“Sultanü’ş-Şuarâ” (Şâirler Sultânı) Necîb Fâzıl Kısakürek
[Bu makâle, ayda bir neşredilen “AYLIK” veya haftada bir yayınlanan “BARAN” dergileri için hâzırlandı.
Yine bu iki dergi için, ayrıca, Sâlih Mirzabeyoğlu’nun arkadaşlarından, Adana İmâm-Hatip Lisesi mezûnu ve basın mensûbu Cumali Dalkılıç beyle, 29.07.2018 tarihinde, İhlâs Marmara Evleri 1. Kısım Câmii Kütübhânesinde bir röportaj yapıldı.]
Prof. Dr. Ramazan Ayvallı
M. Ü. İlâhiyat Fak. Em. Öğr. Üyesi
Edebiyâtımızda, “Sultanü’ş-Şuarâ” (Şâirler sultânı), “Şeyhu’l-muharrirîn” (Muharrirlerin, yazarların hocası), “Şeyhu’l-hattâtîn” (Hattâtların Hocası), “Reîsü’l-kurrâ” (Kurrâ hâfızların reîsi)…..gibi bazı terimler vardır.
Son “Şeyhu’l-muharrirîn”, merhûm Ahmed Kabaklı hoca idi. Son “Şeyhu’l-hattâtîn”, merhûm hattât Hâmid Aytaç (Hâmid-i Âmidî) hoca idi.
1971 yılında, İstanbul-Beşiktaş-Yıldız’daki Şale köşkünün bitişiğinde bulunan 975. Ordonat Taburu’nda yedek subaylığımı yaparken, kendilerinden bir sene ta’lîm ve tashîh-i hurûf dersleri aldığım, Bâyezîd Câmi-i şerîfi İmâm-Hatîbi merhûm Hacı Hâfız Abdurrahmân Gürses Hoca Efendi de, o zamanın reîsü’l-kurrâsı idi.
Son “Sultanü’ş-Şuarâ” (Şâirler sultânı) ise, son dönem şâir, yazar ve fikir adamlarından olan merhûm Necîb Fâzıl Kısakürek üstâdımız idi.
[Kendisi, benim 1970’te başlıyan konferans hayâtımda üstâdımdır. MTTB, Komünizmle Mücâdele Derneği, İmâm-Hatip Okulu Mezûnları Federasyonu, Dîn Görevlileri Federasyonu…..gibi derneklerce Ankara’da tertiplenen “Îmân ve Aksiyon”, “Yolumuz, Hâlimiz, Çâremiz”, “Efendimiz, Kurtarıcımız, Müjdecimizden”, “Muhâsebe”, “Târihte Sahte Kahramanlar”…..gibi bütün konferanslarına katıldım ve 1949’da yazdığı “Sakarya Destânı” başlıklı şiirini, bizzât kendi ağzından birkaç defa dinledim.
Bir vefâ borcu olarak, bugün, bir nebze, kendisinden bahsetmek istiyorum.]
“SULTÂNÜ’Ş-ŞUAR” MAHMÛD ABDÜLBÂKÎ [1526 – 1599]
Osmânlı İmparatorluğunun en parlak döneminde yetişen, dîvân şiirinin büyük üstâdı, edebiyâtımızda “Bâkî” adıyla meşhûr olan Mahmûd Abdülbâkî Efendi, sırasıyla, Kânûnî Sultân Süleymân Hân, İkinci Selîm Hân, Üçüncü Murâd Hân ve Üçüncü Mehmed Hân zamanlarında, ülkenin her tarafında “Sultânü’ş-Şuarâ = Şâirler Sultânı” olarak meşhûr olmuştur. Onun şöhreti, sâdece Osmânlı sınırlarında kalmayıp, İrân, Arabistân ve Hindistân’a kadar yayılmıştır.
Hem şâir, hem de âlim olan Mahmûd Abdülbâkî, Fâtih Câmii müezzininin oğludur. Babası, bu oğlunu küçük yaşta san’atkâr yapmak düşüncesiyle, saraç çıraklığına vermesine rağmen, o, tahsîle başlamış, uzun yıllar, zamanın en büyük medreselerinde, devrin en ileri gelen hocalarından dersler görmüş ve tahsîlini tamâmladıktan sonra da, ilk olarak 1563 yılında Silivri’deki Pîrî Paşa Medresesi müderrisliğine getirilmiştir. Sonra sırayla, Murâd Paşa, Eyyûb, Sahn ve Süleymâniye medreselerinde müderrislik yapmıştır.
