İslâmiyetin Bazı Esasları
Bilindiği gibi, İslâmiyette din bilgileri “Edille-i şer’iyye” denilen dört ana kaynaktan elde edilir. Bunlar:
1) Kur’ân-ı kerîm: Dînî hükümlerin birinci derecede kaynağıdır. Müslümanların mukaddes kitabıdır. Son îlâhî kitaptır. Önceki kitapların hükümlerini kaldırmıştır
2) Sünnet: Peygamber efendimizin işleri, sözleri ve görüp-işitip de mâni olmadıkları şeylerdir
3) İcmâ: Bir asırdaki müctehid âlimlerin dini bir meselenin hükmü için sözbirliği etmeleridir
4) Kıyâs: Müctehid âlimlerin, dinde hükümleri açıkça bildirilmeyen işlerin hükümlerini açıkça bildirilenlere benzeterek anlamalarıdır.
Bu dört ana delilden çıkarılan bilgilerin tamâmına fıkıh bilgileri denir. Fıkıh bilgileri başlıca dört ana kısma ayrılır:
1) İbâdetler; bunlar namaz, oruç, , zekat, hac, kurban, sadaka-i fıtır ve cihaddır.
2) Muâmelât; kısmen medenî hukuk, amme hukûku, borçlar hukûku ve kısmen kişisel haller.
3) Münâkehât; medenî hukuk ve kişisel haller.
4) Ukûbât; cezâ hukûku, ahlâk ve görgü kurallarıdır.
Bu bilgilerin teferruatı, şartları ve en doğru olarak nasıl edâ edilebileceği Fıkıh ve İlmihâl kitablarında geniş olarak çok güzel anlatılmıştır. Müslümanlar, Allah’a, Peygamberlere, Kitaplara, Meleklere, Hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine, Âhiret gününe ve ölümden sonra tekrar bir dirilme olacağına inanırlar. Esâsen diğer ilâhî dinler de, bunlara inanmayı emretmiştir.
İbâdette ihmal ve kusuru olanları, âhirette Allahü teâlâ, dilerse affeder, dilerse cezalandırır. Fakat başkasını aldatanlar, başkasının hakkını yiyenler, yalan söyleyenler, hilekârlık yapanlar, zulmedenler, adâletsizlik yapanlar, riyâkarlar, ana-babasına ve büyüklerine itâat etmeyenlerin durumu farklıdır. Başkalarının haklarını yiyen veya başkalarını aldatanlar, hak sahipleri ile helallaşmadıkça affedilmeyeceklerdir. Ancak husûsî hallerde (şehid olmak, Arafat vakfesinde bulunmak, bol sadaka vermek gibi) affolunabileceklerdir. Üzerlerinde kul hakkı olan kimseler, daha dünyâdayken pişman olarak, o kulun hakkını ödeyip, onunla helallaşmalı, sonra Allah’ın merhâmetine sığınmalı, bir daha böyle kötü harekette bulunmaktan çekinmeli, birçok iyilik yaparak günahlarını affettirmeye çalışmalıdır. O zaman, Cenâb-ı Hak, belki onların kusurlarını bağışlayacaktır. Bu, ancak Allahın irâdesine bağlıdır. Kur’ân-ı kerîmde dâimâ Allah’ın çok merhâmetli ve affedici olduğu tekrarlanmakta olduğundan ümit olunur ki, cidden pişman olup tevbe edenler ve hayırlı işler yaparak günahlarını affettirmeye çalışanlar, Cenâb-ı Hakk’ın mağfiretine, bağışlamasına lâyık görülürler.
Cenâb-ı Hak meâlen; “Kim zerre kadar iyilik yapmışsa, onun karşılığını görür; kim de zerre kadar kötülük yapmışsa, o da onun karşılığını görür” (Zilzal sûresi: 3) buyurmaktadır ve bunu yalnız müslümanlara tahsis etmeyerek, bütün insanlara âit kılmıştır. Yalnız insanlara iyilik etmek düşüncesi ile çalışarak, insanlığa faydalı keşifler veya işler yapmış, insanlara yardım için hayatını, sıhhatini tehlikeye koyarak, en güç şartlar altında çalışmış olan bir kimse bile, müslüman olmayıp, kâfir olarak ölürse, iyilikleri onu küfrün cezâsından kurtaramaz. Fakat Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda her türlü fenalığı ve hilekârlığı yapan, yalan yere ibâdet eden münâfıkların cezâsı muhakkak bunlarınkinden daha çok olacaktır.
