Cumartesi, Ekim 5, 2024
Makaleler

İslâmiyetin Ba’zı Esâsları

Bilindiği gibi, mukaddes dînimiz İslâmiyette dîn bilgileri “Edille-i şer’iyye” denilen dört ana kaynaktan elde edilir. Bunlar:

1) Kur’ân-ı kerîm: Dînî hükümlerin birinci derecede kaynağıdır. Müslümânların mukaddes kitabıdır. Son İlâhî kitaptır. Önceki kitapların hükümlerini kaldırmıştır.

2) Sünnet: Peygamber Efendimizin işleri, sözleri ve görüp-işitip de mâni olmadıkları şeylerdir.

3) İcmâ-ı ümmet: Bir asırdaki müctehid âlimlerin dînî bir mes’elenin hükmü için sözbirliği etmeleridir.

4) Kıyâs-ı fukahâ: Müctehid âlimlerin, dînde hükümleri açıkça bildirilmeyen işlerin hükümlerini açıkça bildirilenlere benzeterek anlamalarıdır.

Bu dört ana delîlden çıkarılan bilgilerin tamâmına “Fıkıh bilgileri” denir. Fıkıh bilgileri başlıca dört ana kısma ayrılır:

1) İbâdetler; bunlar namaz, oruç, zekat,  hac, kurban, sadaka-i fıtır ve cihâddır.

2) Muâmelât; kısmen medenî hukûk, âmme hukûku, borçlar hukûku ve kısmen kişisel hâller.

3) Münâkehât; medenî hukûk ve kişisel hâller.

4) Ukûbât; cezâ hukûku, ahlâk ve görgü kurallarıdır.

Bu bilgilerin teferruâtı, şartları ve en doğru olarak nasıl edâ edilebileceği “Fıkıh” ve “İlmihâl” kitâblarında geniş olarak çok güzel anlatılmıştır. Müslümânlar, Allah’a, Peygamberlere, Kitaplara, Meleklere, Hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine, Âhiret gününe ve ölümden sonra tekrâr bir dirilme olacağına inanırlar. Esâsen diğer İlâhî dinler de, bunlara inanmayı emretmiştir.

İbâdette ihmâl ve kusûru olanları, âhirette Allahü teâlâ, dilerse affeder, dilerse cezâlandırır. Fakat başkasını aldatanlar, başkasının hakkını yiyenler, yalan söyleyenler, hîlekârlık yapanlar, zulmedenler, adâletsizlik yapanlar, riyâkârlar, ana-babasına ve büyüklerine itâat etmeyenlerin durumu farklıdır.

Başkalarının haklarını yiyen veya başkalarını aldatanlar, hak sâhipleri ile helâllaşmadıkça affedilmeyeceklerdir. Ancak husûsî hâllerde (şehîd olmak, Arafât vakfesinde bulunmak, bol sadaka vermek gibi) affolunabileceklerdir. Üzerlerinde kul hakkı olan kimseler, daha dünyâdayken pişmân olarak, o kulun hakkını ödeyip, onunla helallaşmalı, sonra Allah’ın merhametine sığınmalı, bir daha böyle kötü harekette bulunmaktan çekinmeli, birçok iyilik yaparak günâhlarını affettirmeye çalışmalıdır. O zaman, Cenâb-ı Hak, belki onların kusûrlarını bağışlayacaktır. Bu, ancak Allah’ın irâdesine bağlıdır. Kur’ân-ı kerîmde dâimâ Allah’ın çok merhâmetli ve affedici olduğu tekrarlanmakta olduğundan ümîd olunur ki, cidden pişmân olup tevbe edenler ve hayırlı işler yaparak günâhlarını affettirmeye çalışanlar, Cenâb-ı Hakk’ın mağfiretine, bağışlamasına lâyık görülürler.

Cenâb-ı Hak meâlen; “Kim zerre kadar iyilik yapmışsa, onun karşılığını görür; kim de zerre kadar kötülük yapmışsa, o da onun karşılığını görür” (Zilzâl sûresi, 3) buyurmaktadır ve bunu yalnız müslümânlara tahsis etmeyerek, bütün insanlara âit kılmıştır. Yalnız insanlara iyilik etmek düşüncesi ile çalışarak, insanlığa faydalı keşifler veya işler yapmış, insanlara yardım için hayâtını, sıhhatini tehlikeye koyarak, en güç şartlar altında çalışmış olan bir kimse bile, müslümân olmayıp, kâfir olarak ölürse, iyilikleri onu küfrün cezâsından kurtaramaz. Fakat Cenâb-ı Hakk’ın huzûrunda her türlü fenâlığı ve hîlekârlığı yapan, yalan yere ibâdet eden münâfıkların cezâsı muhakkak bunlarınkinden daha çok olacaktır.

