Salı, Kasım 19, 2024
Makaleler

Seyyid Tâhâ-i Hakkârî Gibi Âlimlerin İrşâdına Olan İhtiyâcımız

Büyük gönül sultânlarından, dünyâyı aydınlatan ışıklardan, ulemânın ve evliyânın büyüklerinden olan Seyyid Tâhâ-i Hakkârî [kuddise sirruh]
’un, doğduğu, yaşadığı ve vefât ettiği yerde, ya’nî memleketi olan Hakkârî’de, 24-26 Mayıs târihleri arasında, Hakkârî Vâlîliği ile Hakkârî Üniversitesi tarafından müştereken düzenlenen bir sempozyumla hâtırlanmasını,  hem de “Uluslararası Tâhâ-i Hakkârî Sempozyumu” ile anılmasını büyük bir şükrânla karşılıyor, bunu, bir vefâ borcunun ödenmesi olarak görüyoruz.

Sempozyumla yâd edilen, Peygamberimizin torunlarından, maddî ve ma’nevî vârislerinden olan Seyyid Tâhâ-i Hakkârî hazretleri gibi bütün âlim ve velîlerin hedefleri, ma’lûm olduğu üzere, cemiyette kâmil insanlar meydâna getirmekti.

Zâten Allah’ın, kullarına elçi olarak gönderdiği Peygamberlerin târihini incelediğimizde de, hepsinin, aynı îmân esâslarını teblîğ etmiş olduklarını,  “iyi ferd”, “iyi âile”, “iyi cemiyet” meydâna getirmeyi hedeflemiş olduklarını görüyoruz. Yine bu Peygamberlerden bazılarına gönderilmiş bulunan 100’ü “Suhuf=Sahîfeler, formalar, kitapçıklar”, 4’ü büyük kitap olmak üzere toplam 104 kitâbın hedefinin de, “insân-ı kâmil” meydâna getirmek olduğunu müşâhede ediyoruz.

Burada, bu vesîleyle önemli bir husûsu ifâde etmek gerekir:

Yirmibirinci asırda, yeni nesillere, mâddî ve ma’nevî değerlerimizi, mukaddes dînimiz İslâmiyet’i, şanlı târihimizi, târihî ve ilmî sahsiyetlerimizi, yüksek kültür ve medeniyetimizi doğru bir şekilde, ilmî ve objektif usûllerle öğretmemiz şarttır. Aksi hâlde, günümüzdeki teknolojik gelişmeler sebebiyle yabancı kültürlere açılmış bir gençliğin, benliğini muhâfaza etmesi, ecdâdına saygı duyması, onların yolundan gitmesi çok zordur.

Yine burada münâsebet düşmüşken belirtelim ki, İslâm dîninin, beşeriyeti saâdete, adâlete ve insanlığa eriştirmek için i’lân ettiği yüksek esâslar ve dünyâ nizâmı mefkûresi, pekçok İslâm devleti arasında, Eshâb-ı kirâmdan sonra en ileri derecesine Osmânlı devrinde ulaşmıştır.

Osmânlı devleti zamanında, kıymetli âlimler yetişip, muhteşem ilim ve san’at eserleri inşâ edilmiştir. Herkesçe bilinmektedir ki, Osmânlı sultanları, ilmi ve ilim adamlarını, memleketlere sâhip olmaktan üstün tutmuşlar; kemâl sâhibi ilim erbâbını dâima takdîr edip onlara rağbet göstermişlerdir. Pâdişâhlar, savaşta ve barışta, kânûnların düzenlenmesinde, İslâm dîninin bildirdiği hükümlere sâdık kalmakla yükselip kuvvetlenmişlerdir. İşlerinde âlimlerle istişâre eylemişlerdir. Devlet nizâmlarının hâzırlanıp düzenlenmesini ve teftîşini onlara havâle edip idârî mes’ûliyetlere onları da dâhil etmişlerdir. Bunun için Osmânlı Devletinde ulemâ sınıfı, hürmetli bir mevkıdeydi.

Osmânlı Devleti, kavimler, dînler ve mezhebler arasında sağlam bir âhenk kurmuştu. Osmânlı sultânları, fethettikleri yerleri medrese, zâviye, imâret, dârül-kurrâ ve türbelerle âdetâ kudsîleştirmişler, buralarda yetişen âlimlerle bütün dünyâya İslâmiyeti, insanlığı, ahlâkı, adâleti yaymışlar, asırlarca maddî ve mânevî güç ve emeklerini bu uğurda harcamışlardır.

SEYYİD TÂHÂ-İ HAKKÂRÎ KİMDİR?

