Yediyüz Âlime Sorulan Beş Suâl ve Cevapları
Tebe-i tâbiîn neslinden, ulemâ ve evliyânın büyüklerinden olan Şakîk bin İbrâhîm-i Belhî (Ebû Alî) [v. 174 / 790]; meşhûr velîlerden İbrâhim bin Edhem’in (rahmetullahi aleyh) talebesi, büyük âlimlerden Hâtim-i Esam’ın da (rahmetullahi aleyh) hocasıdır.
Şakîk-i Belhî (kuddise sirruh), bir sene hac için Mekke-i mükerreme’ye gidince, insanlar etrâfını sarıp sohbetini ve çok ibretli nasîhatlarını dinlediler. Orada İbrâhim bin Edhem hazretleriyle karşılaştı. O zât, bunun üstün hâllerini görerek kendisini kucaklayıp öptü ve “İyi bir rehbersin” dedi. Onun sohbetlerine devâm etmeye başladı ve kendisinden feyz alarak olgunlaştı. Zamânının en meşhûr âlim ve velîlerinden oldu. Her ilimde kemâl dereceye yükseldi. Tasavvuf ilminde de çok yükselip, insanlara doğru yolu gösterdi ve kıymetli âlimler yetiştirdi.
ABBÂSÎ HALÎFESİ HÂRÛN REŞÎD’E BİR NASÎHATİ
Halîfe onu saraya da’vet etti. Onun yanına gidince; “Zâhid olan Şakîk sen misin?” dedi. “Şakîk, benim; ama ben zâhid değilim” cevâbını verdi.
Hârûn Reşîd, bana nasîhat ver dedi. Ona uzunca nasîhatlerde bulundu. Birisi şöyledir: “Çölde susayıp, ölüm derecesine gelsen ve o anda su bulsan, kaça satın alırsın?” “Kaça verirse alırım” dedi.
“Mülkünün yarısına satarsa, alır mısın?” buyurdu. “Alırım” dedi.
“İçtiğin o su, mesâneden çıkmasa ve ölümünden korksan, o anda birisi sana, seni iyileştiririm, ama mülkünün diğer yarısını da ben alırım, dese, ne yaparsın?” buyurdu. “Veririm” dedi.
“O hâlde, değeri ancak bir yudum su kadar olan bir mülke niçin gönül veriyorsun?” buyurdu. Hârûn Reşîd çok ağladı, izzet ve ikrâm ile onu yolcu etti.
YEDİYÜZ (700) ÂLİME SORDUĞU BEŞ SUÂL
Şakîk-i Belhî hazretleri buyurmuştur ki: “700 (yediyüz) âlime beş suâl sordum. Hepsinin cevâbı, yaklaşık aynıdır.” Bunlar şöyleydi:
1- “Akıllı kime denir?” diye sordum. “Dünyâya kıymet vermeyene” dediler.
[Dünyâya kıymet vermeyen, âhirete kıymet verir. Âhirete kıymet veren de, sonsuz saâdete kavuşur.]
2- “Zekî kime denir?” diye sordum. “Aldanmayana” diye cevap verdiler.
[Dîn işlerinde de aldanmaz, ticârette, alışverişlerde de aldanmaz. Aldanmadığı gibi, başkalarını da aldatmaz. Çünkü dînimizde, aldanmak da, aldatmak da yoktur.]
3- “Dervîş kime denir?” diye sordum. “Allahü teâlânın rızâsını, Onun kullarının rızâsından üstün tutana dervîş denir” diye cevap verdiler.
[Demek ki, dervîş, insanları memnûn etmek için değil, Allahü teâlâyı memnûn etmek için yaşar.]
4- “Zengin kime derler?” diye sordum. “Kanâat edene” diye cevap verdiler.
[İnsanın nefsi, doymak bilmez, hiçbir zaman, bu bana yeter demez.]
5- “Cimri kime denir?” diye sordum. “Allahü teâlânın verdiği emâneti şahsından bilene, hepsini kendisine âit zannedene denir” diye cevap verdiler.
[Hâlbuki Allahü teâlâ, o ni’metleri kendisi kullansın ve kullarına da versin diye verdi. Bizim böyle bir varlığımız yoktu. Allahü teâlânın verdiği bu ni’metleri O’nun rızâ gösterdiği, emrettiği yerlere harcamalı, O’nun kullarının ihtiyaçlarını görmeye çalışmalı. Aksini yapmanın vebâli büyük olur.]