İslâmiyette inanılacak ve amel edilecek husûslarda doğru bir i’tikâd ve doğru bir amel gerekir. Bu i’tikâd ve amel, Peygamber Efendimiz ve arkadaşlarının bildirdiği i’tikâd ve amel gibi olmalıdır. Bu i’tikâd bilgilerine inanan ve amel bilgilerini yapana “Ehl-i Sünnet” denir. Bugün dünyâda Ehl-i sünnet olanlar, inanılacak husûslarda iki imâma ya’nî İmâm-ı Mâtürîdî ile İmâm-ı Eş’arî’ye tâbidirler. Amelî husûslarda ise Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine tâbidirler. Bu mezheplere ve imâmlara tâbi olmayan kimseler, Ehl-i sünnetten değildirler.

Ehl-i sünnet i’tikâdında olmayan müslümânlara “Ehl-i bid’at” veya “Ehl-i dalâlet” denir. Bunlar 72 fırka(grup)dır. Bunlar îmânı gideren bir inanışın içine düşmedikçe, yine müslümândırlar.

İslâm dîni son dîndir. Kur’ân-ı kerîm, ilk gününden bu güne kadar hiç bozulmadan, bir kelimesi bile değişmeden gelmiştir. Bu o kadar bârizdir (açıktır) ki, artık başka dîn gelmeyeceği, insanların dînî ihtiyâçlarının tamâmıyla giderilmiş bulunduğu, İslâm dîninin hakîkî Allah dîni olduğu kendiliğinden meydâna çıkar.

Bir cümle ile İslâmiyet, insanın dünyâ ve âhiret saâdetini içinde toplayan, en son İlâhî dîndir. Nitekim Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîm’de meâlen buyuruyor ki:

“…Bugün size dîninizi ikmâl ettim ve size ihsânda bulunduğum ni’metlerimi tamâmladım. Sizin için dîn olarak İslâmı seçtim…” (Mâide, 3)

“Muhammed (aleyhisselâm)in getirdiği İslâm dîninden başka dîn isteyenlerin, dînlerini Allahü teâlâ (sevmez ve) kabûl etmez. İslâm dînine arka çeviren, âhirette ziyân edecek, Cehenneme gidecektir.” (Âl-i İmrân, 85)

“Doğrusu, Allah katında makbûl olan dîn, İslâmdır. Kendilerine kitap verilen (hıristiyân ve yahûdî)ler, hakîkati bildikten sonra, aralarındaki ihtirâstan dolayı, İslâm dîni hakkında ihtilâfa düştüler. Kim Allah’ın âyetlerini inkâr ederse, şüphe yok ki, Allah onun cezâsını çok çabuk görücüdür.” (Âl-i İmrân, 19)

İslâmiyetin emrettiği gibi îmân edip bu îmân ile ölenler, âhirette Cennete gidecektir. Cennet, Allahü teâlânın âhirette müslümânları ebediyyen sayısız ni’metlerle mükâfâtlandıra-cağı yerin adıdır. Îmân etmeyenler ve îmânsız olarak ölenler, Cehennemde ebediyen cezâlandırılacaklardır. İslâmiyette mükâfat ve cezâları ancak Allahü teâlâ takdîr eder. Hiçbir kulun O’nun takdîrine karışmaya, beğenmemeye hakkı yoktur. Ancak Peygamberler, şehîdler, evliyâ, âlimler, sâlih müslümânlar, bülûğa ermeden ölen müslümân çocukları, Allahü teâlânın izni ile müslümânlardan günâhkâr olanların affedilmeleri ve sâlih müslümânların da mükâfâtlarının arttırılması için şefâat edeceklerdir. Âhirette buna kavuşmak için îmân ile ölmek şarttır.

BEŞ KATLI İSLÂM BİNÂSI

Bir teşbîhle anlatacak olursak, ibâdetleri dînimizin bildirdiği şekilde yapmak, meselâ beş katlı bir İslam binâsına sâhip olmak için, önce bir îmân arsası gerekir. Sonra, sıra ile katları çıkmak gerekir. Bu katlar; Harâmlardan kaçma katı, Farzları îfâ katı, Vâcipleri îfâ katı, Mekrûhlardan kaçma katı, Sünnetleri [ve nâfileleri] îfâ katıdır.

Arsa: Arsa yoksa binâ kurulamaz. Bu arsa, doğru îmândır. Îmân olmadan müslümânlık olmaz. İslâm binâsının kurulacağı arsa, bataklıkta, oynak yerlerde olursa, üzerine emniyetli binâ kurulamaz, yıkılır. Onun için îmânın doğru olması şarttır. Ya’nî küfür pisliklerinden temiz olması gerekir. Ehl-i sünnet olmayanın [bid’at ehli sapıkların] ibâdetleri sahîh olmaz. Îmân arsası olmayanın, harâmlardan kaçması veya ibâdet yapması bir şey ifâde etmez. Kâfir içki içmese, kumar oynamasa, câmi, çeşme yaptırsa, her ibâdeti yapsa bir sevâp kazanamaz. Bir binâ yaparken ikinci katı yapmak için önce birinci katın yapılması şart olduğu gibi, İslâm binâsını kurarken de aynı sistem geçerlidir:

1- Harâmlardan kaçma katı: Avret yerini açmadan necâseti temizlemek mümkün değilse namazı öyle kılar. Çünkü necâseti temizlemek emir, avret yerini açmak yasaktır.

