Cumartesi, Ekim 5, 2024
Makaleler

Hazret-İ Peygambere, İnsânlık Çok Muhtâç

Geçen haftaki makâlemizde, Batılıların İslâmiyete ve müslümânlara nasıl hücûm ettiklerinden bahsetmeye çalıştık. Şimdi, Batılıların yaptıkları bu münâsebetsizlik sebebiyle, gündemi işgâl eden konuyu, birazcık daha irdelemek ve incelemek istiyoruz. Çünkü bu konunun birçok yönü var. Şöyle ki:

1- Peygamber Efendimizin resmi veya karikatürü yapılabilir mi? Sinema veya tiyatroda bizzât kendisi temsil edilebilir mi?

Önce, Peygamber Efendimizin resminin veya karikatürünün yapılması konusunu ele alalım.

Hemen belirtelim ki, bırakın hakâret için yapmayı, Sevgili Peygamberimizin normal olarak da resminin veya karikatürünün yapılması, kat’iyyen câiz değildir. Diğer Peygamberlerin ve meleklerin resimlerinin yapılması da dînen yasaktır. Sinema ve tiyatrolarda, film ve temsîllerde bizzât Hazret-i Peygamber’in temsîli de uygun değildir.

Bilindiği üzere O’ndan, film ve piyeslerde, audio ve video kasetlerde, CD ve DVD’lerde hep üçüncü şahıs olarak bahsedilir. Bugüne kadar İslâm âleminde hep böyle olmuştur. Tarih boyunca, İslâm âleminde, O’nun herhangi bir resmi veya karikatürü yapılmamıştır. Türk geleneğinde de bu böyledir.

2-  Karikatürler plânlı olarak, müslümânları tahrîk maksadıyla, provokasyon için yapılmış olabilir mi? Karikatürlerin kronolojisi nedir? Yani hangi ülkelerde, ne zaman bu münâsebetsizlikler yapılmıştır? Bunları yukarıda belirttik.

3- Bir müslümân, Hazret-i Mûsâ aleyhisselâma ve Hazret-i Îsâ aleyhisselâma hakâret edebilir mi? Peygamberlerden herhangi birini, özellikle son Peygamber Muhammed aleyhisselâmı tahkîr etmenin hükmü nedir?

4- Hıristiyanlar, müslümânları sevmezler mi? Sevmeye mecburlar mı? Bugünkü medenî dünyâda, hıristiyanlar, müslümânları sevmeseler de, onlara düşmanlık, sözlü veya yazılı hakâret, saygısızlık yapabilirler mi?

5- Bu hareket tarzı basın hürriyeti, fikir ve ifâde hürriyeti gibi telakkî edilebilir mi? Hakâret, basın ve düşünce özgürlüğünün neresindedir? Bu davranış, insan haklarını ihlâl değil midir? Kopenhag kriterlerine uyar mı?

6- Hıristiyanlık âleminde, daha önce böyle edepsizlikler yapıldı mı? Müslümânlar nasıl davrandılar? Şimdi, Peygamberlerine, kitaplarına, dinlerine ve diğer bazı mukaddes değerlerine hakâret edilen Müslümânlar nasıl davranmalıdırlar?

7- Bu konuda şiddet sergilemek uygun mu? Tarihte yapılan haçlı seferleri, nelere mal oldu? Birinci ve İkinci Cihan Harplerindeki kayıplar nelerdir? Dünyânın üçüncü bir cihân harbine tahammülü var mıdır? Harplerin ne gibi kötü neticeleri vardır? Dînî sebeplere dayalı olarak yapılacak harpler, nelere mal olur? Medeniyetler arası çatışma, bugünkü medenî dünyada tasvip edilebilir mi?

8- Bugüne kadar, Devlet ve Hükümet Yetkililerimiz neler yapmışlardır? İslâm dünyâsındaki yetkililer ve Milletlerarası kuruluşlar ne gibi davranışlar sergilemişlerdir? Diğer ülkelerin yetkilileri neler yapmışlardır?

9- Aklı başında bazı Batılılar, Sevgili Peygamberimiz hakkında neler söylemişlerdir?

10- Sevgili Peygamberimizin üstünlüğü hakkında neler söylenebilir?

Suâlleri çoğaltmak mümkün.

SAÂDETLERİN BAŞI, MUHAMMED ALEYHİSSELÂMA ÎMÂN ETMEKTİR

İslâm âlimlerinin buyurdukları gibi, saâdetlerin başı, Muhammed aleyhisselâmı tanımak, sevmek, O’na îmân etmek, tâbi’ ve teslîm olmaktır.

Târih boyunca, mükemmel hayâtı, en ince teferruâtıyla ortaya konulan yegâne zât olan Hazret-i Peygambere, insânlığın ne kadar muhtâç olduğunu, bugün daha iyi anlıyoruz.

Aslında kâinâtın Efendisi Muhammed aleyhisselâmı, lâyıkı vechile, doğru bir şekilde beşeriyete tanıtmak, biz müslümânlar için bir insanlık, müslümânlık ve vefâ borcudur.

