Târihte Yapılan Harplerin Kötü Netîceleri
Târihte, çeşitli sebeplerle, muhtelif dîn mensûpları arasında maalesef pekçok muhârebe olmuştur. Bunların netîcesinde milyonlarca insan ölmüş, yine milyonlarca insan yaralanmış, pekçok hanım dul, pekçok çocuk yetîm kalmış, birçok kadının-kızın ırzlarına tasallutta bulunulmuş, ma’mûr beldeler harâp olmuş, her yer yangın yerine dönmüştür.
Harplerin kötülüğünü anlatmak için, târihten bazı misâller vermek istiyoruz ki, bunlardan ibretler alınsın da bir daha tekerrür etmesin.
HAÇLILARIN KUDÜS’TE MÜSLÜMÂN VE MÛSEVÎLERE YAPTIKLARI KATLİÂM
15 Temmuz 1099’da Haçlılar Kudüs’e girdiklerinde, 70.000 müslümânı kılıçtan geçirdiler. Gaudefroi de Buyyon, Papa II. Urban’a yazdığı bir mektupta şöyle demiştir:
“Kudüs’te bulunan bütün müslümânları katlettik. Ma’lûmunuz olsun ki, Süleymân Ma’bedi’nde atlarımızın diz kapaklarına kadar müslümân kanına batmış olarak yürüyoruz…”
Rene G. Rousset adındaki târihçi, yukarıdaki fikri doğruladığı gibi, ondan başka, şunları da ilâve ediyor:
“Haçlılar, Kudüs’te o kadar çok müslümân kestiler ki, atlarının ayakları kan deryâsına battıkça, insan etleri duvarlara sıçrıyordu…”
Şövalye Gesta’nın ifâdesi de şöyledir: “Böyle bir katliâmı, o güne kadar hiç kimse ne duymuş, ne de görmüştür. Ölüler piramitler şeklinde yığınlar hâline konarak yakıldı. Sayılarının ne olduğunu ancak Allah bilir. Müslümân ve mûsevî hiçbir kimse, bu katliâmdan sağ kurtulamadı…”
BİR DAHA HAÇLI SEFERLERİ OLMAMALI
Papalığın teşvîkıyle, hıristiyân Avrupalıların müslümânlara karşı tertîp ettikleri ve 1096-1270 yılları arasında devâm eden “Haçlı Seferleri”ne, [biz târihte kaldığını zannettiğimiz hâlde], günümüzde [adını söylemeye lüzûm görmüyoruz] yabancı devletlerden birinin Cumhurbaşkanı ile diğer bir devletin bir Bakanı bazı atıflarda bulunmuşlardı. Bu konu, çok önemli olduğu için, üzerinde biraz durmakta fayda görüyoruz.
Dînî, harsî (kültürel), ictimâî (sosyal), siyâsî ve iktisâdî sebeplere dayanan Haçlı Seferleri’ni, maalesef Papa II. Urbanus, 1095 yılında toplanan Clermont Konsili’nde yaptığı konuşmasıyla başlatmıştır.
Asırlarca devâm eden 8 adet savaşta, kadınlar ve çocuklar dâhil, yüzbinlerce müslümân kılıçtan geçirilip, hunharca öldürüldü; İslâm Devletleri’nin yerleşim alanları da yakılıp-yıkıldı ve yağmalandı.
Haçlıların kılıcından sâdece müslümânlar değil, yahûdîler, özellikle ortodoks Bizanslılar da çok zarar görmüşlerdir. Hattâ 4. Haçlı seferinde (1204’te) Haçlılar, İstanbul’u işgâl ettiler; 1261 yılına kadar, belki de târihte ilk defa, İstanbul’da Lâtin İmparatorluğu kuruldu. Bizanslılar o zaman İznik’i başşehir yaptılar. Ancak 1261 senesinde tekrâr İstanbul’u geri alabildiler.
HÜLÂGU’NUN MÜSLÜMÂNLARA YAPTIĞI ZULUMLER
1217’de doğan Moğol hükümdarı Hülâgu, İran’da Moğol İlhanlı devletini kurdu. Kardeşinin ölümü üzerine hânlığa geçen Hülâgü’nün zamanında Moğol devletinin sınırları, Amuderya’dan Akdeniz’e, Kafkaslar’dan Hint Okyanusu’na kadar uzanıyordu. Hânlığı sırasında müslümânlara çok eziyet etti, hıristiyânları korudu. Sûriye seferi ile yakıp yıktığı yerleri tekrâr i’mâr etmeğe çalıştı. Birçok puthâne yaptırdı. 1265 senesinde Meraga şehrinde öldü, oraya gömüldü.
