“Yaratan’dan Ötürü Yaratılmışları Sevme”nin Önemi
Yûnus Emre [rahmetullahi aleyh] diyor ki:
“Elif okuduk ötürü,
Pazar eyledik götürü,
Yaratılmışı severiz,
Yaratandan ötürü.”
Sevgili Peygamberimiz de buyurmuştur ki:
“Büyüklerimizi saymayan, küçüklerimize acımayan bizden değildir.” [Buhârî]
“Yaşlılarımıza hürmet ve ikrâm, Allahü teâlâya saygıdandır.” [Buhârî]
“Halkı içindeki ihtiyâr, ümmeti içindeki Peygamber gibidir.” [İbnü’n-Neccâr]
Yaşlılara verilen kıymetin, değerin azaldığı, bir kısmının yük olarak görüldüğü, ana-babaların huzûr evlerine yatırıldığı günümüzde, bunları zaman zaman hâtırlamak ve hâtırlatmakta fayda var diye düşünüyorum.
Mukaddes dînimiz İslâmiyet, toplumların huzûrunu tesîs edecek büyük-küçük münâsebetlerini en sağlam esâslara bağlamıştır. Bir cemiyette, toplumda huzûrun temîn edilmesinde hürmetin, saygının ve sevginin büyük bir yeri vardır. Özellikle toplumun büyük bir kısmını teşkîl eden yaşlılara gösterilecek hürmet, toplumun huzûrunun temel esâslarından kabûl edilmelidir. Kezâ küçüklere şefkat gösterilmesi de son derece önemli bir husûstur.
Sevinçleriyle-acılarıyla, safha safha hayâtı yaşamış insanlar olan yaşlılar, hele ömürlerini hak yolunda harcamış, saçını-sakalını bu yolda ağartmışlarsa, onlardan alacağımız ve öğreneceğimiz çok dersler, tecrübeler vardır ve onlar herkesten çok hürmete, saygıya, sevgiye, ilgiye lâyık kimselerdir.
Bir hadîs-i şerîfte: “Bir genç, bir yaşlıya, yaşından dolayı hürmet ederse, onun yaşına varınca, Allahü teâlâ, ona gençleri hürmet ettirir” [Şir’a] buyurulmuştur.
Burası, “Etme, bulma” dünyâsıdır. Bugünün gençleri, yarının ihtiyârları olacaklardır.
İhtiyârlara hürmet ederken, zengin-fakîr, iyi-kötü ayırmamalıdır. Zengine sırf zenginliği için hürmet edilmez. İslâm âlimleri, malından dolayı zengini yüceltip fakîrliğinden dolayı fakîri aşağılayanın la’nete müstahak olduğunu bildirmişlerdir. (Şir’atü’l-İslâm Şerhi)
“Yaradılmışı hoş gör, Yaradan’dan ötürü” diyen Yûnus Emre, Allahü teâlânın mahlûku, yaratığı olan bütün insanlara, hattâ bütün canlı ve cansızlara şefkat ve merhamet etmek gerektiğini belirtmektedir. Bu konuda, onlar arasında soy-sop, millet, ırk, renk, mevki-makam ve refah farkı gözetmemek gerektiğini de ifâde etmektedir.
“Fukarâ kalbine her kim dokuna,
Dokuna sînesi Allah okuna”
beyti ile
“Eğer bir gönül yıktınsa bu kıldığın namaz değil,
Yetmişiki millet dahî elin-yüzün yumaz değil”
cümlelerinin sâhibi olan Yûnus Emre hazretleri, işin püf noktasını kendisi kavramış ve bizlere de şöyle tavsıyede bulunmuştur:
“Giderdim gönlümden kini,
Kin tutanın yoktur dîni
Ey yârenler! Ben bu sözü,
Uludan işittim ahî”
Yûnus Emre [rahimehüllah], birçok şiirinde, gönül kırmamaya dikkat edilmesi gerektiğini dile getirmiştir. Meselâ biri şöyledir:
“Durma kazan, ye, yedir;
Bir gönül ele getir.