Bir insanda bulunabilecek, görünür-görünmez bütün iyilikler, üstünlükler ve güzellikler kendisinde toplanmış olan, dünyâ ve âhiretin Efendisi, insanların ve cinnîlerin Peygamberi olan Resûl-i Ekrem Muhammed aleyhisselâm’ı gündemde tutmak, akıllarda ve fikirlerde, hâtırlarda ve gönüllerde bulundurmak, bütün insanlara doğru bir şekilde tanıtmak ve sevdirmeye çalışmak çok şerefli bir iştir. Bu, kültürlü, münevver, imkânı olan ve gücü yeten her müslümânın işi olmalıdır. 

Haddi zâtında, Allah’ın, Peygamberler ve kitaplar göndermesi, bu suretle, bütün insanlara, dünyâ ve âhirette huzûr ve saâdet içerisinde yaşamanın yollarını göstermesi, en büyük ni’metidir. Yüce Allah, insanlara, kendileri için en doğru olan yaşayış tarzını bildirmiştir.  

Dünyadaki bütün insanlara çok acıyan Rabbimiz, iyi, güzel ve faydalı şeyleri yaratıp, dostunu-düşmanını ayırmadan, herkese gönderiyor. Bu cümleden olarak, Peygamberleri vasıtasıyla, beşeriyete saâdet yollarını göstermiş, iyi-kötü, güzel-çirkin her şeyi onlara öğretmiştir. Dolayısıyla Allah’ın bize öğrettiği edep ve ahlâk, değişmeyen en güzel ve en doğru ahlâktır.

“Gerçekten sen, büyük bir ahlâk üzeresin” (Kalem, 4) âyetinde, Allah’ın iltifâtına mazhar olan Sevgili Peygamberimiz, Kur’ân’dan ibâret olan güzel ahlâkını, hayâtında sergilediği tatbîkâtı ve tavsiyeleri ile ümmetine teblîğ etmiştir.

“Onun şahsında, Allah’ı ve Âhiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça hâtırlayanlar için güzel edeb ve ahlâk nümûneleri vardır ” (Ahzâb, 21) âyet-i kerîmesi, onun “üsve-i hasene” [nümûne-i imtisâl = en güzel örnek] olduğunu ne güzel ifâde etmektedir?

Yine Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:

 “(Ey inananlar!) Andolsun ki, size içinizden, kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız, ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün [üstünüze çokça titriyor], mü’minlere karşı çok şefkatli ve gâyet merhametlidir.

(Ey Muhammed!) Eğer yüz çevirirlerse, aldırmazlarsa, onlara de ki: Allah bana yeter. O’ndan başka ilâh yoktur. Ben sadece O’na güvenip dayanırım. O, yüce Arş’ın sâhibidir, [O, büyük arşın Rabbi’dir.] (Tevbe, 128-129)

Yüce Rabbimiz: “Peygamber, mü’minlere canlarından evlâdır, ileridir, daha yakındır; [O, mü’minler nazarında kendi nefislerinden, canlarından daha önce gelir; Mü’minlerin, Peygamber’i kendi nefislerinden çok sevmeleri gerekir.] O’nun hanımları da onların anneleridir…..”  [Ahzâb, 6] buyuruyor.

“Ahlâk İlmi” âlimlerinden Ali bin Emrullah’ın dediği gibi, “İslâm âlimlerinin çoğuna göre: insanlar iyiliğe, yükselmeye elverişli olarak doğarlar. Sonra nefsin kötü arzûları, güzel ahlâkı öğrenmemek ve kötü arkadaşlarla düşüp kalkmak, kötü huyları meydana getirir.”

ÎMÂNIN DÖRDÜNCÜ ŞARTI

Âmentü Esâslarından Dördüncüsü, “Peygamberlere İnanmak”tır.

Bilindiği gibi, dînde inanılacak altı şeyden [ya’nî Âmentü esâslarından, îmânın altı şartından] dördüncüsü, Allahü teâlânın “Peygamber”lerine inanmaktır. Peygamberlere îmân etmek, aralarında peygamberlik bakımından hiçbir fark görmeyerek, hepsinin sâdık, doğru sözlü olduğuna inanmak demektir. Peygamberler, insanları, Cenâb-ı Hakk’ın beğendiği yola kavuşturmak, onlara doğru yolu göstermek için gönderilmişlerdir.

Allahü teâlâ, dünyâya gönderdiği ilk insanı [ya’nî Hazret-i Âdem’i], aynı zamanda ilk Peygamber kılmış, ondan sonra, kullarına râzı olduğu ve beğendiği yolu göstermek için, çeşitli mekânlardaki, çeşitli kavimlere, zaman zaman “Peygamber”ler göndermiştir.

İnsanların dünyâ ve âhirette işlerinin düzgün ve faydalı olması için ve onları yanlış, zararlı işlerden koruyup selâmete, hidâyete, râhata ve saâdete kavuşturmak için, bu Peygamberlerle, “dîn” gönderilmiştir.

