Dört Gözle Beklediğimiz Ramazan Ayına Kavuştuk
Sevgili Peygamberimiz, iki gün önce idrâkiyle şereflendiğimiz mübârek Ramazân-ı şerîf ayı hakkında, bir hadîs-i şerîflerinde: “…Bu ay, öyle bir aydır ki, ilk günleri rahmet, ortası afv ve mağfiret ve sonu Cehennemden âzâd olmaktır…”, diğer bir hadîs-i şerîflerinde ise, “Ramazan ayı gelince, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır” buyurmuşlardır.
Sahîh-i Buhârî’deki bir hadîs-i şerîfte de Peygamber Efendimiz şöyle buyurmaktadırlar:
“Bir kimse, Ramazan ayında oruç tutmayı farz bilir (vazîfe bilir) ve orucun sevâbını, Allahü teâlâdan beklerse, geçmiş günâhları affolur.” Bu hadîs-i şerîften anlaşılıyor ki, orucun Allah’ın emri olduğuna inanmak ve sevâp beklemek lâzımdır.
İslâm âlimlerinin büyüklerinden İmâm-ı Rabbânî’nin de buyurduğu gibi, “…Ramazan-ı şerîf ayında nâfile olarak kılınan namaz, yapılan zikir, verilen sadaka ve bütün nâfile ibâdetlere verilen sevâb, başka aylarda yapılan farzlara verilen sevâp gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir…” Bu, ne büyük bir ihsân-ı İlâhîdir.
ORUÇ ESKİ ÜMMETLERE DE FARZ KILINMIŞTI
Kur’ân-ı kerîmdeki oruçla ilgili âyetlerde, bu ibâdetin daha önceki milletlere de farz kılındığı belirtilmektedir. Daha önceki ümmetler de oruç tutardı; hattâ dünyâya gönderilen ilk insan ve ilk Peygamber olan Âdem aleyhisselâmdan beri oruç tutulurdu.
Bugün bozulmuş, aslından uzaklaştırılmış hâlde olan Yahûdîlikte ve Hıristiyanlıkta da oruç vardı.
Davûd aleyhisselâm da, birgün oruç tutar, bir gün yerdi. Bir sene böyle devâm ederdi. Bunun en fazîletli oruç olduğunu, Peygamber Efendimiz hadîslerinde haber vermiştir.
HEMEN HEMEN HER DİNDE ORUÇ VARDIR
Aslı hak bir dîne dayanmayan, bâtıl, bozuk inançlarda da oruca benzer ibâdetler görülmektedir. Bu ibâdetler, daha önce o bölgelerde yaşamış olan hak Peygamberlerden kalmış olmalıdır. Ama bozula-bozula, o dînlerin sâliklerinin şimdi tatbîk ettikleri hâle gelmiştir.
Güney Asya’daki Hint dînlerinde oruç, sıkı bir terbiye vâsıtası olarak hâlâ görülmektedir. Brahmanizm’de mahallî ayların 11 ve 12. günlerinde oruç tutmak gelenek hâline gelmiştir. Brahmanlar hasta ve yaşlıları dahi oruçtan muâf tutmaz, hattâ bazıları nefsânî arzularını yenmek için onbeş gün kadar oruç tutarlar.
Hinduizm’de oruç, genellikle nefsi tezkiye için senenin muayyen günlerinde ve bayramlarda tutulur. Onlarda oruç daha çok, bazı besinleri yememe yani bir nevi perhiz şeklindedir. Bazı günlerde ise sâdece kadınlar oruç tutarlar. Duâ ve ibâdetle geçirilen günlerde çoğunluk yemek yemez, bütün geceyi kutsal kitaplarını okuyarak geçirirler.
Budizm’de oruç daha önemlidir. Gâyeye ulaşabilmek için konulan esâslardan biri, iki ayda bir oruç tutmaktır. Kurtuluş ancak nefsânî arzûları terk etmekle mümkündür. Bunun da bilinen ve en çok kullanılan şekli oruç tutmaktır.
Maniheizm’de de oruç, perhiz ve riyâzetin bulunduğu bilinmektedir. Manilikte oruç, ışığı gönderen güneş ve aya duâ etmek maksadıyla tutulur. Babilonya ve Asurluların da oruca büyük önem verdikleri bilinmektedir; eski Mısırlılarda orucun genellikle dînî bayramların yanında yer aldığı görülmektedir.
Eski Yunan ve Romalıların diğer milletler gibi, oruca önem verdikleri ve ictimaî felâketlerden kurtulabilmek için oruç tuttukları bilinmektedir.
Amerika’da Peruluların ve Azteklerin oruç tuttukları ve hattâ Aztek’lerde ibâdetin büyük bir kısmının riyâzetten ibâret bulunduğu belirtilmektedir.
İlkellerin inancı olarak kabul edilen Totemizm’de de perhiz ve riyâzet gibi fiiller ile tövbe törenleri dinin esâsını teşkîl eder.
Abdullah İbn-i Mübârek’in de buyurduğu gibi, İslâmiyette oruç, yalnız aç ve susuz kalmak değildir. Bir hayvanı veya inanmayan bir kimseyi bir odaya hapsedip aç, susuz bırakmakla oruç tutturulmuş olmaz. Orucun, sabır, şükür, nefis terbiyesi gibi diğer ibâdetlerle irtibâtı vardır. Onun için hadîs-i şerîfte, “Her şeyin bir kapısı vardır. İbâdetlerin kapısı ise oruçtur” buyuruldu.
Sinir sistemimizin vücuttaki yeri çok mühimdir. Dil sinirleri felç olan konuşamaz. Bacaktaki sinirler felç olursa, insan yürüyemez. Sinirimizin bozulması nisbetinde hayâtımız, az veya çok tehlike içindedir. Siniri bozuk kimse huzursuz olur, sabredemez. Cemiyetteki kavgaların, cinâyetlerin çoğu sinirli olmaktan, sabredememekten ileri gelmektedir. “Oruç sabrın, sabır da îmânın yarısıdır” (Ebu Nuaym) hadîs-i şerîfi, oruç tutanın sabırlı olduğunu bildirmektedir.
Böylece orucun îmândan neş’et ettiği görülmektedir. Îmânlı olan da, îmânının kuvvetine göre suç ve günâh işlemez. Sinirine hâkim olur. Oruç tutarak aç kalanın arzuları kırıldığı için, sabretmesi kolay olur. Hadîs-i şerîfte, “Aç duranın idrâki artar, zekâsı açılır” ve “Tefekkür, ibâdetin yarısı, az yemek ise tamâmıdır” buyurulmuştur. (İ. Gazâlî)
Mübârek Ramazân ayınızı cândan tebrîk ediyoruz.