Nasîrüddîn Tûsî, Hülâgu’nun müşâviri idi. Bu, onu Bağdat’ı almaya teşvîk ediyordu. Bu sırada Abbâsî Devleti’nin başında Halîfe Müsta’sım bin Müstensır bulunuyordu. Dînine çok bağlı ve sünnî idi. Vezîri olan İbn-i Alkamî, halîfeye sâdık değildi; devlet idâresi bunun elinde idi. Moğol Hükümdârı Hülâgü’nün Bağdat’ı almasını, kendisinin de ona vezîr olmasını istiyordu. Onun Irâk’a gitmesini teşvîk etmeye başladı.
Kardeşi büyük hân Möngke tarafından hem İsmâîliye fırkasını, hem de Bağdât’ta bulunan Halîfeyi yok etmek üzere bir orduya komutan yapıldı. Hülâgü, 1258 yılında Bağdâd üzerine yürüdü. Neft ateşleri ve mancınık taşları ile hücûm eden 200.000 mevcûtlu Tatar ordusu karşısında 20.000’e yakın Halîfe ordusu dayanamadı. Elli gün muhâsaradan sonra vezîr İbn-i Alkamî, “sulh için” geliyorum diyerek Hülâgü’nün yanına gitti ve onunla anlaştı. Halîfeye; “Teslîm olursak, serbest bırakılacağız” dedi.
Bu hîleden sonra teslîm olan Halîfe, esîr alınarak yanındakilerle beraber i’dâm edildi. Dört yüz binden fazla müslümân [800.000 rivâyeti de vardır] kılıçtan geçirildi. Milyonlarca İslâm kitâbı Dicle Nehri’ne atıldı. Böylece büyük bir ilim hazînesi ve târihî kültür yok edildi. Güzel şehir harâbeye döndü. [Yakın bir târihte, bunların maalesef tekrârlandığı hâtırlardadır.] Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) hâtırası olarak saklanan mübârek emânetler “Hırka-i Saâdet” ve “Asâ-yı Nebî” o zaman yakılıp külleri de Dicle’ye atıldı.
Beş yüz yirmi dört senelik Abbâsi Devleti yok oldu. Hülâgü’nün asıl hedefi Sûriye’yi ele geçirmekti. Haleb’i aldı. Şâm’a giderken Möngke’nin ölüm haberi üzerine İrân’a döndü. Şâm seferini tamamlamak üzere bıraktığı ordu, 1260 senesinde Mısırlılar’a yenildi. Hülâgü’nün bu seferinde bir milyon kadar müslümân şehîd edilmişti.
ŞİMDİ GELELİM “SAİNT BARTHELMY KATLİAMI”NA:
Bu katliâmda, o zamanki Paris nüfûsunun beşte biri, ya’nî en az yirmi bin kişi öldürüldü. Şöyle ki,Fransa tahtında oturan genç kral IX’uncu Charles, Roma’daki Papa XI’inci Leo’nun kız kardeşi, fanatik ve koyu bir Katolik olan annesi (ya’nî Ana Kraliçe) Katherine ile ülkelerinde, “Katoliklik”ten başka hiçbir inanca hayât hakkı tanımak istemiyorlardı.
Ama ne var ki, Fransa’nın bir kısmında, Ortodoks olan Navar Kralı Henry hâkim durumda idi. Sık sık yazıştığı ağabeyi Papa Leo’nun büyük tesiri altında kalan Ana Kraliçe ve oğlu, Fransa’nın dîn bütünlüğünü bozan bu durumu düzeltmek, Ortodoksları ortadan kaldırıp, Fransa’da Katolik birliğini sağlamak istiyorlardı.
Papa Leo, bu konuda bir plan yaptı. Bu plana göre: 24 Ağustos 1572 günü, mutaassıp Katolikler, en mukaddes bildikleri Saint Barthelmy Yortusu’nda, o gece Paris’teki bütün Ortodoks evlerini tespit edip kapılarına özel işâretler koydular.
