Perşembe, Kasım 21, 2024
Makaleler

“Yaratan’dan Ötürü Yaratılmışları Sevme”nin Önemi-2

Dünkü makâlemizde, Yûnus Emre’den bazı şiirler nakletmiştik; hattâ makâlemizin başlığını bile onun bir şiirinden almıştık.  Bugün de, birkaç kelime hâlinde, yine ondan bahsetmek istiyoruz:

Hayâtı hakkında fazlaca ma’lûmât bulunmayan, fakat çeşitli karînelerden Bolu’lu olduğu, 1240 yıllarında doğduğu, 80 sene civârında yaşadığı anlaşılan Yunus Emre, Eskişehir-Sarıköy(bugünkü ismi Yûnus Emre)’de vefât etmiş, buraya defnedilmiş, 13. yüzyılda yaşamış olan bir tasavvuf şâiridir. Onun kabri, Karaman, Bilecik gibi başka şehirlerde de bulunmaktadır. Bazı büyüklerin birden fazla yerde kabrinin olması, aslında onlara milletimizin nasıl sâhip çıktığının bir delîlidir.

Kaynaklarda belirtildiğine göre, Taptuk Emre’nin talebesi olan, otuz (30) seneden fazla onun hizmetinde bulunan ve ondan feyz alan Yûnus Emre, Hünkâr Hâcı Bektâş-ı Velî hazretleri zamânında yaşamış, onunla da sohbet etmiştir. Hattâ bâzı kaynaklar, Taptuk Emre’nin kızını, Yûnus Emre’ye verdiğini, böylece hem talebesi, hem de dâmâdı olduğunu kaydederler.

Bâzıları, Yûnus Emre’nin ümmî olduğunu, tahsîl görmediğini iddiâ etmekte ise de, şiirlerinden İslâm târihi, Arapça, Farsça ve İslâmî ilimleri iyi bildiği anlaşılmaktadır.

Meşhûr mutasavvıflardan Niyâzî-yi Mısrî, Yûnus Emre’nin şahsiyeti üzerinde sekiz ay düşünüp çalıştıktan, hattâ rüyâsında görerek, onunla konuştuktan sonra, ancak onun şiirlerini şerh edebildiğini söylemiştir.

Azîz milletimiz, Yûnus Emre’yi, Allah katında ermiş bir kul (velî) olarak kabûl etmektedir. Yûnus Emre hazretleri; hem bir Hak âşığı, hem de Peygamber Efendimizle Ehl-i Beyt’inin [O’nun temiz soyundan gelenlerin],  bütün yakınlarının; Dört Halîfe başta olmak üzere bütün Sahâbe-i kirâmın; onların yolunda olan bütün İslâm âlimlerinin ve evliyâ-yı kirâmın cândan âşığıdır.

O, hiçbir bâtıl cereyana kapılmadığı gibi, âdetâ onlar karşısında dîn sevgisini, ahlâkî nizâmı ve gerçek tasavvufu koruyan bir kültür ve sanat seddi olmuştur.

Şiirlerinde, Ehl-i Sünnet inancına uygun bir Peygamber îmânı, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sevgisi vardır. Genel olarak şiirlerinde Kitap, Peygamber ve Ka’be-i şerîfe gibi unsurlar büyük bir yer tutar.

Yûnus Emre için “dervişlik”, herkese faydalı olmak ülküsüdür. Tembelliği, tufeylî ve faydasız olmayı kınamıştır.

Onun, İslâm âlimlerine uyulmasını tavsiye eden başka bir şiiri de şöyledir:

“Bu yol gâyet uzaktır,

  Dünyâ ona tuzaktır,

  Bu tuzağa uğrayan,

  Komaya kılavuzun.”

Hadîs-i şerîfte de: “Dünyâda bir garîp veya bir yolcu gibi ol; kendini kabir ehlinden say (ya’nî kesinlikle öleceğine göre şimdiden ölmüş bil)” buyurulmuştur.

Yûnus Emre [rahmetullahi aleyh], ilimden, okumaktan maksadın hakkı bilmek olduğunu da şöyle anlatır:

“Okumaktan maksat ne?

Kişi hakkı bilmektir.

Çün okudun bilmezsin,

Bu nasıl okumaktır?

İlim, ilim bilmektir,

İlim kendin bilmektir,

Sen kendini bilmezsin [bilmezsen],

Bu [Ya] nice okumaktır?”

Hattâ “Nefsini bilen, Rabbini de bilir” şeklinde çok meşhûr bir söz vardır.

ALLAHÜ TEÂLÂ, KULLARINDAN NE İSTEMEKTEDİR?

Şimdi burada bir suâl soralım: Allahü teâlâ, kullarından ne istemektedir?

 Hepimiz biliyoruz ki, Allahü teâlâ, kullarının îmân etmelerini, ibâdet yapmalarını, güzel ahlâka sâhip olmalarını, kendi aralarında kardeşçe yaşamalarını, sevişmelerini, birbirlerine yardımcı olmalarını istemekte ve bunları da emretmektedir.

Cenâb-ı Hak, dünyâya gönderdiği ilk insan ve ilk Peygamber olan Âdem aleyhisselâmdan i’tibâren, Sevgili Peygamberimize gelinceye kadar bütün “Peygamber”leri vâsıtasıyla, kullarına, dünyâ ve âhirette râhat etmeleri, huzûr içerisinde, iyi bir şekilde yaşamaları için, emir ve yasaklarını, ya’nî ne yapmaları ve nelerden sakınmaları lâzım olduğunu, beğendiği ve beğenmediği bütün işleri bildirmiştir.

Peygamberlerin insanlığa yaptıkları çok önemli hizmetler vardır. Bütün Ülü’l-azim Peygamberler, Resûller ve Nebîler (aleyhimüsselâm), insanlığı kendileri gibi birer mahlûk olan varlıklara tapınma karanlığından kurtararak, bütün varlıkların yaratanı ve hakîkî sâhibi olan Allahü teâlâya ibâdet etmenin şeref ve üstünlüğüne çağırmışlardır.

İnsanlar, Allah’ın Peygamberlerine tâbi’ olup, emir ve yasaklarına uydukları müddetçe, huzûrlu ve râhat bir hayât yaşamışlar, birbirlerini sevip-saymışlardır. Emirlere ve yasaklara uymadıklarında ise, huzûrsuz olmuşlar, râhatları bozulmuş; ahlâksızlık, zulüm ve haksızlık bütün cemiyeti sarmıştır.