Salı, Ocak 14, 2025
Makaleler

Bazı İslâm Âlimlerinin Ölüm Hakkındaki Sözleri

Dünkü makâlemizde, ölüm hakkında, genellikle Tâbiînden bazı zevâtın kıymetli sözlerini naklettik. Bugün de, konumuzla alâkalı olarak Tebe-i tâbiînden ve diğer bazı büyüklerden nakıller yapalım:

Tebe-i tâbiînin büyüklerinden, hadîs, fıkıh ve kırâat âlimi, velîlerden Yûsuf bin Esbât (rahmetullahi aleyh)hazretlerine: “Hemen ölmeyi arzû eder misin?” diye sordular. Cevâbında: “Hayır, daha yaşamak isterim. Belki bir gün günâhla­rıma çok pişmân olmak ve sâlih ameller işleyip iyiler arasına katılmak nasîb olur” buyurdu.

Yine Tebe-i tâbiînin büyüklerinden, fıkıh ve hadîs âlimi, velîlerden Süfyân bin Uyeyne (rahmetullahi aleyh) hazretleri, birine yazdığı mek­tupta; “Karde­şim, Allahü teâlâyı hâtırlamaktan ve ölüme hâzırlanmak­tan gâfil kimselerden uzak dur. Biz öyle insanlara yetiştik ki, onların ölüm korkusundan akılları dağılmış gibiydi.”

Tebe-i tâbiînden meşhûr fıkıh âlimi ve velîlerden Evzâî (rahmetullahi aleyh),Ömer bin Abdilazîz’in kendisine yazdığı bir mektup­tan şöyle bir nakil yapar: “Ölümü çok hâtırlıyan kimse dünyâya rağbet etmez. Ağzından çıkan her sözden hesâba çekileceğini bilen az konuşur ve an­cak lüzûmlu sözleri söyler.”

Büyük fıkıh âlimi ve velîlerden Süfyân-ı Sevrî (rahmetullahi aleyh)buyur­du ki: “Ölüm her ân gelebilir. Yarına kadar yaşayabileceğini zanneden bir kimse, ölüm için hâzırlıklı değildir. Allahü teâlâya yapılan ibâdetler, ölümü hâtırlamaya işârettir. Günâh ve kusûr olan işler de, ölümü unut­muş olmanın alâmetidir.”

Yine bu zât, bir talebesi sefere çıkacak olsa, ona; “Eğer gittiğiniz yerlerde, satılık bir ölüm görürseniz, onu benim için satın alı­nız” buyururdu.

Süfyân-ı Sevrî, vefâtı yaklaştığında çok ağlıyordu. “Ölmeyi çok arzû ediyor­dum, lâkin şimdi ölümümün nasıl olacağını bilemediğim için çok korkuyorum. Bu sefere çıkmak gâyet güçtür. Başka seferlere çıkmak gibi, bir asâ ve bir su kabı yetmiyor” deyince, dostları kendi­sine, “Cennet’i beğeniyor musunuz?” diye sordular. Bunlara cevâben, “Siz ne söylüyorsunuz? Benim gibi birine, hiç Cennet’i verirler mi?” bu­yurdu.

Büyük velîlerden ve hadîs âlimlerinden Abdül-A’lâ el-Kureşî (rahmetullahi aleyh) ölümü çok hâtırlar ve titrerdi. Buyururdu ki: “İki şey var ki, beni dünyâ zevklerine dalmaktan alıkoyuyor. Bunlar ölümü hâtırlamak ve Allahü teâlânın dâimâ huzûrunda bulunmaktır.”

Yine hadîs âlimlerinden ve evliyâullahtan Abdurrahmân bin Mehdî’ye (rahmetullahi aleyh), “Ölümü istiyen bir kimse hakkında bir suâl sorulunca” cevâben buyur­du ki: “Dînine zarar geleceği korkusundan, ölümü istemekte bir mah­zûr yoktur. Fakat yoksulluk, ihtiyâç, eziyet ve buna benzer şeylerden dolayı ölüm temennî edilmez.”

Evliyânın büyüklerinden Adiyy bin Müsâfir (rahmetullahi aleyh) bu­yurdu ki: Ölüm haktır, öldükten sonra dirilmek de haktır. Münker ve Nekîr’in suâl sormaları haktır. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde meâlen; “Allah, îmân edenleri hem dünyâda, hem âhirette (kabirde) sâbit söz olan şehâdet kelimesi ile tesbît eder; tevhîde bağlı kılar. Allah zâlimleri (kâfirleri) şaşırtır ve O dile­diğini yapar” buyuruluyor. (İbrâhîm sûresi, 27)  

Hindistân’da yetişen en büyük velî, âlim, müceddid ve müctehidlerden İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi aleyh)buyurdu ki: “Ölmek, felâket değildir. Öl­dükten sonra, başına gelecekleri bilmemek felâkettir.”

Yine Hindistân’da yetişen büyük velîlerden Mevlânâ Muhammed Sıddîk Keşmî (rahmetullahi aleyh), ölüm hakkında buyurdu ki: Mısra’: “O ölüm ki, ona yaşama derim.”

“Gerçekten sonsuz hayât, ölüme bağlıdır. Ölüm, ebedî hayâtın süsle­yicisi, donatıcısıdır. Hayır, belki bir âb-ı hayâttır, ya’nî hayât bahşeden, hiç öldürmeyen bir sudur. Ölüm, dostluğun kuvvetlendiricisidir. Ölüm, mâsivâ binâsını ateşe veri­cidir. Ölüm, üzüntü perdelerinin yakıcısıdır. Ölüm, hakîkatın aynasıdır. Ölüm, görünmeyen güzelin yüzünden perdeyi kal­dırıcıdır. Gönlümün, gelmesinden hoşlandığı, beklediği şey ölümdür. Dağınıklıkları toplayan ölümdür. Ölüm seveni sevdiğine kavuşturucu­dur. Resûlullah Efendimiz, ” Ölüm, sevgiliyi sev­giliye kavuşturan bir köp­rüdür” buyurmuştur.”

Horasân bölgesinde yetişen velîlerden Ebû Bekr-i Ebherî (rahmetullahi aleyh) bir gün bir cenâzede bulundu. Ölenin yakın­ları çok ağlıyorlardı. Ebû Bekr-i Ebherî hazretleri şu meâle gelen bir şiir okuyarak: “Kendini unut­muş bir hâlde, ağlıyor ölünün hâline. Ölünün ya­kınlarının, mevtâya az ta’ziyede bulunduklarını iddiâ ediyor. O kimse akıl ve fikir sâhibi olsaydı, kendi bulunduğu hâle ağlardı.”

Esâs ağlan­ması gereken kimsenin, îmânla giden meyyit değil, geride kalan kimse­ler olduğunu, çünkü ölenin dünyânın günâh ve sıkıntılarından kurtuldu­ğunu bildirdi.

[Bugünlük yerimiz kalmadı. Bu konuda, inşâallah ileride, başka âlimlerin ve velîlerin sözlerine de temâs etmek isteriz.]