Çarşamba, Ocak 15, 2025
Makaleler

İki Cihân Seâdeti İçin Tavsiye Edilen Beş Şey

Dünkü makâlemizde, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden, Abdullah bin Amr bin Âs hazretlerinin “Şu beş şey kimde bulunursa, dünyâ ve âhirette mes’ût olur” sözünü nakletmiş ve onlardan ilk 2 madde [ya’nî besmele ve hamdele] üzerinde birer nebze durmuştuk. Bugün de, yerimizin müsâadesi nisbetinde, 3. madde [ya’nî tevekkül] üzerinde durmaya çalışalım:

3. Madde: Bir belâya dûçâr olduğunda; “İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn” ve “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azîm” demek. Tabîî ki bu, bir nevi tevekküldür. Şimdi bu tevekkül üzerinde biraz durmamız îcâb eder:

TEVEKKÜL

“Tevekkül” lüğatta “vekîl etme” mânâsına gelir. Dînimizdeki ıstılâhî ma’nâsı ya’nî terim olarak anlamı ise:

“Müslümânların, bütün işlerinde Allahü teâlâyı vekîl etmeleri; bütün işlerini Allahü teâlâya ısmarlamaları; bir işe başlarken sebeplere yapıştıktan sonra Allahü teâlâya güvenmeleri; kalben O’na i’timâd etmeleri” demektir.

Allahü teâlâ herkese, tevekkülü emreylemiş ve “Tevekkülün îmânın şartı” olduğunu beyân buyurmuştur. Şöyle ki, Mâide Sûresi’nde (meâlen): “Eğer îmânınız varsa, Allahü teâlâya tevekkül ediniz”; Âl-i Imrân Sûresi’nde de (meâlen); “Allahü teâlâ, tevekkül edenleri elbette sever”; Talâk Sûresi’nde ise (meâlen); “Bir kimse, Allahü teâlâya tevekkül ederse, Allahü teâlâ, ona kâfidir” ve Zümer Sûresi’nde de (meâlen); “Allahü teâlâ, kuluna kâfî değil midir?” buyurulmuştur. Bunlar gibi daha nice âyet-i kerîme vardır. Hûd Sûresi’nde (meâlen); “Yeryüzündeki her canlının rızkını, Allahü teâlâ, elbette gönderir” buyurulmuştur.

Bütün bunlardan açıkça anlaşılıyor ki, “dînimiz çalışmayıp, boş oturup tevekkül ediyorum” demeyi yasaklamaktadır. İnsan çalışıp çalışmamakta, ilâç kullanıp kullanmamakta, iyilik edip etmemekte, dînini öğrenip öğrenmemekte serbesttir. Yapılan işin akla, dîne uygun olması Allahü teâlânın emridir.

Aslında tevekkül, kalbin yapacağı bir iştir ve îmândan meydâna gelir. Öğrenilmesi güç, yapması ise daha güçtür. Çünkü dînimizin bildirdiği tevekkülün hem akla, hem dîne, hem de tevhîde uyacak şekilde anlaşılması ve yapılması lâzımdır.

Bir kimse, “hareketlerde, işlerde Allahü teâlâdan başkasının te’sîrini düşünürse, tevhîdi noksan olur.” Eğer “hiçbir sebep lâzım değildir” derse dînden ayrılmış olur. “Sebepleri araya koymaya ihtiyâç yok derse, akla uymamış olur.”

Bazılarının sandıkları gibi tevekkül, her işi oluruna bırakıp, ihtiyârıyla bir şeyi yapmamak, para kazanmak için uğraşmamak, tasarruf yapmamak, yılandan, arslandan, düşmândan sakınmamak, hasta olunca ilâç içmemek, dînini öğrenmek için çalışmamak demek değildir.

Tevekkülün esâsı; gerekli sebeplere başvurduktan sonra, insanlardan bir şey beklememek, sebeplere güvenmemek, herşeyi yalnız Allahü teâlâdan beklemektir. [İnsana dayanma ölür; duvara dayanma yıkılır; ağaca dayanma kurur; Hayy u Kayyûm olan Allah’a güven demişlerdir. Bu söz, tevekkülü çok güzel özetliyor.]

Allahü teâlâ, kimseye muhtâç olmamak için çalışmayı, hasta olmamak için önceden tedbîr almayı, çocuk sâhibi olmak için evlenmeyi, hasta olunca ilâç kullanmayı, görebilmek için ışığı sebep kılmıştır.

[İnşâallah öbür hafta, tevekkül ile ilgili diğer bazı âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere temâs edelim.]