Perşembe, Mart 20, 2025
Makaleler

İmâm-ı Gazâlî Kimdir?

“Gazâlî” nisbesiyle meşhûr, “Huccetü’l-İslâm” ve “Zeyneddîn” lakablarıyla anılan, künyesi de “Ebû Hâmid” olan Muhammed bin Muhammed bin Muhammed bin Ahmed, İslâm âlimlerinin en büyüklerindendir. İctihâdı, Şâfiî mezhebine uygun olan bir “müctehid”di.

Hicrî-kamerî 450  (m. 1058) senesinde Îrân’ın Tûs şehrinin “Gazâl” kasabasında doğmuştur. Babası, âlimlerin sohbetlerinden hiç ayrılmayan, elinden geldiği kadar, onlara yardım ve iyilik eden ve hizmetlerinde bulunan sâlih ve fakîr bir zâttı. Âlimlerin nasîhatlarını dinleyince ağlar ve Allahü teâlâdan, kendisine âlim olacak bir evlâd vermesini yalvara-yakara isterdi.

Yün eğirip, Tûs şehrinde bir dükkânda satan, böylece evinin geçimini temîn eden babası, vefâtının yaklaştığını anlayınca, hem oğlu Muhammed Gazâlî’yi, hem de diğer oğlu Ahmed’i, hayır sâhibi ve zamânın sâlihlerinden olan bir arkadaşına, bir miktar mal da vererek şöyle vasiyette bulundu:  

“Ben kendim, âlim bir kimse olamadım; bu yolla kemâle gelemedim. Maksadım, benim kaçırdığım kemâl mertebelerinin, bu oğullarımda hâsıl olması için yardım etmenizdir. Bıraktığım bütün para ve erzâkı, onların tahsîline sarf edersin.”

O arkadaşı vasiyeti aynen yerine getirdi. Babalarının bıraktığı para ve mal bitinceye kadar, onların yetişme ve olgunlaşmaları için çalıştı. Sonra onlara; “Babanızın, sizin için bıraktığı parayı tahsîl ve terbiyenize harcadım. Ben fakîrim, param yoktur. Size yardım edemeyeceğim. Sizin için en iyi çâreyi, diğer ilim talebeleri gibi medreseye devâm etmenizde görüyorum” dedi. Bunun üzerine iki kardeş, medreseye gittiler ve bu sâyede her ikisi de büyük âlimlerden olma saâdetine kavuştular.

İmâm-ı Gazâlî, çocukluğunda, kendi memleketinde, fıkıhtan bir miktâr okudu. Sonra Cürcân’a gitti. İmâm Ebû Nasr İsmâîlî’den bir müddet ders aldı. Sonra Tûs’a döndü. Cürcân’dan Tûs’a dönerken başından geçen bir hâdiseyi şöyle anlatır:

“Bir grup yol kesici karşımıza çıktı. Yanımda olan her şeyimi alıp gittiler. Arkalarından gidip kendilerine yalvardım: ‘Ne olur, işinize yaramayan ders notlarımı bana geri verin’ dedim. Reîsleri: ‘Onlar nedir? Nasıl şeylerdir?’ diye sorunca: ‘Onları öğrenmek için memleketimi terk ettim, gurbetlere gittim. Filân yerdeki birkaç tomar kağıttır’ dedim. Eşkıyânın reîsi güldü; ‘Sen o şeyi bildiğini nasıl iddiâ ediyorsun, biz onları senden alınca, ilimsiz kalıyorsun’ dedi, ama onları bana geri verdi. Sonra düşündüm, ‘Allahü teâlâ, belki de beni îkâz için, yol kesiciyi o şekilde konuşturdu’ dedim. Tûs’a gelince üç yıl boyunca, bütün gayretimle çalışarak, Cürcân’da tuttuğum notların hepsini ezberledim. O hâle gelmiştim ki, bir yol kesici daha önüme çıksa ve hepsini alsa, artık bana zararı dokunmazdı.”

Memleketinde geçirdiği bu üç seneden sonra, tahsîline devâm etmek için, o zamânın büyük bir ilim ve kültür merkezi olan Nîşâbûr’a gitti. Zamânın büyük âlimlerinden olan İmâmü’l-Haremeyn Ebü’l-Meâlî el-Cüveynî’nin talebesi oldu. Onun üstün zekâsını ve çalışkanlığını gören hocası, kendisine yakın alâka gösterdi. Burada kelâm [akâid], usûl-i fıkıh, fıkıh [İslâm hukûku], usûl-i hadîs, mantık ve münâzara ilimlerini öğrendi. Ebû Hâmid er-Rezekânî, Ebü’l-Hüseyin el-Mervezî, Ebû Nasr el-İsmâîlî, Ebû Sehl el-Mervezî, Ebû Yûsuf en-Nessâc gibi devrin büyük âlimleri de onun belli başlı hocalarındandır.

Nîşâbûr’da tahsîlini tamâmlayınca, büyük bir ilim-irfân ve edebiyât hâmîsi olan Selçûklu vezîri, büyük devlet adamı Nizâmül-mülk’ün da’veti üzerine Bağdâd’a gitti. Nizâmül-mülk’ün topladığı ilim meclisinde bulunan zamânın âlimleri, İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin ilminin derinliğine ve mes’eleleri îzâh etmekteki üstün kâbiliyetine hayrân kaldıklarını i’tirâf ettiler. O zaman ortaya çıkan sapık fırkaların mensupları, onun yüksek ilmi ve en zor, en ince mevzûları en açık bir şekilde anlatması, hitâbet ve îzâh etme kâbiliyetinin yüksekliği, zekâsının parlaklığı karşısında perişân oluyorlar ve tutunamıyorlardı.

Bu sırada otuz dört yaşında bulunan İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin, İslâmiyete yaptığı büyük hizmetleri gören Selçûklu vezîri Nizâmül-mülk, onu Nizâmiye Medresesi baş-müderrisliğine [şimdiki ta’birle Nizâmiye Üniversitesi Rektörlüğü’ne] tâyin etti. Bu Üniversite’nin başına geçen İmâm-ı Gazâlî hazretleri, üç yüz kadar seçkin talebeye lüzûmlu olan bütün ilimleri öğretti. Yetiştirdiği talebelerin had ve hesâbı yoktu. Ebû Mansûr Muhammed, Muhammed bin Es’ad et-Tûsî, Ebü’l-Hasan el-Belensî, Ebû Abdillah Cümert el-Hüseynî talebelerinin meşhûrlarındandır.

Bir taraftan da kıymetli kitaplar yazan İmâm-ı Gazâlî, hem ilim ehli, hem devlet adamları, hem de halk tarafından büyük bir muhabbet ve hürmet gördü. Şöhreti gün geçtikçe arttı. Nizâmiye Üniversitesinde bulunduğu yıllarda, “Kitâbü’l-Basît fil-Fürû’”, “Kitâbü’l-Vesît”, “El-Vecîz”, “Meâhizü’l-Hilâf” adlı kitaplarını yazdı. [İnşâallah yarın da aynı konuya devâm edelim.]