Şiirde Zâtî tarafından yetiştirilen Bâkî‘nin, Kânûnî Sultân Süleymân’ın ölümü için yazdığı meşhûr “Mersiye”si, o devrin edebiyât şâheseridir. Çağımızın büyük şâirlerinden Yahyâ Kemâl, ona “nazîre”ler yazmış, Yavuz Sultân Selîm için kaleme aldığı “Selîmnâme”sini, Bâkî’nin “Kânûnî Mersiye”sine benzetmek istemiştir.
Bâkî, dînine bağlı büyük bir âlimdi. Şeyhülislâm olabilecekken, sırası gelmediği için bu yüce makâmda görev yapamamıştır;ama, Selîm-i Kadîm Medresesi müderrisliği, ondan sonra da, Mekke kâdîlığı, Anadolu ve Rumeli kazaskerliği görevlerinde bulunmuştur.
En büyük eseri “Dîvân”ıdır. Dîvân’ından başka “Fedâil-i Mekke”, “Hadîs-i Erbaîn” (Hazret-i Hâlid bin Zeyd’in bildirdiği hadîs-i şerîfler), “Fedâil-i Cihâd” gibi te’lîf eserlerinin yanında, “Meâlimü’l-Yakîn” (İmâm-ı Kastalânî’nin Mevâhib-i Ledünniyye‘sinintercümesidir) adıyla Arapçadan çevrilmiş kıymetli bir eseri de vardır.
Güzel bir gazelini, burada misâl olarak zikredip esâs konumuz olan merhûm Necîb Fâzıl‘a geçelim.
Gazel
Fermân-ı aşka cân iledir inkıyâdımız,
Hükm-i kazâya zerre kadar yok inâdımız.
Baş eğmezüz edânîye dünyâ-yı dûn için,
Allah’adır tevekkülümüz, i’timâdımız.
Biz müttekâ-yı zerkeş-i câha dayanmazuz,
Hakk’ın kemâl-i lutfunadır istinâdımız.
Minnet Hudâ’ya, devlet-i dünyâ fenâ bulur,
Bâkî kalır sahîfe-i âlemde adımız.
NECÎB FÂZIL KISAKÜREK’ÜN DOĞUM YERİ, TÂRİHİ VE ÂİLESİ
Necîb Fâzıl Kısakürek, 1904’te İstanbul Çemberlitaş’ta, bir konakta dünyâya geldi. Babası hukûkçu Fâzıl Bey, annesi Medîha Hanımdır. Âilesi, baba tarafından Kahramânmaraş’ın köklü âilelerinden Kısakürekzâdeler’e dayanır. Yazara verilen Ahmed Necîb ismi, dedelerinden birinin adıdır.
NECÎB FÂZIL’IN TAHSÎLİ VE YAPTIĞI BAZI GÖREVLER
1912’de Gedikpaşa’da bir Fransız Mektebi’ne yazıldı. Sonra yine, aynı yerde bulunan Amerikan Koleji’ne, Büyükdere’de Emin Efendi’nin Mahalle Mektebi’ne devam etti. Annesinin hastalığı dolayısıyla taşındıkları Heybeliada’da (1915) Nümûne Mektebi’ni bitirerek oradaki Bahriye Mektebi’ne girdi.
İlk şiirlerini burada [1915 yılında] yazmaya başladı. Mektepte arkadaşları arasında lakabı “şâir”di. Bahriye Mektebini son sınıftayken terk ederek, 1917’de Dârülfünûn’un Felsefe Bölümü’ne başladı. İlk şiirleri, bu yıllarda dergilerde yayınlanmaya başladı.
1924’te Maârif Vekâleti tarafından Paris, Sorbon Üniversitesi’ne tahsîlini ilerletmek için gönderildi ise de, bir yıl sonra geri döndü.
Bir müddet Hollanda, Osmânlı ve İş Bankalarında müfettiş ve muhâsebe müdürü olarak çalıştı.
Bankacılık mesleğinden 1938 yılında ayrılarak, 1941 yılına kadar, Fransız Mektebi’nde, Ankara Devlet Konservatuarı’nda, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde, Robert Kolej’de, Ankara Dil-Târih ve Coğrafya Fakültesi’nde hocalık yaptı.
NECÎB FÂZIL’IN YAZARLIĞI, ŞÂİRLİĞİ VE BASIN HAYÂTINA GİRMESİ
Bu târihten [1941] sonra, yazar ve şâirliğinin yanısıra, gazeteci olarak da basın hayâtına girdi ve siyâsetle ilgilendi. Böylece fikir ve aksiyon adamı olarak, hayâtının sonuna kadar sürecek olan bir mücâdelenin içine atıldı.