2- Farzları îfâ katı: Harâmlardan kaçmadan farz katı inşâ edilemez. Harâm işleyerek, farz yapılmaz. Ya’nî farzları sahîh olsa da, kabûl olmaz. Cünüp kimse tenhâ yer bulamazsa, teyemmüm eder. Çünkü farz olan bir emri yapmak, bir harâm işlemesine sebep olursa, harâm işlememek için, o emir yapılmaz, te’hîr edilir. Zengin olan Hanefî bir kadının yanında mahremi olmadan hacca gitmesi harâmdır. Farz olan tavâfı da, erkeklere sürtünerek, ya’nî harâm işleyerek yapamaz. (Hâşiyetü Reddi’l-Muhtâr)

3Vâcipleri îfâ katı: Vâcipleri de yapabilmek için harâmlardan kaçmak gerekir.

4Mekrûhlardan kaçma katı: Mekrûh işleyerek sünnet yapılmaz. Cemâat ile namaz kılınırken, sünnete başlamak mekrûhtur. Mekrûh işlememek için, sabâhın sünneti bile terk edilir.

5- Sünnet ve nâfileyi îfâ katı: Câmiye girince tehıyyetü’l-mescid namazı kılmak sünnettir. Eğer kerâhet vakti ise, bu sünnet olan namaz kılınmaz, çünkü mekrûh olur. Vakit daralınca, ilk sünneti kılmak, farzın kazaya kalmasına sebep olursa, bu sünneti kılmak harâm olur. Sabâh câmiye gelen, imâm teşehhüdde ise, sünneti kılmadan imâma uyar. Daha sonra da sünneti kılmaz. Kâmet okunduktan sonra sünnete durulmaz. Resûlullah, “Kâmet okunurken, o farzdan başka namaz kılınmaz” buyurunca, “Sabahın sünneti de mi?” dediler. “Evet, sabahın sünneti de kılınmaz” buyurdu. (İbn-i Adiy)

Binânın taşıyıcı kolonları, zemin betonları, duvarları eksikken, beşinci katı yapmaya kalkmak mümkün olmaz. İkinci katı eksik veya yıkık olanın, beşinci katı yapmaya kalkması mümkün olmaz. İmân arsası bataklıkta olan veya farzları îfâ katı olmayan kimseye, “beşinci katın yıkıktır, ama sen yine de sünnet ve nâfile ile uğraş” demek, ne kadar çok yanlış olur. Duvar olmadan üstüne sıva yapılmaz. Sıva olmadan süsler yapılmaz. Duvar farzları yapmaktır. Sıva sünnetlerdir. Süsler ise nâfile ve müstehap olanlardır.

İşte bu sebeplerden dolayı hadîs-i şerîfte buyuruluyor ki:

“Farz borcu varken, nâfile kılan, boş yere zahmet çekmiş olur, kazâsını ödemedikçe, nâfile namazları kabûl olmaz.” [Fütûhu’l-gayb]

İhlâs Yoksa Hepsi Boşa Gidebilir

Her katı inşâ için mutlakâ “İhlâs” lâzımdır. Yapılan her iş, riyâdan uzak, Allahü teâlânın rızâsına uygun olmalıdır. Rızâsına uygun olmayan bütün işler, iyi gibi görünse de makbûl değildir. Başkalarının takdîrlerini almak için veya dünyâ menfaati için, makâm ve mevkı için namaz kılan kimsenin ibâdeti makbûl olmaz. “Mideme zarar veriyor” diye içkiden kaçmak sevâp olmaz, Allahü teâlâ yasakladığı için ondan kaçmak lâzımdır.

İhlâssız amel, içi boş çekirdeğe benzer. Âhirette herkese, bunu niçin yaptın?” diye sorulacak. Cevâbı Allah için” olanlar kabûl edilecek, diğerleri atılacaktır. Hadîs-i şerîflerde de buyuruldu ki:

“Allahü teâlâ, ancak ihlâsla yapılan ameli kabûl eder.” [Dârekutnî]

“İhlâsla namazını kılıp, zekâtını verenden Allah râzî olur.” [İbn-i Mâce]

“Kırk gün ihlâsla ibâdet edenin, kalbinden diline hikmet pınarı akar.” [Ebuş-şeyh]

“Harâmlardan kaçıp, ihlâsla, “lâ ilâhe illallah” diyen Cennete girer.” [Hatîb, Bezzâr]

“İhlâs ile amel etmek, az da olsa yetişir.” [Hâkim]

“Sabırlı ve ihlâslı olanlar, hesâba çekilmeden Cennete girerler.” [Taberânî]

“İhlâslılara müjdeler olsun. Onlar fitne karanlıkları içinde, parlayan ışıklardır.” [Ebû Nuaym]

“Allah rızâsından başka maksat için ilim öğrenen veya ilmini dünyâ menfaatine âlet eden, Cehennemdeki yerine hâzırlansın.” [Tirmizî]

“İbâdetine riyâ karıştırana [ihlâsı noksân olana] âhirette, “git sevâbını ondan iste” denir.” [İbn-i Mâce]

“Sabırlı ve ihlâslı olanlar, hesâba çekilmeden Cennete girerler.” [Taberânî]