Yüz Ka’be’den yeğrektir,
Bir gönül ziyâreti.”
Bakın, yine o bize ne tavsıye etmektedir?
“Kimseye bâkî değildir mülk-i dünyâ, sîm ü zer;
Bir harâb olmuş gönlü ta’mîr etmektir hüner.
Buna fânî dünyâ derler, durmayıp dâim döner;
İnsanoğlu bir fenerdir, bir gün âkıbet söner.”
Onun şu dörtlüğü de, târihte olduğu kadar, günümüz için de çok mühimdir:
“Ben gelmedim da’vî [kavga] için,
Benim işim sevi [sevgi] için,
Dostun evi gönüllerdir,
Gönüller yapmaya geldim.”
Kalp nazargâh-ı İlâhîdir. Onun için Peygamber Efendimiz, îmândan sonra en kıymetli işin, kalplere sürûr vermek olduğunu beyân buyurmuşlardır. Taberânî’nin “Mu’cem”inde geçen bir ibârede “idhâlü’s-sürûr fî kalbi’l-mü’min” ifâdelerini görüyoruz. Ya’nî “mü’minin kalbine sürûr, sevinç vermek.”
Evliyânın, Allah dostlarının büyüklerinden olan Bâyezîd-i Bistâmî de [kuddise sirruh], ulaştığı yüksek mertebeye ne ile ulaştığını soranlara, bu cevâbı vermiştir. Ya’nî “insanların kalplerine sürûr vermekle” buyurmuştur. Hattâ kabr-i şerîfinde [türbesinde] de bu ibâre yazılıdır.
Günümüzde, hayâtın çeşitli zorlukları ve sıkıntılarıyla karşı karşıya olan insanlara ümîd vermek, kederlerini gidermek, onlara müsbet enerji aşılamak son derece önemlidir.
YUNUS EMRE HAKKINDA BİRKAÇ KELİME
Yukarıda, Yûnus Emre’den bazı şiirler naklettik. Hayâtı hakkında fazlaca ma’lûmât bulunmayan, fakat çeşitli karînelerden Bolu’lu olduğu, 1240 yıllarında doğduğu, 80 sene civârında yaşadığı anlaşılan Yunus Emre, Eskişehir-Sarıköy(bugünkü ismi Yûnus Emre)’de vefât etmiş, buraya defnedilmiş, 13. yüzyılda yaşamış olan bir tasavvuf şâiridir. Onun kabri, Karaman, Bilecik gibi başka şehirlerde de bulunmaktadır. Bazı büyüklerin birden fazla yerde kabrinin olması, aslında onlara milletimizin nasıl sâhip çıktığının bir delîlidir.
Kaynaklarda belirtildiğine göre, Taptuk Emre’nin talebesi olan, otuz (30) seneden fazla onun hizmetinde bulunan ve ondan feyz alan Yûnus Emre, Hünkâr Hâcı Bektâş-ı Velî hazretleri zamânında yaşamış, onunla da sohbet etmiştir. Hattâ bâzı kaynaklar, Taptuk Emre’nin kızını, Yûnus Emre’ye verdiğini, böylece hem talebesi, hem de dâmâdı olduğunu kaydederler.
Bâzıları, Yûnus Emre’nin ümmî olduğunu, tahsîl görmediğini iddiâ etmekte ise de, şiirlerinden İslâm târihi, Arapça, Farsça ve İslâmî ilimleri iyi bildiği anlaşılmaktadır.
Meşhûr mutasavvıflardan Niyâzî-yi Mısrî, Yûnus Emre’nin şahsiyeti üzerinde sekiz ay düşünüp çalıştıktan, hattâ rüyâsında görerek, onunla konuştuktan sonra, ancak onun şiirlerini şerh edebildiğini söylemiştir.
