Depremde Alınabilecek Bazı Tedbîrler
Makalemizin hemen başında ifâde edelim ki, ülkemizde, 1903-1998 yılları arasında 77 büyük deprem olmuştur. Bu depremlerde 63.716 kişi ölmüş ve 396.880 bina hasâr görmüştür.
Son depremin (17 Ağustos 1999) tahrîbâtı ise, zikredilen 95 yılın toplamından fazladır. ABD’li uzmanlara göre bu depremin etkisi Hiroşima ve Nagazaki’yi yerle bir eden atom bombasından 400 misli daha güçlüdür.
Ülkemizin % 70’i birinci ve ikinci derece deprem bölgesinde bulunmakta, nüfusumuzun da % 71’i birinci ve ikinci derece deprem bölgesinde oturmakta, Türkiye’nin % 96’sı ise deprem riski taşımaktadır.
Bu son Marmara depreminde, 110 km.lik fay hattı boyunca 4 m.lik zemin kayması olmuştur. Kaymanın 60 km.si karada ve geri kalanı denizdedir.
Burada dikkatimizi çeken bir husus var:
Bu zelzelede, 383 yıllık Sultân Ahmed Câmii’nin ve Mimâr Sinân’ın 400 kadar eserinin sıvası bile dökülmezken, 3-5 yıllık binâların ve yeni câmilerin ba’zılarının yıkılması düşündürücüdür.
O hâlde işlerimizi, ecdâdımız gibi ve bugünkü ba’zı modern ülkeler gibi sağlam yapmak mecburiyetindeyiz.
Memleketimiz deprem bakımından çok büyük risk taşımasına, Türkiye’nin % 96’sının deprem bölgesi üzerinde olmasına ve nesiller boyu birçok deprem vuku bulmasına rağmen, hattâ 1939’dan bu yana 60 yıl içinde 7 büyük deprem görmemize rağmen; ilk ve orta dereceli okullarımızda ve üniversitelerimizde bugüne kadar, bizim bilgimize göre, bu konuda diğer modern ülkelerde meselâ Japonya, ABD ve Almanya’da olduğu kadar dersler verilmemekteydi.
Bu hâdiseden sonra, Akdeniz Üniversitesi yetkilileri, Türkiye’de ilk def’a, AKUT bölümü açılarak gençlere özel eğitim verileceğini, bu konuda eğitim veren ABD ve Alman Üniversitelerinin ders programlarından istifâde edileceğini ifâde etmişlerdir.
Asrın en şiddetli depremi üzerine, yeni yeni şeyler öğrenmeye başladık. Herhalde bundan sonra depremle yaşamayı öğreneceğiz ve önceki hatalarımızı tekrar etmiyeceğiz: Meselâ bundan sonra, herhâlde, kırık fay hattına imâr ruhsatı verilmeyecek, oralara mahrem ve stratejik tersâne ve sanâyi tesîsleri yapılmayacak, bir takım hayâtî tesîsleri, ceddimizin yaptıkları gibi dağ ve tepe eteklerine, verimsiz ve kayalık olan sert zeminler üzerine yapacağız.
Belki de depreme daha dayanıklı çelik konstrüksiyon veya ahşap inşâata yöneleceğiz ve binâların katlarını azaltacağız.
Burada önemli bir konuya daha temas etmek istiyoruz:
“Tevekkül etmek” demek, hiçbir tedbîr almamak demek değildir. Zira Hazret-i Ömer (radıyallahü anh), Peygamber Efendimize, “deveyi bağlamadan mı tevekkül edeyim?” diye sorduğunda: “Önce onu bağla, sonra da tevekkül et” cevâbını vermiştir.
Yine Sevgili Peygamberimize, hurma ağaçlarının aşılanmasıyla ilgili olarak, “ağaçları Yemen’de, bizim atalarımızdan gördüğümüzden daha farklı şekilde aşılayıp daha çok mahsûl alıyorlar; biz nasıl yapalım?” diye bir suâl sorduklarında, bir kısmını önceden bildikleri şekilde, diğer bir kısmını da Yemen’de gördükleri şekilde aşılayıp çeşitli tecrübelerden istifâde etmelerini tavsiye buyurmuştur.
Bu bilgiler ışığında günümüze gelecek olursak, Amerika Birleşik Devletleri’nde deprem riskli California eyâletinde alınan tedbîrlerden ve yine fay hattı üzerinde bulunan Japonya gibi ülkelerin tecrübelerinden istifâde etmemiz lâzımdır.
6 sene önce geçirdiğimiz büyük zelzele felâketinde, kim bilir bizler, memleketimiz, milletimiz ve bütün müslümanlar için ne hikmetler vardır. Çünkü, “bir musîbet bin nasîhattan evlâdır” denilmiştir.
Burada üzerinde durulması gereken bir nokta da şudur:
Böyle hâdiselerde, insanlar âcizliklerini idrâk edip, kibirden kurtulmaktadırlar. Allahü teâlâ, kibriyâ ve azamet sâhibi olup, kullarının kibirlenmesine aslâ râzı olmamaktadır.
Meselenin bir başka yönü daha vardır ki, o da şudur:
“Derd ü belâ kemend-i mahbûbest” ya’ni derd ve belâ sevgiliye atılan bir kemend’dir. Bilindiği gibi, Peygamberlere, Eshâb-ı kirâma, âlimlere ve velîlere ne sıkıntılar gelmiştir. Şüphesiz ki, inanan bir insana gelen sıkıntılar, onun günâhlarının affına ve derecesinin yükselmesine sebeb olmaktadır. Bunu da hâtırdan çıkarmamalıdır.
Makalemizin sonunda bir müjde vermek istiyoruz:
Hadîs-i şerîfte, şehîdlerin 5 grup olduğu belirtilmiştir. Şöyle ki: “Şehidler, 5 kısımdır: Tâûn(veba, kolera)dan vefât edenler, çâresi bilinmiyen iç hastalıklarından vefât edenler, yangında ölenler, suda boğulanlar, yıkıntı altında kalanlar.”
Bilindiği gibi, felâket zamanlarında, bütün dünyâ, dost veya düşmân kabul edilen tüm milletler, bize yardıma koştukları gibi, milletimizin bütün fertleri de kenetlendi; birlik-beraberlik kurdular, herkes elinden gelen gayretle felâketzedelere yardım için can attılar. Kimi bedenen, kimi mâlen, kimi parayla, kimisi de duâ ile bu işe iştirâk ettiler.
Cenâb-ı Hak’tan, bu birlik ve beraberliğin devâmını, memleketimizin de dirliğinin hiç bozulmamasını diliyoruz.