Salı, Kasım 26, 2024
Makaleler

Zaman En Büyük Sermâyedir

“Zaman”: “Değişmekte olan bir standart hâdiseyle kıyaslanarak ölçülen; başlangıç ve son kabûl edilebilecek iki hâdise veya vakit arasında geçen müddet (süre)” şeklinde ta’rîf edilmektedir.

“Zamânı; sene, ay, hafta, gün ve sâat gibi sâbit bölümlere ayıran; dînî-millî gün ve bayramları gösteren cetveller” anlamında kullanılan “Takvîm”in başlangıç târihi, insanlık târihi kadar eskidir.

İnsanlar çok eski zamanlardan beri, güneşin ve ayın hareketlerinden, zamanı ölçmek maksadıyla faydalanmışlardır. Bir günden veya aydan daha uzun müddetlerin ölçülmesinde ise, mevsimler esâs alınmıştır.

Zirâat ve hayvâncılıkta, faâliyetler için zamân ölçüsü olarak mevsimler esâs alınır.

Daha da uzun zaman parçalarını meselâ, târihî devirleri ifâde etmek için tesîri devâm etmekte olan büyük bir değişikliğin başlangıcı, meselâ, Peygamberlerin gelişi ve dînin yayılışında önemli târihler esâs alınmıştır. Bu şekilde takvîmler ortaya çıkmıştır.

İlk insan ve ilk peygamber olan Âdem aleyhisselâma Allah tarafından vahyedilen sahîfelerde dîn ve dünyâya âit bilgiler mevcuttu. Zamân ve takvîm bilgileri ilk defâ bu sahîfelerden öğrenilmiştir. Peygamber Efendimizin Mekke-i mükerreme’den Medîne-i münevvere’ye hicretini başlangıç olarak alan Hicrî takvîmin ayları, Hazret-i Âdem tarafından bildirilen şekildeydi.

[Bu konuda bir âyet-i kerîme var: Tevbe Sûresinin 36. âyet-i kerîmesinde meâlen şöyle buyurulmaktadır: “Doğrusu, Allah katında ayların sayısı,  Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı gündeki yazısına göre, on iki olup, bunlardan dördü harâm [hürmetli] aylardır. Bu da doğru olan dînin hükmüdür [İşte bu doğru hesaptır; Bu dosdoğru bir nizâmdır; Bu, işte en doğru dîndir; İşte doğru dîn budur]. Onun için [Öyleyse] o aylar içinde (Allah’ın koyduğu yasağı çiğneyerek) kendinize zulmetmeyiniz [Nefislerinize haksızlık yapmayınız; Kendinize yazık etmeyiniz]…..”]

2013 SENESİNİ DE UĞURLADIK

Koca bir sene [2013] bitti, yeni bir mîlâdî seneyi [2014] daha idrâk ettik. Zamân ni’meti, Allahü teâlâ’nın bizlere önemli lutuflarından birisidir. Şüphesiz ki, akıp giden zamân içerisinde, bize emânet edilen ömrümüzü tamâmlamaktayız. Ömür bize bir emânettir. Her birimizin hayât defterinden, 3 gün evvel tâm 365’er sayfa daha eksildi; ölüme, kabre ve âhirete doğru biraz daha yaklaştık.

Biz, bir mîlâdî yılı tamâmlamakla, ömrümüzden ne kadar zamân geçtiğini bir düşünelim: Tâm 8.760 sâat [ya’nî 525.600 dakîka] gitmiş olmaktadır ve bunların artık geri dönüşü de yoktur.

Geçmiş günlerimize yönelik bir muhâsebe ve murâkabe yaparak yeni yıla girmeliyiz. Hattâ İmâm-ı Gazâlî (rahmetullahi aleyh), “bir müslümân, her akşam yatağına girince, o günün muhâsebesini yapmalıdır” buyuruyor. Bunu esnâf, her akşam dükkânlarında kasayı kapatırken yapmaktadırlar. Bizler de, kendimiz ve âilemiz adına, milletimiz, memleketimiz, müslümânlık ve insanlık uğruna ne gibi güzellikler, hayırlar, fedakârlıklar yaptığımıza bir bakmalıyız.

“NASIL YAŞARSANIZ ÖYLE ÖLÜRSÜNÜZ…..”

Unutmayalım ki, zamân en büyük sermâyedir. Dünyâ ve âhiret saâdetini kazanmak, bu sınırlı zamânı iyi kullanmaya bağlıdır. Nitekim Peygamber Efendimiz: “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle haşrolursunuz” buyurmuşlardır.

Yine Sevgili Peygamberimiz: “Ameller, sonlarına göre değerlendirilir” buyurmuştur. Büyük devlet ve ilim adamı, târihçi Ahmed Cevdet Paşa’nın başkanlığındaki bir hey’etin hâzırladığı, bir hukûk âbidesi olan “Mecelle”de de: “Hüküm sona göre verilir” denilmektedir. Zamânın önemini belirtmek için Atalarımız ise: “Vakit nakittir” demişlerdir. Her şeyi zamân sâyesinde kazanabiliriz; ama geçen zamânı geri getirmeye, hiçbir kimsenin gücü yetmez.