Seyyid Tâhâ-i Hakkâri, insanları Hakk’a da’vet eden, onlara doğru yolu gösterip, hakîkî saâdete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i Aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin otuz birincisidir. “Şihâbüddîn”, “İmâdüddîn” ve “Kutbü’l-İrşâd vel-Medâr” lakaplarıyla anılmaktadır.Babası Seyyid Molla Ahmed bin Sâlih Geylânî’dir.

O, “Gavs-ı A’zam” diye anılan Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin onbirinci batından torunu olup aslında şerîflerdendir, ya’nî Peygamber Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) torunu olan Hazret-i Hasan’ın soyundandır; ama “Seyyid Tâhâ-i Hakkârî diye meşhûr olmuştur. Bilindiği gibi, Hazret-i Hüseyin’in soyundan gelenler “Seyyid”ler, Hazret-i Hasan’ın soyundan gelenler ise “Şerîf”ler diye anılmaktadır.

Seyyid Tâhâ-i Hakkârî, küçük yaşta Kur’ân-ı kerîmi ezberledikten sonra ilim öğrenmeye başlamış, Süleymâniye, Kerkûk, Revandız, Erbîl ve Bağdâd’taki medreselerde ve daha başka birçok medresede zamânının büyük âlimlerinden ders görmüş, dîn ve fen ilimlerini öğrenip icâzet (diploma) almış bulunan, Osmanlılar zamânında Anadolu’da yetişen ulemâ ve evliyânın büyüklerindendir.

Tâhâ-i Hakkârî, tasavvuf ilmini de, Süleymâniye’de, ziyâretine gittiği ve sohbetinde bulunduğu Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’den öğrenip onun huzûrunda kemâle gelmiştir. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin talebelerinin en kıymetlilerindendir.

SEYYİD TÂHÂ-İ HAKKÂRÎ’NİN YÜKSEK İLMÎ ŞAHSİYETİ

Malûm olduğu üzere, her meşhûr kimsenin, meselâ dirâyetli bir devlet adamının, fazîletli bir ilim adamının, muvaffak olmuş bir ticâret veya iş adamının, şöhretli bir san’atkârın ve herhangi bir spor dalındaki rekortmenin, bulunduğu mevkı ve makâma gelmeden önceki hayâtı, yetişme tarzı, elde ettiği şöhrete nasıl ulaştığı dâimâ merâk edilir.

Evvelâ Seyyid Tâhâ-i Hakkârî, asîl ve temiz bir âileye mensûp olup yüksek bir “ilim ocağı”nda dünyâya gelmiştir: O, tâ çocukluğundan beri, büyüklük ve olgunluk hallerine sâhip, zekâ, isti’dâd, vakâr ve heybeti ile herkesin dikkatini çeken bir şahsiyetti. Onu gören her kimse, ileride onun büyük bir zât olacağını söylerdi.

O, “Ümmî” olmasına rağmen, “Oku” emr-i İlâhîsinin muhâtabı olan ve “Beni Rabbim te’dîb etti ve edebimi de ne güzel verdi” buyuran Sevgili Peygamberimizin;

“İlim şehrinin kapısı” diye anılan Hazret-i Alî Efendimizin;

“Ehl-i Beyt”in ve “Oniki İmâm”ın ikincisi Hazret-i Hasan’ın;

“Gavsü’s-sekaleyn” ve “Gavs-ı A’zam” sıfatlarıyla anılan Abdülkâdir-i Geylânî’nin torunlarından Seyyid Molla Ahmed bin Sâlih Geylânî’nin oğludur.

Büyük bir âlimin oğlu olma mazhariyetine ermiştir. Tabîî ki bu durum, ilim yolunda atılacak adımlarda çok önemli bir merhaledir.

O aynı zamanda, hâtırlı bir âilenin de damadıdır; Seyyid Tâhâ hazretlerinin kayınpederi, Nehrî kâdîsı idi.

Amcası Seyyid Abdullah-ı Şemdînî de, onun ilim ve feyz kaynaklarından biri olmuştur. Amcası, Anadolu’da yetişen evliyânın büyüklerinden, kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîler silsilesinin otuzuncusu’dur. Hakkârî vilâyetinin Şemdînân (veya Şemzînân, şimdiki adıyla Şemdinli) kasabasından olan, doğum târihi bilinmeyen, ama 1228 (m. 1813) senesinde vefât eden, Şemdînân’ın Nehri kasabasında medfûn bulunan amcası Seyyid Abdullah-ı Şemdînî, Şafiî mezhebi âlimlerinden ve Hazret-i Osmân’ın güzel ahlâkını hâtırlatan yüksek bir velî idi.