İSLÂMIN İLK ŞARTI

Bu vesîle ile belirtelim ki, İslâmın beş şartından birincisi [ya’nî İslâmın birinci şartı], “Kelime-i şehâdet”tir. Ya’nî Allahü teâlâya ve Peygamberine (aleyhisselâm) îmândır. Ya’nî onları sevmek ve sözlerini beğenip kabûl etmektir. İki cihân saâdetine kavuşmak, ancak ve yalnız, dünyâ ve âhıretin Efendisi olan Muhammed aleyhisselâma tâbi’ olmaya bağlıdır. Ona tâbi’ olmak için de, îmân etmek ve onun getirdiği ahkâm-ı İslâmiyyeyi öğrenmek ve yapmak lâzımdır. Yine Muhammed aleyhisselâm’a tâm ve kusûrsuz tâbi’ olabilmek için, onu tâm ve kusûrsuz sevmek lâzımdır.

Hatırlarda olduğu gibi, Fransız dergilerinden “Le Point”, 1980 yılını “Hazret-i Muhammed Yılı” olarak ilân etmişti. Dergi, bu seçimine sebeb olarak, “Hazret-i Muhammed’in (s.a.s.), yedinci yüzyılda yaşamış olmasına rağmen, dünyadaki tesirini, her geçen gün büyüyerek sürdürmesini” göstermiştir.

Her bakımdan insanların en üstünü olan Muhammed aleyhisselâm, kendisine Peygamberliği bildirilmeden önce de, güzel ahlâkı, insanlara görülmemiş bir şekilde iyi davranması, sâkinliği, yumuşaklığı ve diğer üstün hâlleriyle sevilmiştir. İnsanlar, bu hasletleri sebebiyle O’na hayrân olmuşlardır. Mekke halkı, gördükleri şaşılacak derecedeki doğru sözlülük ve güvenilirlikten dolayı, O’na “el-Emîn”, ya’nî “kendisine her zaman güvenilir” lakabını verdiler. Böylece gençliğinde bu isimle meşhûr oldu. Ama ne kadar enteresan bir durumdur ki, Peygamberliğini i’lân ettiği zaman, O’nun emîn olduğunu bildikleri hâlde, Mekke’lilerin çoğu îmân etmediler.

Allahü teâlâ, bir insanda bulunabilecek, görünür-görünmez bütün iyilikleri, bütün üstünlükleri, bütün güzellikleri, sevgilisi Muhammed Aleyhisselâm’da  toplamıştır.

Meselâ, insanların en güzel yüzlüsü ve gâyet nûrânî benizlisi idi. Mübârek yüzü, kırmızı ile karışık beyâz olup, ay gibi nûrlanırdı, parlardı.

Sözleri gâyet tatlı olup, gönülleri alır, rûhları cezbederdi.

Aklı o kadar çoktu ki, Arabistân yarımadasında, sert, inatçı insanlar arasında gelip, onları çok güzel idâre ederek ve cefâlarına sabrederek, yumuşaklığa ve itâate getirdi. Çoğu dînlerini bırakıp müslümân oldu ve dîn-i İslâm yolunda babalarına ve oğullarına karşı harbettiler. O’nun uğrunda mallarını, yurtlarını fedâ edip, kanlarını akıttılar. Hâlbuki, böyle şeylere alışık değillerdi.

Güzel huyu, yumuşaklığı, affı, sabrı, ihsânı, ikrâmı, o kadar çoktu ki, herkesi hayrân bırakırdı. Görenler ve işitenler seve seve müslümân olurdu.

Hiçbir hareketinde, hiçbir işinde, hiçbir sözünde, hiçbir zaman, hiçbir çirkinlik, hiçbir kusûr görülmemiştir. Kendisi için kimseye gücenmediği hâlde, din düşmânlarına, dîne dil ve el uzatanlara karşı sert ve şiddetli idi.

Herkese karşı yumuşak olmasaydı, Peygamberlik heybetinden, büyüklük hâllerinden, kimse yanında oturmaya ve sözünü dinlemeye tâkat getiremezdi.

Kimseden bir şey okumamış, öğrenmemiş, hiç yazı yazmamış iken ve seyâhat etmeyen, geçmişlerden ve etrâfındakilerden haberi olmayan insanlar arasında hâsıl olmuş iken, Tevrât’ta, İncîl’de ve diğer bütün kitâplarda yazılı olan şeyleri bildirdi. Geçmişlerin hâllerinden haber verdi. Her dînden, her meslekten ileri gelenlerin hepsini huccet ve burhânlar söyliyerek susturdu. En büyük mu’cize olarak Kur’ân-ı kerîmi ortaya koydu ki, 6.236 âyetinden biri gibi söyliyemezsiniz diye meydân okuduğu hâlde, 1.400 küsûr seneden beri, dünyânın her tarafında bütün İslâm düşmanları elele vererek, mallar, servetler dökerek uğraştıkları hâlde, söyleyemediler.

[İnşâallah öbür hafta da bu mevzûdan bahsedelim.]