Büyük Doğu hareketi ve 1943’te başlayıp 1972’ye kadar süren Anadolu’yu köşe bucak tarayan, Almanya’ya kadar taşan konferansları bu devrededir.
Yine, bu devrede sekiz defâda, toplam 3 yıl 6 ay 20 gün hapis yattı. Kesîf ve yorucu, mücâdeleci bir hayâttan sonra, 1972’de evine çekilen yazar, eser yazmaya, dergi ve gazetelerde şiirlerini [ve makâlelerini] yayınlamaya devâm etti. [“Millî Söz ve Özün Türkçesi” isimli haftalık dergide, kendisiyle beraber makâle yazdık.]
1980 yılında “Sultanü’ş-şuarâ” (Şâirler Sultânı) i’lân edildi. 25 Mayıs 1983 günü, çile ve mücâdelerle dolu hayâtı sona erdi.
1922 yılında, Yakub Kadri aracılığıyla, Yeni Mecmûa’da ilk şiirini yayınlayan Necîb Fâzıl, hayâtının sonuna kadar çeşitli dergi ve gazetelerde şiirlerini yayınlamaya devâm etti.
İlk şiir kitabı (Örümcek Ağı) 1925’te, Kaldırımlar ise, 1928’de yayınlandı. Kaldırımlar şiiri, onu, şöhretin zirvesine çıkardı ve sanat çevrelerine kendini, şâir olarak kabûl ettirdi. Bu ilk şiirlerinde koyu ferdiyetçilik ve derbeder (bohem) bir yaşayışın izleri görülür.
NECÎB FÂZIL’IN, BÜYÜK ÂLİM SEYYİD ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ’Yİ TANIMASI
1934’e kadar, eserlerine ve san’atına hâkim olan bu durumu, büyük âlim Seyyid Abdülhakîm Arvâsî’yi tanıyıncaya kadar devâm etti. Beyoğlu Ağa Câmiinde ilk defâ tanıdığı bu zâtı, 1943 yılında vefâtına kadar, Eyüp’teki dergâhında ziyâret ederek, sohbetlerinde bulundu. Bu olay, Necîb Fâzıl’ın şahsiyetine, fikrine, dünyâ görüşüne büyük etki yaptı. Âdetâ her şeyiyle yeniden doğdu.
Bu devreden sonra yazar, kendi tâbiriyle fildişi kulesinden iner, memleketine, insanlarına karşı sorumluluk duyan “Müslümân bir san’atkâr ve münevver” hüviyeti kazanır. Kalemiyle, inandığı, doğru, güzel, iyi bildiği değerleri yaymak, savunmak, tanıtmak gayreti, hayâtının sonuna kadar devâm etti. Bu maksatla, şâirliğinin yanısıra, edebiyâtın hemen her dalında kalem oynatarak, yüzden fazla eser verdi.
1934’e kadar sâdece şâir olarak tanınan ve üç şiir kitâbının sâhibi olan Necîb Fâzıl, bu olaydan sonra her türde, bilhassa bir fikir ve aksiyon adamı olarak nesir alanında velûd, çok eser veren bir yazar oldu.
Gazetecilik ve basın hayâtına atılmıştır. 1936’da, uzun ömürlü olmayan, Ağaç isimli dergiyi çıkarmıştır. İkinci Dünyâ Harbinin başında, Son Telgraf Gazetesinde, “Çerçeve” başlığı altında fıkralar yazmaya başlamıştır. Fıkra yazarlığını çeşitli gazetelerde uzun müddet sürdürmüştür. Bu fıkralardan seçtiklerini, daha sonra Çerçeve başlığı altında yayınlamıştır. 1 Eylül 1943’te “Büyük Doğu” dergisini çıkardı. Bu dergi 1978’e kadar fâsılalarla yayınını sürdürdü.
Necîb Fâzıl, 1935’e kadar, daha ziyâde ferdî, beşerî duyguları, kendi iç sıkıntılarını, buhrânlarını dile getirir, “san’at için san’at” görüşüne sıkı sıkıya bağlıdır. Yalnız şiirle meşgûl olur. 1935 yılından sonra şâirliğinin yanısıra, daha çok nesir eserleri verir. Bunlar tezli eserlerdir. Ya, “mutlak hakîkat” dediği tezini işler, yâhut bu uğurda çektiği acıları, zorlukları anlatır. Yazar artık “san’at, Allah içindir” görüşündedir. Konu ve temalardaki bu değişiklik, daha önce kendini şâir olarak göklere çıkaran sanat çevrelerinin ve üst kademenin Necîb Fâzıl’dan uzaklaşmasına ve “sâbık şâir” ilân edilmesine sebep olur.
