“Feth-i Mübîn” Hakkında Birkaç Kelime
Hâtırlıyacağınız üzere, geçen haftaki 2 makalemizde, deryâdan katre (denizden damla) misâli, Peygamber Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) mübârek dâmadı Hazret-i Ali Efendimizin ve onun büyük oğlu Hazret-i Hasan’ın soyundan gelen, “Gavs-ı A’zam” diye anılan Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin onbirinci batından torunu, “Silsile-i Aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin otuz birincisi, ulemâ ve evliyânın büyüklerinden olan Seyyid Tâhâ-i Hakkârî’den [kuddise sirruh] bahsetmeye çalışmıştık.
Hakkârî Valiliği ve Hakkârî Üniversitesi’nce müştereken tertiplenen uluslararası bir sempozyumla anılan Seyyid Tâhâ-i Hakkârî’nin, Doğu ve Güneydoğu Anadolumuz, Kuzey Irâk, Îrân’ın Türkiyemize komşu olan bölgelerinde iyi bir şekilde tanınan ve çok sevilen bir insan olduğunu, sempozyumda bizzât müşâhede ettik. Bu büyüklerin, insanlar arasında karşılıklı sevgi ve saygı meydâna getiren ve devâm ettiren bir harç mesâbesinde olduğunu gözlerimizle gördük.
Âcizâne bizim de bir teblîğ sunduğumuz bu sempozyumdan sonra, Hakkârî’nin kazâsı Şemdinli’ye [Şemzînân=Şemdînân’a] bağlı Nehrî [Bağlar] kasabasında bulunan, Seyyid Tâhâ-i Hakkârî’nin üzerine nûr yağan kabr-i şerîfini, kardeşi Seyyid Muhammed Sâlih, oğlu Seyyid Habîb ve amcaları Seyyid Abdullah-i Şemdînî’nin [kaddesallahü teâlâ esrârehümü’l-aliyye] mübârek kabirlerini ziyâretle şereflenip “Yâsîn”, “Mülk”, “Nebe’” sûreleri, “Esmâ-i hüsnâ”, “İmâm-ı A’zam hazretlerinin tesbîhât duâsı”, diğer bazı süver-i celîle ve âyât-ı beyyinâtı okuyup duâlar ettik. Cenâb-ı Hak, kendilerine rahmet eylesin, Cennet’teki derecelerini yüksek eylesin ve bizleri onların şefâatlerine nâil eylesin.
Onu 2 makalede anlatmamız elbette ki mümkün değil. İnşâallah münâsib zamanlarda tekrâren ondan bahsetmek isteriz.
Bugün, iki gün evvel [29 Mayıs 2013 Çarşamba günü], 560. sene-i devriyesini [yıldönümünü] idrâkle şereflendiğimiz “İstanbul Fethi”nden ve onun Fâtih’inden [yine denizden damla misâli] bahsetmek istiyoruz.
Bilindiği üzere, Kur’ân-ı kerîmde “Fetih sûresi”nin 1. âyet-i kerîmesinde “fethan mübînâ” lafızlarıyla Mekke-i mükerremenin fethi mevzû-i bahis edilmiştir. Yine “Fetih Sûresi”nde (27. âyette), “…O, size, bundan başka, yakın zamanda bir zafer verecektir (bu Mekke fethi dışında yakın bir fetih de nasip edecek)” âyet-i celîlesinde “Hayber fethi”ne işâret buyurulmuştur. Ayrıca “Nasr” sûresinde de “Nasrullah ve’l-Feth” lafızlarıyla yine Mekke’nin fethi zikredilmiştir.
“Feth-i mübîn” terimi, edebiyâtımızda bir de “İstanbul’un fethi” için kullanılmıştır. Buna dâir pekçok makâle ve şiir de yazılmıştır. Sevgili Peygamberimiz, İstanbul’un fethini bundan 14 asır önce müjdelemiştir. İstanbul’un fethini müjdeleyen hadîs-i şerîf hakkında, Fakültemizdeki bir profesör arkadaşımız, Ahmed İbn-i Hanbel hazretlerinin “Müsned”i, Ebû Abdillah el-Hâkim en-Neysâbûrî’nin “el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn”i, İmâm Buhârî’nin “et-Târîh”i başta olmak üzere, 19 kaynak zikretmiştir. İstanbul İlâhiyât’taki diğer bir meslektaşımız ise kaynakları 24’e ulaştırmıştır. İstanbul İlâhiyat Fakültesindeki diğer bir hadîs profesörü de bu hadîs-i şerîf için 24 kaynak zikretmiştir.
Bu mukaddimeden sonra, şimdi de kısaca, “Fâtih”den ve “Fetih”ten bahsetmeye çalışalım:
Daha 7 yaşında iken, hocası Akşemseddîn’e “İstanbul’un fethi”ni hedef olarak seçtiğini ifâde eden Fâtih Sultan Mehmed Hân, 12 yaşında Osmânlı tahtına oturmuş, ama bütün Avrupalı düşmânlar, bunu bir fırsat bilerek Osmânlı Devleti’nin üzerine çullanmak isteyince, babası tekrâr idâreyi ele almış ve Osmânlı’nın büyük zaferlerinden olan “Varna Zaferi”ni kazanmış ve böylece devletin temellerini biraz daha muhkem hâle getirmiştir.
Fâtih 19 yaşında iken, babası vefât etmiş, o, bu yaşta 2. def’a Osmânlı tahtına oturmuş, “Ya ben bu İstanbul’u alırım, yahut da bu İstanbul beni alır” meâlindeki sözünü söylemiştir. Nitekim o 21 yaşında iken, daha önce 28 def’a kuşatılıp fethedilemiyen İstanbul’u almış ve Sevgili Peygamberimizin müjdesine o ve şanlı ordusu kavuşmuştur.
Fâtih, çok cesûr ve çok zekî olduğu kadar, çok mükemmel yetişmiş bir hükümdârdı. Donanmayı, Beşiktaş’tan Haliç’e indirmesi ve Kasımpaşa’dan başlayarak boş fıçılar üzerinde kalaslar bağlatıp, Kasımpaşa-Ayvansaray arasında 5,5 m. eninde köprü teşkîl ettirmesi, onun askerî ve teknik dehâsının mahsûlüdür.
Yunan, Latin, İtalyan, Fransız, Arap, Fars ve İbrânî dillerini de çok iyi bilirdi. Avrupa ilim ve tekniğini çok iyi takip ederdi. İyi bir eğitim görerek zamanın bütün ilimlerini öğrenmişti. Astronomi, matematik, askerlik, târih, coğrafya bilgisi çoktu. Kelâm ve matematikte devrinin otoritelerindendi. “Avnî” mahlasıyla şiirler de yazmıştır.
İstanbul’un fethi, 6 Nisan – 29 Mayıs târihleri arasında 53 gün süren muhâsaradan sonra gerçekleşmiştir. Fâtih Sultân Mehmed Hân otağını, Topkapı-Maltepe’de kurdu. Topkapı-Edirnekapı arasındaki merkez cephesini bizzât idâre etti. 20 parça donanma ve 300.000 askerden müteşekkil ordusunun, yeri-göğü sarsan tekbîr ve tehlîl sesleri arasında, Sultân, Topkapı’dan şehre girdi.
Bu fetih, sâdece Türk ve İslâm târihi bakımından değil, insanlık, beşeriyet ve dünyâ târihi bakımından da çok önemlidir. Nitekim Ortaçağ’ın kapanması ve Yeniçağ’ın açılmasına bir başlangıç kabûl edilmiştir.