Gece yarısından sonra, Saint Germen Qukcer Kilisesi’nin çanları çalmaya başladı ve bir anda sokaklarda elleri meş’aleli binlerce insan peydah oldu. Bu meş’alelerle, kapıları önceden işâretlenmiş evleri yakmaya başladılar. Yanan evlerden, canlarını kurtarmak için, sokağa fırlayanları, en vahşî şekilde sokak ortasında parçaladılar. Bu cinâyetleri işleyenler arasında yaşlı fanatik kadınlar bile vardı. Gözü dönmüş Katolik cânîler ayrıca, Protestan asilzâdelerini de öldürdüler. Bütün bu insanlar, Katolik olmadıkları için katledildi.
Öyle ki, gözleri önünde bu katliâmlar yapılan genç Kral Charles, gördüğü manzara karşısında tahammül edemeyip aklını yitirdi ve olaydan onbeş gün sonra da “deli” olarak öldü.
[Târihî konularda uzman, radyo ve televizyon programcısı, yazar, Em. Alb. İsmail Yağcı’nın da (15 Şubat 2006 tarihli Türkiye Gazetesi’nde) belirttiği gibi, bu cinâyeti planlayan Papa Leo’nun, Ana Kraliçe’yi cinâyete azmettirici yazışmalarının birer sûreti Vatikan’da hâlen saklanmaktadır.]
KOMÜNİSTLER ZAMANINDA YAPILAN İMHÂ HAREKETLERİ
Sovyet Rusya Cumhurbaşkanı K. Vocoshilov, 1934 senesinde Rusya’da verilen bir ziyâfette Amerikan Sefîri William C. Bulitt’e şu hâdiseyi anlatmıştır:
“1919 yılında, teslîm oldukları takdîrde hiçbir zarar vermemeyi va’d ederek, Kiev’de on bin Çar subayını eşleri ile birlikte teslîm olmaya iknâ etmiştim. Sözüme inanarak teslîm oldular. On bin subayın hepsini erkek çocuklarıyla birlikte i’dâm ettirdim. Karıları ile kızlarını ise, Rus ordusu tarafından kullanılmak üzere, umûmhânelere gönderdim.” Sonra da, “zavallı kadınların, ma’rûz kaldıkları korkunç muâmeleye üç aydan fazla dayanamıyarak can verdiklerini” sözlerine ilâve etmiştir.
1335 [m. 1917] ihtilâlinin hemen akabinde, Çar Nikola ve beşikteki çocukları ile berâber, bütün âile efrâdı, Bracki Ormanlarında katledilmişlerdir. 1917 yılından 1947 yılına kadar [30 sene zarfında], komünist Rusya’da hüküm süren kanlı ihtilâlin netîcesi katledilen, açlıktan ve sefâletten ölen insanların sayısı 63 milyon 301 bin kişidir.
Aşağıda buna dâir vereceğimiz rakamlar, vesîkalar, kan ve kemik üzerine kurulan dînsiz bir rejimin girdiği ülkelere neler getirebileceğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu vesîkalar, çok esâslı kaynaklardandır. Veyl uyanmıyanlara….
YIKILAN İBÂDET YERLERİ
Türkistân’da 14 bin câmi ve mescid, Kafkasya ve Kırım’da 8 bin, Tataristân’da ve Baş Kurdistân’da 4 bin câmi, mescid yıkılmış ve tahrîb edilmiştir. Yalnız Buhârâ vilâyetinde 360 câmi, mescid yıktırılmıştır. Bir medrese bırakılmıştır ki, o da, dîn aleyhdârlığı müzesi olarak kullanılmıştır. Semerkand vilâyetinde de, aynı şekilde bırakılan Uluğ Bey medresesi, dîn aleyhdârlığı müzesi olarak kullanılmıştır. Semerkand’daki iki kilise de, basketbol, voleybol salonu olarak kullanılmıştır.
KATLEDİLEN DİN ADAMLARI
Müslüman din âlimleri olarak katledilenlerin miktârı 270 binin üzerindedir. Bir kısmı da, Sibiryada sıfırın altında 65 derece soğuğun hükm sürdüğü kamplara sürgün edilmişlerdir. Dîndâr olanlardan ise, yalnız Türkistân’da üç milyonun üstünde bir kitle, dînî inançlarından dolayı, şehîd edilmişlerdir.
Ruslar, 1979 senesinin son ayında, Afganistân’a girince, hemen köylere saldırdılar. Yiyecekleri, giyecekleri, ev ve zînet eşyâsını yağma ettiler. Kadın, çocuk ayırmaksızın, rastladıkları müslümânları öldürdüler. Tanklarla Kunday şehrine girince, büyük câmii top ateşine tutarak, yüzlerce müslümânı, namaz kılarken şehît ettiler.