Şiirlerinde dinç ve oturmuş bir dil, mazbût ve sağlam bir teknik bulunan şâir; bütün şiirlerinde hece veznini kullanmış, “şekle” ısrârla bağlı kalmıştır. Modern şiir ölçüleriyle, tekke şiiri tarzında yazmıştır.
İnsanın kâinattaki yeri, iç âlemin gizli duygu ve ihtirâsları, madde ve rûh problemleri, mânevî duyuşlar…..şiirlerindeki başlıca temalardır. Şiiri, günümüz şiirini ve zamanındaki bâzı şâirleri etkilemiştir.
Nesir dilinde, derinliğe yöneldiği kadar da nükteye, kelime oyunlarına bağlı kalan bir ifâdesi vardır. Öfkeli, polemikçi, tenkitçi bir zekânın fantazi yükleri ve şaşırtıcı nükte buluşları nesrinin başlıca özelliğidir.
NECÎB FÂZIL KISAKÜREK’ÜN ESERLERİ
Eserleri, te’lîf ve sâdeleştirerek yayına hâzırladıklarıyla yüzün üzerindedir. Edebî türlerin hemen hepsinde eser vermiştir. Toplam eseri (8 şiir, 14 piyes, 7 senaryo, 3 hikâye kitabı, 2 roman, 4 hâtıra eseri, 17 dînî-tasavvufî eser, 47 siyâsî-târihî inceleme eseri, hitâbe ve konferanslarla, fıkralarının toplandığı kitaplarla berâber) 102’dir.
Ayrı kitaplar hâlinde yayınlanan şiirlerini, “Çile” ismiyle tek bir kitapta toplayarak, bunun sonuna şiir san’atı üzerine görüşlerini Poetika ismiyle ilâve eder. Şiirleri daha sonrakilerle birlikte, “Bütün Şiirleri” adlı bir kitapta toplanmıştır.
Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) hayâtını levhalar hâlinde anlattığı 63 bölümlü “Esselâm”, ikinci şiir kitâbıdır.
“Mutlak hakîkati yaymak için, en üstün dokunaklı bir âlet” dediği tiyatro sâhasında on dört eser vermiştir. Piyeslerinin bir kısmı filme alınmış ve oynanmıştır. “Bir Adam Yaratmak”, “Nâm-ı Diğer Parmaksız Sâlih”; “Sabırtaşı” piyesi birincilik kazanmıştır. “Ulu Hâkân Abdülhamîd Hân”, “Yûnus Emre”, “Reîs Bey” tiyatro eserlerinden bâzılarıdır.
“O ve Ben”, “Tanrı Kulundan Dinlediklerim”, “Târih Boyunca Büyük Mazlûmlar” isimli eserlerinde, Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinden hâtıralar nakleder.
“Râbıta-i Şerîfe” risâlesini ve “Reşehât” kitâbını sâdeleştirerek yayına hazırlar. Nefehât’tan seçtiği velîler, “Halkadan Pırıltılar” adı ile yayınlanmıştır. Ayrıca “Başbuğ Velîler” adlı bir eseri daha vardır. “Çöle İnen Nûr”, “İlim Beldesinin Kapısı Hazret-i Ali”, “Benim Gözümde Menderes” isimli eserleri,biyografik eserlerindendir.
“Doğru Yolun Sapık Kolları”nda ise Ehl-i Sünnet’in dışındaki bozuk mezhepleri anlatır.
Necîb Fâzıl bir İslâm âlimi, eserleri de dîn sâhasında yazılmış ilmî eserler değildir. Böyle olmadığını, ilmin ve san’atın sâhalarının ayrı olduğunu kendisi de eserlerinde ifâde etmektedir. O, “Efendim” diye bahsettiği büyük bir İslâm âliminin sohbetleriyle, san’at hayâtımızda zirve noktalara çıkmış, son yüzyılımızda yetişmiş en büyük şâir ve yazarlarımızdan birisidir. Dînî, mukaddes konu ve temaları işleyerek, düşünen, tefekkür eden genç nesillere faydalı olmaya çalışmıştır.
(*) Bu makâlenin hâzırlanmasında, büyük ölçüde, bizim de tertip heyetinde bulunduğumuz, 20 cildlik “Yeni Rehber Ansiklopedisi”nden istifâde edilmiştir.