Cuma, Kasım 15, 2024
Makaleler

Zekât ve Sadaka-i Fıtır Hakkında

İbâdetlerin faydaları, sadece fertlerle sınırlı değildir. Namaz kılmanın da, oruç tutmanın da cemiyet açısından ehemmiyeti inkâr edilemiyecek derecede bârizdir. Zekât, Kur’ân-ı kerîmde namazla birlikte zikrolunmaktadır.

Bazı ibâdetler cemiyetin, toplumun âhengini, düzenini mühim ölçüde etkiler. Meselâ oruçta, bu husûsiyet, özellik çok bâriz (belirgin) bir şekilde gözlemlenir. Cemâatle kılınan namazların ictimâî münâsebetler, sosyal ilişkiler zâviyesinden, açısından ne kadar önemli tesîri, etkisi olduğunu kim inkâr edebilir?

Zekâtta bunlara ilâveten sosyo-ekonomik dengeleri müsbet, olumlu yönde etkileyen çok hikmetli özellikler vardır. Zekâtların, nice bunalmış insanların sıkıntı ve problemlerine çözüm ve râhatlık sağladığı herkesin bildiği bir gerçektir.

Zekât, Kur’ân-ı kerîmin birçok yerinde namaz ile beraber zikrediliyor. Meselâ Bakara sûresinin 43. âyetinde: “Namazı kılın, zekâtı verin” buyuruluyor.

Altın ile gümüş, ne niyetle saklanırsa saklansın, ticâret eşyâsı kabûl edilir; nisâp miktârı ise, zekâtı verilir.

Kur’ân-ı kerîmde, “…..Altın ve gümüşü biriktirip de onları Allah yolunda sarf etmeyenler (harcamayanlar) var ya, işte onlara elem verici bir azâbı müjdele! (Bu paralar) Cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları (böğürleri) ve sırtları dağlanacağı gün (onlara denilir ki): “İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin (azâbını) tadın!” buyuruldu. [Tevbe, 34-35]

Resûlullah Efendimiz, “Zekâtı verilmeyen mallar, ejderha olup sâhibinin boynuna sarılır” buyurduktan sonra, şu meâldeki âyet-i kerîmeyi okudu:

“Allah’ın, kereminden kendilerine verdiklerini (infâkta) cimrilik gösterenler; bunun, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar; hayır o, kendileri için şerdir. Cimrilik ettikleri şey de kıyâmet gününde boyunlarına dolanacaktır…..” [Âl-i İmrân, 180]    Bu acı azâplardan kurtulmak için malların zekâtını, tarla mahsûllerinin, sebze ve meyvelerin uşrunu (öşrünü) vermek şarttır. Bilindiği üzere zekât kırkta bir, uşur (öşür) ise onda bir olarak verilir.

Zekât çok önemli bir ibâdettir. Taberânî’nin “Mu’cem”inde zikredilen üç hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:

“Allah’a ve Resûlüne inanan zekât versin”, “En fazîletli ibâdet namaz, sonra zekâttır” ve “Zekât vermeyenin namazı kabûl olmaz.”

[Zekât vermemek harâm olduğu için, böyle günâhkârın kıldığı namaz sahîh olup, borcu ödenirse de; namazdan hâsıl olacak sevâba kavuşamaz. Her günâh da böyledir.]

ZEKÂTLA ALÂKALI BAZI HADÎS-İ ŞERÎFLER

Sevgili Peygamberimiz, bazı hadîs-i şerîflerinde şöyle buyuruyorlar:

“Malın temizlenmesi için zekât farz kılındı.” [Hâkim]

“Zekât vermeyen, temiz mâlını kirletir.” [Taberânî]

“Zekât vermeyen, kıyâmette ateştedir.”[Taberânî]

“Zekât vermeyene Allah la’net eder.” [Nesâî]

“Zekât vermeyen, kıtlıklara ma’rûz kalır.” [Taberânî]

“Zekât vermeyen cemiyet, toplum, rahmetten mahrûm kalır.” [Taberânî]

“Zekâtı verilmeyen mâl, kara veya denizde telef olur.” [Taberânî]

“Hastayı sadaka ile, mâlı zekât ile koruyun.” [Deylemî]

“Zekâtını veren, o mâlın şerrinden korunur.” [Beyhekî]