Seyyid Tâhâ-i Hakkârî, küçük yaşta Kur’ân-ı kerîmi okuma, hatmetme ve ezberleme ni’metine erişmiştir. Süleymâniye, Kerkûk, Revandız, Erbîl ve Bağdâd gibi ilim merkezlerinde ve daha başka birçok medresede şöhretli âlimlerden tefsîr, hadîs, fıkıh gibi zâhirî ilimleri öğrenme imkânını elde etmiştir.

Yine zamanının en büyük âlimlerinden, “dîn” bilgileri yanında, “fen” ve “edebiyat” dallarında da ilim tahsîl etme şansını yakalamıştır.

Böylece, ilme çok büyük değer ve önem veren Osmanlı Devleti zamânında, Anadolu’da yetişen ulemâ ve evliyâdan olma ihsânına kavuşmuştur. Bilindiği gibi, onun hayâtı, Sultan Abdülmecîd Hân zamanına rastlamaktadır.

Her zamanda bulanamıyacak olan, “Zül-cenâheyn”, “dört büyük mezhebin fıkıh bilgilerinde mâhir”, “beş tarîkatte mürşid-i kâmil ve mükemmil” olan Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî zamanında yaşama, ondan ilim, irfân, feyz alma ve onun “Halîfe”si olma,  böylece “Silsile-i Aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin otuz birincisi olma şerefine nâil olmuştur.

Büyük âlim ve velî olan amcası Seyyid Abdullah-i Şemdînî [v. 1228 (m. 1813), kabri Şemdinli-Nehri’de] yeğeni (kardeşi Seyyid Ahmed Geylânî’nin oğlu) Seyyid Tâhâ-i Hakkârî’yi, Bağdâd’a Mevlânâ Hâlid’in sohbetlerine götürerek, onun, bu yolda yetişmesine vesîle olmuştur.

Mevlânâ Hâlid, Bağdâd’da Seyyid Tâhâ’yı görür görmez, hemen Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin kabr-i şerîfine gidip istihâre etmesini emr eylemiştir. Seyyid Tâhâ da istihâre yapmıştır. Ceddi Abdülkâdir-i Geylânî, ona: “Benim yolum büyük ise de, şimdi ehli kalmadı. Mevlânâ Hâlid, zamânının âlimi, evliyânın en büyüğüdür. Hemen ona git, teslîm ol, onun emrine gir” buyurmuştur.

Önce Berdesûr’da, sonra da Şemdinân’da, Nehri kasabasında ders vermeye başlamıştır. Kırk iki sene insanlara doğru yolu göstermiştir. Nehri’deki babadan kalma küçük evine yerleşip, aklî ve naklî ilimleri öğretmeye ve İslâmın güzel ahlâkını yaymağa çalışmışr.

Nehri kasabasında ilk defa feyz ve irşâd kaynağı olan Seyyid Abdullah-ı Şemdînî hazretleridir. Bu temeli o kurmuş, medrese, tekke ve zâviyeler yaptırarak, Türkiye, Irâk ve İrân’ın uzak yerlerine kadar âlimlerin feyz ve nûrlarını yaymıştır.

Seyyid Tâhâ, çok kıymetli âlimler yetiştirdi. Onun yetiştirdiği âlimlerin ve velîlerin en üstünleriarasında, başta kendi oğlu Seyyid Ubeydullah-i Hakkârî, kendi kardeşi Seyyid Sâlih, Seyyid Fehîm-i Arvâsî ve Seyyid Sıbğatullah-i Arvâsî [Hızânî] [kaddesallahü esrârehümü’l-aliyye] gelir. Bunlara çeşitli dersler okutmuş, onların büyük birer âlim ve velî olarak yetişmelerine sebep olmuştur. Seyyid Fehîm Efendiyi Arvas’ta vazîfelendirmiştir.

Hastalığının on ikinci, Cumartesi günü talebeleri ve yakınlarıyla helâllaştı, vedâlaştı, vasiyetini bildirdi. Kardeşi Seyyid Sâlih’i çağırttı. Onun için;

“Birâderim Sâlih, kâmil, olgun bir velîdir. Herkesin başı onun eteği altındadır” buyurdu. Yerine kardeşi Seyyid Sâlih’i halîfe bıraktı. 1269 (m. 1853) senesinde Nehrî’de vefât eyledi. Kendisini seven âşıklar, uzak yerlerden gelerek, mübârek kabrinden fışkıran nûrlardan, feyizlerden istifâde etmekte, bereketlenmektedirler. [Cenâb-ı Hak, bizleri de onun şefâatlerine nâil eylesin.]