Komünistlerin fecî bir şekilde yürüttükleri dînsizleştirme siyâsetine, devrimlere muhâlefet edenlerin imhâsına veyahut Sibirya kamplarına sürülmesine dâir verdiğimiz şu rakamlar, beşeriyyet için ibret dersi alınması gereken vahşet sahnesidir.
DÎNÎ KİTÂPLAR ve ÂBİDELERİN İMHÂSI
Komünistler, Türk milletinin İslâmı kabûlünden sonra, dînî âbidelerle süsleyip, İslâm mi’mârisi ile şarkın birer pırlantası hâline getirdikleri Buhârâ, Semerkand, Kakant, Kazan, Hiyve, Ufa, Bakü, Taşkent, Bahçeserây, Derbend, Timirhan, Kaşgâr, Almasta, Tirmiz v.s. şehirlerinde mevcut milyonlarca Kur’ân-ı kerîm ve Hadîs kitâpları başta olmak üzere, bütün dînî eserleri toplayıp, bunları vicdânsızca ve hayâsızca yakmışlar, sokaklarda yırtarak, ayaklar altında çiğnemişlerdir.
Diğer taraftan halkın elinde bulunan dînî, millî ve târihî kitâpların hükûmete teslîm edilmesini emretmişler ve müsâdere ettikleri bu kıymetli eserleri de aynı şekilde imhâ etmişlerdir.
Bu arada, bazı müslümanlar, ölümü göze alarak, ellerinde bulunan kitapları bu kâtil sürüsüne, sapıklara teslîm etmeyip, sandıklara doldurarak yere gömmüşlerdir. Bu hareketler esnâsında, kitâpları teslîm etmek istemiyen binlerce dindâr, şehîd edilmiştir.
BİR DAHA CİHÂN HARBİ [III. Cihân Harbi] OLMAMALI
Şimdi de kısaca I. ve II. Cihân Harplerine temâs edelim:
I. Dünya Savaşı’nda, savaşa katılan “İttifâk Devletleri”(Almanya, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan, Türkiye)’nin toplam nüfûsu 168.300.000, silâh altına alınan asker sayısı 22.900.000’dir. Orduların kayıpları 15.620.000, sivil kayıplar ise 3.640.000 kişidir.
“İ’tilâf Devletleri” denilen İngiltere, Rusya, A.B.D., Fransa, Japonya, İtalya, Belçika, Portekiz, Romanya, Sırbistan, Yunanistan, Karadağ’ın toplam nüfûsu 1.002.435.000, silâh altın alınan asker sayısı 42.700.000’dir. Bunların ordu kayıpları da 22.861.000, sivil kayıpları ise 5.863.300 kişidir.
Görüldüğü gibi, her iki taraftan 50 milyon insan ölmüştür; her taraf yakılıp yıkılmıştır. Harplerde ele geçenlerle kayıpları iyi mukâyese etmelidir.
57 Devlet’in birbiriyle 6 yıl çarpıştığı II. Dünya Savaşı’na gelince (1939-1945), hemen hemen dünyanın her tarafını içine alan milletlerarası bir savaştır. İngiltere, Fransa ve ortaklarına “Müttefikler”, Almanya ve ortaklarına da “Mihver Devletler” denilmiştir. Müttefik devletlerde en çok kayıp Amerika, Britanya Milletler Topluluğu, Sovyetler Birliği, Çin ve Fransa’da oldu. Mihver devletlerinde ise Almanya, Japonya ve İtalya büyük kayba uğradılar.
Bu büyük harpte, dünyânın toplum, medeniyet ve insanlık açılarından uğradığı kayıpların tam bir hesâbı yapılamaz.
Ölü ve kayıplar:
Müttefiklerden 10.650.000 (en çok Sovyetlerden: 7.500.000), Mihver devletlerinden ise 4.650.000 (en çok Almanlardan: 2.850.000) olmak üzere toplam 15.300.000 can kaybı olmuştur.
Yaralı sayısı, müttefiklerden 20 milyon, Mihver devletlerinden ise 8 milyondur.
Hitler’in toplama kamplarında da 6 milyon insan kaybolmuştur.
Bu harp, birçok milletin bağımsızlığını kaybetmesine sebep olmuştur.
Bu sebeple, bütün dünyâda harplere mâni olmak için, elden gelen her türlü gayret gösterilmelidir.