“Zekât, karıştığı mâlı ifsâd eder.” [İmâm Ahmed bin Hanbel hazretleri, bu son hadîs-i şerîfi, “İhtiyâcı olmadığı hâlde, zekât olarak alınan mâl, diğer mâlları helâk eder” diye açıklamıştır. [Tergîb]

ZENGİNLERİN ZEKÂTI FAKÎRLERE KÂFÎ GELİR

Zekâtı muhtaçlara vermelidir. Zekât, çalışamayacak kadar hasta, sakat olanlara ve çalışıp da güç geçinenlere verilir. Allahü teâlâ, böyle fakîrleri milletin içinde kırkta bir yaratmıştır.

Sevgili Peygamberimiz: “Zenginlerin zekâtı, fakîrlere kâfî gelmeseydi, Allahü teâlâ, fakîrlerin rızkını başka yollardan verirdi. Aç kalan fakîr varsa, zenginlerin zulmü yüzündendir” [El-Askerî] buyurmuştur.

Bir günlük yiyeceği olanın, zekât veya sadaka istemesi harâmdır. Eli ayağı tutup da çalışabilenlerin zekât istemeleri harâmdır. Fakat istemeden verilen sadakayı, zekâtı alması câizdir. Ya’nî istemediği hâlde, kendisine zekât verilirse, alması günâh olmaz. Muhtaç olmayan fakîrin, verilen zekât veya sadakayı almaması iyi olur.

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), zekât olarak verilen bir deveyi isteyen bir zâta: “Şişman birinin, sıcakta terleyip vücûdunu yıkadığı kirli su içilir mi? Zekât böyle kir gibidir” (İmâm Malik) buyurdu.

Birisi zekât toplamak için vazîfe isteyince de: “Seni, insanların yıkayıp attıkları kirleri toplamaya memûr etmek istemem” (İbn-i Huzeyme) buyurdu.

SADAKA-İ FITRIN ÖNEMİ

Hicretin 2. yılında, müslümanlara bedenî ve mâlî ibâdetlerden bazıları emredildi. Bu yılın olaylarından biri, müdâfaa için cihâda, düşmânla harbe izin verilmesidir. [Hicr sûresi, 39-41; Hac sûresi, 39; Bakara sûresi,  190, 192 ve 193]

Bu yılın diğer bir hâdisesi, daha önce Kudüs’e karşı namaz kılınmakta iken, Allahü teâlânın, Kâ’be’ye yönelerek namaz kılmayı emretmesi ile kıblenin değişmesi, müslümanların kıblesinin Kâ’be olmasıdır. [Bakara sûresi, 144]

Kıblenin değişmesinden bir ay ve hicretten de 18 ay sonra, Şaban ayının 10. günü, Bedir gazâsından da bir ay önce, oruç farz oldu. Yine 2. senenin Ramazân ayında, terâvîh namazı kılınmaya başladı ve sadaka-i fıtır vermek vâcip oldu. 

Kezâ hicretin 2. senesinde Ramazân ayında zekât vermek farz, Zilhicce ayında da, Kurbân kesmek ve Bayram namazı kılmak vâcip oldu.

Sevgili Peygamberimiz, hadis-i şeriflerinde buyurdular ki:

“Ramazan orucu, gökle yer arasında durur. Sadaka-i fıtr verilince yükselir” [Ebû Hafs], “Sadaka-i fıtr, oruçlunun, uygunsuz sözlerinden meydâna gelen günâhları temizler” [Beyhekî], “Sadaka-i fıtr, zenginlerinize bir tezkiye[temize çıkarma, temizleme]dir. Fakîrleriniz de verirse, Allahü teâlâ onlara daha çoğunu verir” [Ebû Dâvûd] ve “Sadaka-i fıtrı, küçük-büyük, zengin-fakîr herkesin vermesi gerekir” [Ebû Dâvûd] 

Sadaka-i fıtr”a, “fitre” veya “fıtra” da denilir. “Sadaka”: “Allahü teâlânın rızâsını kazanmak niyetiyle ve karşılık beklemeden, muhtâc olanlara hibe edilen mal, para ve her türlü iyilikte bulunma” ma’nâsına geldiği gibi, “Zekât” ve  “Ganîmet” ma’nâlarında da kullanılmaktadır. Yapıldıktan sonra sevâbı devâm eden hayırlı işlere de, “Sadaka-i Câriye” denilir.

