Pazar, Kasım 3, 2024
Gazete Makaleleri

İslâmiyetin Bazı Güzellikleri

Son peygamber Hazret-i Muhammed’e (aleyhisselam) gönderilen din (İslamiyet), bütün hurâfelerden, efsânelerden temizlenmiş olan, insanları günahkâr değil, aksine Allahın kulu ve doğuştan günahsız olarak kabul eden, onlara hayatta çalışma ve iyi yaşama imkânını veren, bedenin ve ruhun temizliğini emreden en son ilâhî dindir.

İslâm dîni, bütün zamanlara, mekanlara ve bütün insanlara gönderilmiştir. O, cihan-şümul(evrensel)dür. Bu durumda İslâmiyet, bir ırkın, bir sınıfın ve zümrenin dîni değildir. O, bütün milletlerin, toplumların ve sınıfların dînidir. Bu bakımdan Allah, “Rabbülâlemin”, yâni âlemlerin Rabbi’dir. Başka dinlerde olduğu gibi yalnız O dînin mensuplarının Allah’ı değildir. İslâm dîninde Peygamber, tıpkı bizim gibi bir insandır. Fakat vahiy alan, kusursuz (mâsum) bir kimsedir. Allah O’nu, kendi emirlerini bütün insanlara bildirmek için seçmiştir.

Hazret-i Muhammed’in Allah’ın peygamberi olduğuna inanmak demek, O’nun bildirdiği Kur’ân-ı kerîmde yazılı olan emirlerin ve yasakların hepsinin Allah’ın emirleri ve yasakları olduğuna inanmak, hepsini kabul etmek, beğenmek demektir. Böyle inanan kimse, bunlardan bazılarına uymazsa, îmânı bozulmaz; müslümanlıktan çıkmaz. Fakat bunlardan birine bile uymadığına üzülmez, hatta bu hali ile öğünürse, Peygambere inanmamış olur, îmânı bozulur, dinden çıkar. Uygunsuz hareketinden dolayı Allah’a karşı boynu bükük, kalbi üzüntülü olursa, îmânının kuvvetli olduğu anlaşılır.

İslâm dîni, insanların dürüst ve nâmuslu yaşamalarını esas tutmuştur. İbâdet için emrettiği zamanlar kısadır. İbâdet bir âdet olarak değil, Allahın huzuruna çıkıp, O’na cân u gönülden şükretmek ve yine O’na yalvarmak için yapılmaktadır. Gösteriş olarak yapılan bir ibâdetin Allah tarafından kabul edilmiyeceği Kur’ân-ı kerîmde Mâûn sûresinde ifade buyurulmaktadır.

İslâm dîninin kitâbı, Kur’ân-ı kerîmdir. Kur’ân-ı kerîm, Hazret-i Muhammed’e Allah tarafından indirilmiş ve onun tarafından insanlara tebliğ olunmuştur. Kur’ân-ı kerîmin âyetleri büyük bir dikkatle zaptedilmiş ve bir harfi bile değişmeden, bugüne kadar gelmiştir. Hiçbir dîni kitap, Kur’ân-ı kerîm kadar beliğ değildir. Aradan on dört asır geçmiş olmasına rağmen bugün de, o berraklığını muhâfaza etmektedir.

İslâmiyette îmân esasları

 İslâmiyet, insanlardan ilk önce îmân etmelerini ister. Îmân, Hazret-i Muhammed’in (aleyhisselam) Allahü teâlâdan bildirdiklerini kalple kabul etmek, dil ile söylemektir. İslâmiyete ilk giriş Kelime-i şehâdeti söylemek ve mânâsına inanmakla olur. Kelime-i şehâdet “Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh” sözüdür. Mânâsı “Ben şehadet ederim ki, yerde ve gökte Allah’tan başka ibâdet edilmeye hakkı olan ve tapınılmaya lâyık hiçbir varlık yoktur. Hakîki mâbûd (ibâdet edilmesi gereken) Allahü teâlâdır. Yine şahidlik ederim ki, Muhammed, O’nun kulu ve resulüdür” demektir. Böyle inanan kimse, mü’min ve müslümandır. Müslüman olmak için Kelime-i şehâdeti bir din görevlisinin yanına gidip söylemek şart değildir. Şimdi böyle bir uygulamanın bulunması, din görevlisinin müslüman olacak kimseye yardımcı olması içindir.

Kelime-i şehâdeti söyleyip, mânâsına inanan kimsenin, aslında Kelime-i şehâdetin mânâsı içerisinde mevcut olan şu altı esâsı da öğrenip inanması gerekir. Bunlar: Allahü teâlâya, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kazâ ve kadere (hayrın ve şerrin Allahü teâlâdan geldiğine) inanmaktır.

İslâm dînine girmiş olanlara, yâni müslümanlara farz olan, muhakkak yapılması gereken beş esas vazife vardır: Bunlar, tek Allah’a ve O’nun Peygamberi ve kulu olan Hazret-i Muhammed’e inanmak, namaz kılmak, Ramazan ayında oruç tutmak, zekât vermek ve hacca gitmektir. Bu beş esasa “İslâmın binâsı” (yâni şartları) denir.

İslâm dininde, insana, gücü yetmeyeceği, altından kalkamıyacağı bir şey emredilmemiştir. Müslümanın sıhhatini feda ederek, hastalanarak ibâdet etmesini, Allahü teâlâ hiçbir zaman istememiştir. Allah, çok kerîm, gafûr ve rahîmdir. Tevbe edenleri affedici ve merhametlidir.

Namaz, günde beş defa yapılan dînî vazifedir. Namaza başlamadan evvel abdest almak, yâni elini, yüzünü, kollarını yıkamak, başını mesh etmek ve ayaklarını yıkamak lâzımdır. Günde beş defa bu vazifenin yapılması, normal çalışmaya mâni olmaz. Namaz, câmiye gitmeden her yerde yalnız da kılınabilir. Su bulunamazsa ve hastalık özrü varsa toprak ile “teyemmüm” adı verilen tarzda abdest almak mümkündür.

Oruç, senede bir ay, yalnız gündüzleri yemek ve içmekten uzaklaşmak demektir. Bunun mânâsı, insanlara açlığın ve susuzluğun ne demek olduğunu da öğretmektir. Oruç, toklara, aç insanın neler çektiğini hatırlatır. Aynı zamanda nefse hâkim olmayı sağlar. Oruç tutma zamanı, Kamerî aylara göre tâyin edildiğinden, her sene (şemsî sene hesâbıyla) evvelki seneye göre 10-11 gün evvel gelir. Bu sebepten, yaklaşık otuz üç sene içinde her mevsimde oruç tutmak mümkün olur.

Zekât, serveti yerinde ve fıkıh kitaplarında bildirilen ihtiyacından fazla malı ve geliri olan müslümanın, elindeki toplu kazancın yüzde iki buçuğunu, yâni kırkta birini senede bir defa, muhtaç olanlara vermesi demektir. Bu farz, varlıklı müslümanlar içindir. Kazancı ancak kendi geçimine yeten kimseler, yâni zengin olmıyanlar zekât vermezler.

Hac ise, hiçbir borcu bulunmayan ve seyâhatteyken âilesinin nafakasını (geçimini) onlara bırakabilen, fıkıh kitaplarında yazılı şartları taşıyan varlıklı kimselerin, ömründe bir kere Mekke şehrine gidip Arafat meydanında Allah’a duâ etmeleri(vakfe) ve Kâbe’yi tavaf (tavaf-ı ifada veya ziyaret) etmeleri demektir. Bu da, bu şartları hâiz olan müslümanlara farzdır.