“Oniki İmâm” Denilen Büyük Zâtlar – 5
Daha önce yazdığımız 4 makâlemizde, “Oniki İmâm”dan 5 tanesi üzerinde kısaca durmuştuk. Araya “Karikatür krizi” girince, biraz ara verip Peygamber Efendimizden bahsetmek îcâb etti. “Oniki İmâm”la ilgili son makalemizde, “İmâm Zeynel-âbidîn” ile “İmâm Muhammed Bâkır” hazretlerini anlatmış ve “İmâm Ca’fer-i Sâdık”tan da birazcık bahsetmiştik. Bu büyük zâtın hayâtına şimdi devâm edelim.
6- İMÂM CA’FER-İ SÂDIK (rahmetullâhi teâlâ aleyh):
İmâm Ca’fer-i Sâdık bin Muhammed Bâkır bin İmâm Zeynel-âbidîn bin Hazret-i Hüseyin bin Hazret-i Ali (702-765 (h. 83-148), Tâbiîn’in, evliyânın ve İslâm âlimlerinin yükseklerinden ve büyüklerindendir.
İmâm Câfer-i Sâdık, “Oniki İmâm”ın altıncısı ve “Silsile-i aliyye”nin de dördüncüsüdür. Yedi erkek, üç kız evladı olup, büyük oğlu İsmâ’îl, kendisinden önce vefât ettiğinden, yedinci imâm, ikinci oğlu Mûsâ Kâzım hazretleri olmuştur.
Dînî ilimleri, babası Muhammed Bâkır’dan öğrendi. İlmi ve kemâli eşsiz idi. İlim ve fâzîlette zamânının bir tânesi oldu. Tefsîr ilmindeki derecesi pek yüksekti. İnce mârifetleri bildiren sözleri nükte ve latîfeleri pek meşhûrdur.
Bütün dîn bilgilerinde olduğu gibi, zamânının bütün fen ilimlerinde de söz sâhibiydi. Hele kimyâ ilminde, zamanının bir tânesi idi. Kimyânın babası sayılan meşhûr kimyâger Câbir, bunun derslerinde yetişti. Yetiştirdiği talebeler, cebir ve kimyâ ilimlerinde çeşitli keşifler yapmışlar, bu ilimlerin temel sistematiğini kurmuşlardır.
İmâm Câfer’in en meşhûr talebesi, Hanefî mezhebinin kurucusu ve Ehl-i Sünnetin reîsi sayılan İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe Nu’mân bin Sâbit’tir. İmâm-ı A’zam, İmâm Câfer-i Sâdık’ın derslerine ve sohbetlerine devâm ederek, o gizli ve âşikâr mârifet kaynağından ilim ve evliyâlık yolunda çok istifâde etti, “ârif-i billah” oldu. O’nun yüksek huzûrunda kavuştuğu mertebeleri anlatmak için, “O iki sene olmasaydı, Nu’mân helâk olmuştu” buyuran İmâm-ı A’zam, bu sözüyle, hocası Câfer-i Sâdık hazretlerinin büyüklüğünü, kıymetini, kavuştuğu dereceleri anlatmak istemiştir.
Bütün tasavvuf yolları, Câfer-i Sâdık Hazretlerinde birleşmektedir. İmâm Câfer-i Sâdık, iki yoldan Resûlullah’a bağlıdır. Birisi babalarının yolu olup, Hazret-i Ali vâsıtasıyla Resûlullah’a ulaşır. Buna “Vilâyet yolu” denir. İkincisi, annesi tarafından dedelerinin yolu olup, Hazret-i Ebû Bekr vâsıtasıyla Resûlullah’a bağlanmaktadır. Bu yola da “Nübüvvet yolu” denir.
Pekçok kerâmeti görülmüş ve menkıbeleri kitaplarda yazılmıştır. Namaz kılarken kendinden geçip, düştüğü olurdu.
İkinci Abbâsî halîfesi olan Ebû Câfer Mansûr, kendisine düşman idi. Bir kere öldürtmek istedi ise de, [Ferîdüddîn-i Attâr’ın “Tezkire-i Evliyâ” isimli kitâbında yazılı] bir kerâmetini görünce korktu; tevbe etti ve ona çok hürmet eder, nasihatlerini dinler oldu.
7- İMÂM MÛSÂ KÂZIM (rahmetullâhi teâlâ aleyh):
Eshâb-ı kirâmın sohbetinde bulunmakla şereflenen Tâbiîn devrinin yüksek âlimlerinden ve evliyânın büyüklerindendir.
Resûlullah Efendimizin torunlarından olup, Hazret-i Ali ile Hazret-i Fâtıma’nın neslindendir. Hazret-i Hüseyin’in çocuklarından olduğu için “Seyyid”dir.
Asıl adı, Mûsâ bin Câfer-i Sâdık bin Muhammed Bâkır bin Zeynel-âbidîn Ali bin Hüseyin bin Ali bin Ebî Tâlib’dir. İmâm Ca’fer-i Sâdık’ın oğlu, İmâm Alî Rızâ’nın da babasıdır. Annesinin ismi Humeyde-i Berberiyye’dir. Künyesi, “Ebü’l-Hasan” ve “Ebû İbrâhim”dir. “Kâzım”, “Sâbır”, “Sâlih”, “Emîn” gibi lakapları da vardır. En meşhuru “Kâzım”dır. Hilminin (yumuşaklığının) çokluğundan, kötülük yapanlara kızmayıp bağışladığından ve gazabına hâkim olduğundan kendisine bu lakap verilmiştir.
Oniki imâmın yedincisidir. İmâmlığı yirmi beş sene üç ay süren Mûsâ Kâzım Hazretleri, derin bir âlim ve büyük bir velîdir. Din bilgilerinde ictihâd derecesine yükselmişti. Her ilimde İmâm, üstâd, büyük bir rehberdi.
Mûsâ Kâzım Hazretleri, hadîs-i şerîf ilminde sikâ yâni güvenilir bir râvîdir. Büyük bir hadis İmâmıdır. Oğulları Ali Rızâ, İbrâhim, İsmâil, Hüseyin, Ali ve Muhammed ondan hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir.
Çok ibâdet ederdi. Gecelerini hep namazla geçirirdi. Bu hâllerinden dolayı, kendisine “Sâlih kul” adını vermişlerdir. Tasavvuf ilminde, Ehl-i Sünnetin gözbebeğidir.
128 [m. 745] senesinde Safer ayında Mekke ile Medîne arasında “Ebvâ” denilen yerde tevellüd ve 183 [m. 799] yılında Bağdâd’da hapishânede vefât etti. [186 (m. 802)’de vefât ettiği de söylenir.] Kabr-i şerîfi, Bağdat’ın 10 km. kuzey batısında, Dicle Nehrinden 5 km. içerde olan Kâzımiyye’dedir. Müslümanların en çok ziyâret ettiği türbelerden biridir.
Mûsâ Kâzım Hazretlerinin yaşadığı devirde, Ehl-i Beyt’ten olanlara maalesef pekçok haksızlık yapılmıştır. Önce Halîfe Mehdî, sonra da Hârûn Reşîd kendisini Medîne’den Bağdâd’a getirtip hapsetmişlerdir.
İmâm Mûsâ Kâzım’ın hayâtı, fazîletler(üstünlükler)le doludur. Sevdiklerine ibret olan ve yol gösteren kerâmet ve menkıbeleri ile rûhlara gıdâ olan sözleri çoktur.