Büyük âlim Seyyid Abdülhakîm Arvâsî: “Sadaka; belâları önler, ömrü uzatır, bedene sıhhat verir, malı arttırır” buyurmuştur. Ayrıca,  “Zekât borcu veya başka borcu olanın sadaka vermesi sevâb olmaz, günâh olur”da demiştir.

Evliyânın gözbebeklerinden İmâm-ı Rabbânî de: “Ölüler için duâ ve istiğfâr ederek ve onlar için sadaka vererek, imdâdlarına yetişmek lâzımdır” buyurmuştur.

FITRA VERMEK KİMLERE VÂCİB VE FITRAYI NE ZAMAN VERMEK LÂZIMDIR?

Hanefî mezhebinde, ihtiyâcı olan eşyâdan ve borçlarından fazla olarak, zekât nisâbı kadar mâlı, parası bulunan her hür müslümânın, Ramazân bayramının birinci günü sabâhı, tan yeri aydınlanırken, fitre vermesi vâcip olur. (Merâkı’l-felâh, Fethu’l-kadîr, Dâmâd, İbn-i Âbidîn) [Nisâb, 96 gr. altın veya bu değerde para, ticâret mâlı demektir. Hayvânlarda nisâb değişiktir; meselâ koyunda 40, sığırda 30’dur.]

Bayramın birinci günü sabâh namâzı girdiği ânda, nisâb mikdârı kadar mala mâlik olanın fıtra vermesi vâcib olur. O ândan sonra nisâba kavuşanın fıtra vermesi vâcib olmaz. (Fethu’l-kadîr, Merâkı’l-felâh, İbn-i Âbidîn)

Hanefî mezhebine göre, fıtrayı Ramazân-ı şerîfte de, Ramazândan önce ve bayramdan sonra da vermek câizdir. Fakat bayram namâzından önce veri­lince, sevâbı daha çok olur. Şâfiî mezhebinde Ramazândan önce verilemez. Mâlikî ve Hanbelî mezheplerinde ise bayramdan sonra vermek lâzımdır; bayramdan önce verilmez. (Bedâyi’, Meârifü’s-sünen)

Nisâba mâlik değilse fitre vermesi vâcip olmaz; fakat fakîrin de sadaka-i fıtr vermesi iyidir. Diğer üç mezhepte [Şafiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheblerinde], bir günlük yiyeceği olanın da fıtra vermesi farzdır. (Meârifü’s-sünen)

Fıtra nisâbı hesâb edilirkenbahsedilen ihtiyâç eşyâsı, kıymetleri ne kadar çok olursa olsun, bir ev, bir aylık yiyecek, her yıl için üç kat elbise, çamaşır, evde kullanılan eşyâ ve âletler, binecek vâsıtası, meslek kitâbları ve ödiyeceği borçlardır. (Merâkı’l-felâh, Hidâye, Dâmâd, İbn-i Âbidîn)

Fıtra ve kurbân nisâbı hesâbına katılacak mâlın ticâret için olması şart olmadığı gibi, elinde bir yıl kalmış olması da lâzım değildir. (Hâlbuki zekâtta elinde bir yıl kalması ve ticâret için olması şarttır.)

Misâfir olan bir kimse, nisâba mâlik ise fıtra vermesi gerekir. (Uyûnü’l-besâir,  Dâmâd)

Sadaka-ı fıtır fakîrlere verilmelidir; sâlih olanlar tercîh edilmelidir. (Dürer)

Sadaka-i fıtrın miktarı her yıl değişmez; bu miktarlar kıyâmete kadar hiç değişmez. Fıtra olarak, yâ bizzât yarım sâ’ buğday veya buğday unu veya bir sâ’ arpa veya hurma veya kuru üzüm verilir yahut ta değeri kadar altın veya gümüş verilir. [Bir sâ’ 3.500 gr., yarım sâ’ ölçek de, ihtiyâtlı olarak 1.750 gr.dır.] Buğday, un ve diğerlerini vermek güç olursa, bunların kıymeti kadar, ekmek veya mısır da verilebilir. (Meârifü’s-sünen, Fetâvâ-i Kâdîhân)