzdir, hükmünde hikmet sâhibidir.” (Nisâ sûresi, 165)
Demek ki Peygamberler, insanlara müjde vermek ve aynı zamanda onları korkutmak için gönderilmişlerdir. Böylece, insanların Cenâb-ı Hakk’a özür, bahâne ileri sürmeleri önlenmiştir. Nitekim Allahü teâlâ, diğer bir âyet-i kerîmede meâlen buyurmuştur ki:
“…Peygamberler göndermedikçe azap yapmayız.” (İsrâ sûresi, 15)
Başka bir âyet-i kerîmede de meâlen şöyle buyurulmuştur:
“Peygamberin, üzerinizdeki (vazîfesi), ancak İlâhî emirleri teblîğdir. Allah, açıkladığınız ve gizlediğiniz (sözler ile hareketlerinizin) hepsini bilir.” (Mâide sûresi, 99)
KÜLTÜR VE MEDENİYETİMİZDE VERİLEN EĞİTİMİN ESÂSI
Târih boyunca, kültür ve medeniyetimizde verilen eğitimimizde de işin esâsı, hem kendisine ve âilesine faydalı, hem de milletine, memleketine, vatanına ve devletine, tüm müslümânlara, hattâ bütün insanlığa faydalı birer unsur meydâna getirmektir. İşte bu güzel ülkenin bütün müesseselerinin ve vatandaşlarının ana hedefi de bu olmalıdır. Bu da, iyi bir eğitim ile mümkün olabilir.
Takriben 23 sene zarfında, barışta ve savaşta, sıkıntı ve mutluluk anlarında, dînî, ictimâî, ahlâkî ve siyâsî hayâta dâir, içinde bulunduğu toplum ve çevresindekilere çok önemli mesajlar vermiş ve onlara fiilî olarak “üsve-i hasene= nümûne-i imtisâl= yani en güzel örnek” olmuştur.
Takdîr edileceği üzere, insanları, bağlı bulundukları dînlerinden, eski örf, âdet ve geleneklerinden bir anda vaz geçirmek kolay bir iş değildir. Hazret-i Peygamber (aleyhis-salâtü ves-selâm), bozuk inançları ve alışkanlıkları söküp atmada tedrîce riâyet etmiş, bu tedrîci; inanç, ibâdet ve hükümlerin hepsinde uygulamıştır.
Şüphesiz ki, eğitimciler için nümûne-i imtisâl ya’nî örnek insan, ideal eğitimci, bundan 14 asır evvel, tek başına teblîğâta başlayarak 23 sene gibi çok kısa bir zaman zarfında, târihin bir benzerini görmediği ve kıyâmete kadar da göremeyeceği 150.000 kâmil insânın meydâna gelmesine vesîle olan, “Asr-ı Saâdet”in başmi’mârı sevgili Peygamberimizdir.