Azîz milletimiz, Yûnus Emre’yi, Allah katında ermiş bir kul (velî) olarak kabûl etmektedir. Yûnus Emre hazretleri; hem bir Hak âşığı, hem de Peygamber Efendimizle Ehl-i Beyt’inin [O’nun temiz soyundan gelenlerin], bütün yakınlarının; Dört Halîfe başta olmak üzere bütün Sahâbe-i kirâmın; onların yolunda olan bütün İslâm âlimlerinin ve evliyâ-yı kirâmın cândan âşığıdır.
O, hiçbir bâtıl cereyana kapılmadığı gibi, âdetâ onlar karşısında dîn sevgisini, ahlâkî nizâmı ve gerçek tasavvufu koruyan bir kültür ve sanat seddi olmuştur.
Şiirlerinde, Ehl-i Sünnet inancına uygun bir Peygamber îmânı, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sevgisi vardır. Genel olarak şiirlerinde Kitap, Peygamber ve Ka’be-i şerîfe gibi unsurlar büyük bir yer tutar.
Yûnus Emre için “dervişlik”, herkese faydalı olmak ülküsüdür. Tembelliği, tufeylî ve faydasız olmayı kınamıştır.
Onun, İslâm âlimlerine uyulmasını tavsiye eden başka bir şiiri de şöyledir:
“Bu yol gâyet uzaktır,
Dünyâ ona tuzaktır,
Bu tuzağa uğrayan,
Komaya kılavuzun.”
Hadîs-i şerîfte de: “Dünyâda bir garîp veya bir yolcu gibi ol; kendini kabir ehlinden say (ya’nî kesinlikle öleceğine göre şimdiden ölmüş bil)” buyurulmuştur.
Yûnus Emre [rahmetullahi aleyh], ilimden, okumaktan maksadın hakkı bilmek olduğunu da şöyle anlatır:
“Okumaktan maksat ne?
Kişi hakkı bilmektir.
Çün okudun bilmezsin,
Bu nasıl okumaktır?
İlim, ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsin [bilmezsen],
Bu [Ya] nice okumaktır?”
Hattâ “Nefsini bilen, Rabbini de bilir” şeklinde çok meşhûr bir söz vardır.
ALLAHÜ TEÂLÂ, KULLARINDAN NE İSTEMEKTEDİR?
Şimdi burada bir suâl soralım: Allahü teâlâ, kullarından ne istemektedir?
Hepimiz biliyoruz ki, Allahü teâlâ, kullarının îmân etmelerini, ibâdet yapmalarını, güzel ahlâka sâhip olmalarını, kendi aralarında kardeşçe yaşamalarını, sevişmelerini, birbirlerine yardımcı olmalarını istemekte ve bunları da emretmektedir.
Cenâb-ı Hak, dünyâya gönderdiği ilk insan ve ilk Peygamber olan Âdem aleyhisselâmdan i’tibâren, Sevgili Peygamberimize gelinceye kadar bütün “Peygamber”leri vâsıtasıyla, kullarına, dünyâ ve âhirette râhat etmeleri, huzûr içerisinde, iyi bir şekilde yaşamaları için, emir ve yasaklarını, ya’nî ne yapmaları ve nelerden sakınmaları lâzım olduğunu, beğendiği ve beğenmediği bütün işleri bildirmiştir.
Peygamberlerin insanlığa yaptıkları çok önemli hizmetler vardır. Bütün Ülü’l-azim Peygamberler, Resûller ve Nebîler (aleyhimüsselâm), insanlığı kendileri gibi birer mahlûk olan varlıklara tapınma karanlığından kurtararak, bütün varlıkların yaratanı ve hakîkî sâhibi olan Allahü teâlâya ibâdet etmenin şeref ve üstünlüğüne çağırmışlardır.
İnsanlar, Allah’ın Peygamberlerine tâbi’ olup, emir ve yasaklarına uydukları müddetçe, huzûrlu ve râhat bir hayât yaşamışlar, birbirlerini sevip-saymışlardır. Emirlere ve yasaklara uymadıklarında ise, huzûrsuz olmuşlar, râhatları bozulmuş; ahlâksızlık, zulüm ve haksızlık bütün cemiyeti sarmıştır.