İslâmiyette inanılacak ve amel edilecek hususlarda doğru bir îtikâd ve doğru bir amel gerekir. Bu îtikâd ve amel, Peygamber efendimiz ve arkadaşlarının bildirdiği îtikâd ve amel gibi olmalıdır. Bu îtikâd bilgilerine inanan ve amel bilgilerini yapana Ehl-i sünnet denir. Bugün dünyâda Ehl-i sünnet olanlar, inanılacak hususlarda iki imâma yâni İmâm-ı Mâtürîdî ile İmâm-ı Eş’arî’ye tâbidirler Amelî hususlarda ise Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine tâbidirler. Bu mezheplere ve imâmlara tâbi olmayan kimseler Ehl-i sünnetten değildirler.
Ehl-i sünnet îtikâdında olmayan Müslümanlara Ehl-i bid’at veya Ehl-i dalâlet denir. Bunlar 72 fırka (grup)dır. Bunlar îmânı gideren bir inanışın içine düşmedikçe yine müslümandırlar.
İslâm dîni son dindir. Kur’ân-ı kerîm, ilk gününden bu güne kadar hiç bozulmadan, bir kelimesi bile değişmeden gelmiştir. Bu o kadar bârizdir (açıktır) ki, artık başka din gelmeyeceği, insanların dîni ihtiyaçlarının tamamıyla giderilmiş bulunduğu, İslâm dîninin hakîki Allah dîni olduğu kendiliğinden meydana çıkar.
Bir cümle ile İslâmiyet, insanın dünyâ ve âhiret saâdetini içinde toplayan en son ilâhî dindir. Nitekim Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîm’de meâlen buyuruyor ki:
“…Bugün size dîninizi ikmal ettim ve size ihsanda bulunduğum nîmetlerimi tamamladım. Sizin için din olarak İslâmı seçtim…” (Mâide sûresi: 3)
“Muhammed (aleyhisselâm)in getirdiği İslâm dîninden başka din isteyenlerin, dinlerini Allahü teâlâ (sevmez ve) kabul etmez. İslâm dînine arka çeviren, âhirette ziyân edecek, Cehenneme gidecektir.” (Âl-i İmrân sûresi: 85)
“Doğrusu, Allah katında makbul olan din, İslâmdır. Kendilerine kitap verilen (Hıristiyan ve Yahûdî)ler, hakikati bildikten sonra, aralarındaki ihtirastan dolayı, İslâm dîni hakkında ihtilâfa düştüler. Kim Allah’ın âyetlerini inkâr ederse, şüphe yok ki, Allah onun cezâsını çok çabuk görücüdür.” (Âl-i İmrân sûresi: 19)
İslâmiyetin emrettiği gibi îmân edip bu îmân ile ölenler, âhirette Cennete gidecektir. Cennet, Allahü teâlânın âhirette müslümanları ebediyyen sayısız nimetlerle mükâfatlandıracağı yerin adıdır Îmân etmeyenler ve îmânsız olarak ölenler, Cehennemde ebediyen cezalandırılacaklardır. İslâmiyette mükâfat ve cezaları ancak Allahü teâlâ takdir eder. Hiçbir kulun O’nun takdirine karışmaya, beğenmemeye hakkı yoktur. Ancak peygamberler, evliyâ, âlimler, şehidler, sâlih müslümanlar, bülûğa ermeden ölen müslüman çocukları, Allahü teâlânın izni ile müslümanlardan günahkâr olanların affedilmeleri ve sâlih müslümanların da mükâfatlarının arttırılması için şefâat edeceklerdir. Âhirette buna kavuşmak için îmân ile ölmek şarttır.