Cumartesi, Ekim 5, 2024
Gazete Makaleleri

İnsanlığın Peygamberimize Olan İhtiyacı

            Esas konuya girmeden önce, bir mukaddime olmak üzere, ifade edelim ki:          

Tarihte “Cahiliye Devri” denilen bir dönem vardır. Bu dönemde, Arabistan Yarımadasında, insanlar putlara tapıyor, fıçılarla içki içiyor, sabahlara kadar kumar oynuyorlardı. Yine o devirde kuvvetli olan haklı sayılıyor, kadınlar bir ticaret metaı gibi alınıp-satılıyor, kız çocukları diri-diri toprağa gömülüyorlardı. Elbette bunlardan rahatsız olan, memnun olmayan akl-ı selim sahibi insanlar –az da olsa- mevcuttu ve bunlar Cenab-ı Hakk’a tazarru ve niyazda bulunuyor, bu karanlık gecenin bitmesi için adeta can-hıraş bir şekilde yalvarıyorlardı.

Şüphesiz ki, dünyaya gönderilen ilk insan ve ilk peygamber olan Hazret-i Adem’den bu yana gelmiş-geçmiş bulunan bütün cemiyetleri incelediğimizde, belki sanatsız, edebiyatsız birtakım toplumlar bulmamız mümkündür. Fakat dinsiz hiçbir cemiyet bulmak mümkün değildir. Eğer hak dini bulamamışlarsa, batıl, beşeri dinler ihdas etmişler, yıldızlara, aya, güneşe, rüzgara, volkanlara, kabaran dalgalara, ağaçlara, taşlara, putlara tapınmışlardır. Dinler tarihi kitabları tahkik ve tetkik edilecek olursa, bunlar bütün teferruatıyla görülecektir.

İnsanlara merhamet buyuran Allahü teala, muhtelif asırlarda ve çeşitli coğrafi bölgelerde yaşayan insanlara birçok peygamber gönderdiği gibi, son nebi ve resul olan Hazret-i Muhammed’i (sallallahü aleyhi ve sellem) de peygamber olarak vazifelendirmiştir.

            O, bu vazifeyi alınca, insanları küfür, dalalet, cehalet, ahlaksızlık, vahşet ve zulmetten kurtarıp iman, hidayet, ilim, irfan, aydınlık, insanlık, ahlak ve fazilete kavuşturmak istiyordu. Bunun için gece-gündüz hiç durmadan, Allah’ın gönderdiği en son ve en mükemmel din olan İslam dinini beşeriyete tebliğ ediyordu. O, getirdiği ilahi tebliğlerin, bütün insanlara anlatılması, açıklanması ve bizzat tatbik edilmesi ve bunların ebediyete kadar geçerli olduğunu ispatlamak için canla-başla çalışıyordu. Nasipli olan kimseler, önceleri birer-ikişer, üçer-beşer, sonraları ise fevc-fevc, grup-grup islamiyete yönelmişler, ona dört elle sarılmışlar, bu hususta mallarını, canlarını, ailelerini ve çoluk-çocuklarını dahi feda edecek hale gelmişlerdir. Ama ilk müslümanlar çok büyük imtihanlarla karşı karşıya kalmışlardır.   

Takdir edileceği üzere, insanları, bağlı bulundukları dinlerinden, eski örf, adet ve geleneklerinden bir anda vaz geçirmek kolay bir iş değildir. Hazret-i Peygamber, bozuk inançları ve alışkanlıkları söküp atmada tedrice riayet etmiş, bu tedrici, inanç, ibadet ve hükümlerin hepsinde uygulamıştır. Takriben 23 sene zarfında, barışta ve savaşta, sıkıntı ve mutluluk anlarında, dini, ictimai, ahlaki ve siyasi hayata dair, içinde bulunduğu toplum ve çevresindekilere çok önemli mesajlar vermiş ve onlara en güzel örnek olmuştur.

Herkesçe bilindiği gibi, peygamberler tarihini incelediğimizde, hepsinin gayesinin, yüksek ahlaklı iyi insanlar, aileler ve cemiyetler meydana getirmek olduğunu görüyoruz. Zaten bizim dinimizde, tarihimizde, kültür ve medeniyetimizde eğitimden maksat “iyi insan”, orijinal ismiyle söylemek gerekirse “insan-ı kamil” meydana getirmektir.

            Burada hemen büyük islam alimi İmam-ı Gazali’nin bir sözünü hatırlıyoruz. Buyuruyor ki: “İnsanlar üç gruptur. Birinci grup gıda gibidir, herkese her zaman lazımdır. İkinci grup deva (ilaç) gibidir, bazı insanlara bazen lazım olur. Üçüncü grup ise illet (maraz, dert, hastalık) gibidir, herkes ondan kaçar, ama o, insanlara bulaşır.”

            Bütün peygamberler ve onların varisleri olan islam alimleri ve evliya-yı kiram, hep gıda gibi bütün insanlara lazım olan fertler, aileler ve cemiyetler teşkil etmek için uğraşmışlardır.

            Son peygamber olan Hazret-i Muhammed’in (sallallahü aleyhi ve sellem), 150 bin mübarek insan, güzide sahabe, “hayırlı bir ümmet” meydana getirmesi, onların da 50 sene gibi çok kısa zaman zarfında gayet mahdud imkanlarla Endülüs’ten Çin’e kadar olan geniş coğrafi bölgeleri fethedip  oralara ilim, irfan, ahlak, fazilet, adalet, medeniyet, nur ve hidayet götürmeleri ciddiyetle incelenmesi gereken bir konudur.        

Aslında Hazret-i Adem’den itibaren gelmiş-geçmiş bulunan 6 ülü’l-azim peygamber, 313 resul, 124 binden ziyade nebinin eğitimdeki hedefleri aynıdır. 100’ü küçük 4’ü büyük kitap olmak üzere bu peygamberlerden bazılarına gönderilen 104 kitaptaki hedef de, insanların dünyada huzur ve sükun içerisinde yaşamaları, ahirette de ebedi seadete kavuşmalarıdır.

            Dünyadaki bütün insanlar mesut olmak ister. Fakat mesut olan pek azdır, çünkü saadetin ne olduğunu bilen azdır. Saadet denilince yalnız dünyadaki rahatlık hatıra gelmemelidir. Asıl saadet, ebedi olan ahiret saadetidir. Ahiret saadetine kavuşabilmek için de Allahü tealanın ve son Peygamberinin emirlerine uymak yegane çaredir; bundan başka çare yoktur. İnşaallah bu konuda başka makaleler de yazmak istiyoruz.