Seyyid Tâhâ-i Hakkârî Gibi Âlimlerin İrşâdına Olan İhtiyâcımız
Büyük gönül sultânlarından, dünyâyı aydınlatan ışıklardan, ulemânın ve evliyânın büyüklerinden olan Seyyid Tâhâ-i Hakkârî [kuddise sirruh]’un, doğduğu, yaşadığı ve vefât ettiği yerde, ya’nî memleketi olan Hakkârî’de, 24-26 Mayıs târihleri arasında, Hakkârî Vâlîliği ile Hakkârî Üniversitesi tarafından müştereken düzenlenen bir sempozyumla hâtırlanmasını, hem de “Uluslararası Tâhâ-i Hakkârî Sempozyumu” ile anılmasını büyük bir şükrânla karşılıyor, bunu, bir vefâ borcunun ödenmesi olarak görüyoruz. Bu vesîleyle, hakkında, bizim de bir teblîğ sunacağımız Seyyid Tâhâ-i Hakkârî’yi(rahimehullah)rahmet ve minnetle anıyoruz.
Bu “Sempozyum”u düzenleyen yetkililere, organizasyonda az veya çok emeği geçen herkese ve konuşma yapacak olan değerli ilim adamlarına tebrîk, takdîr ve teşekkürlerimizi sunmayı bir görev telakkî ediyoruz. Böyle büyüklerimizi, Hakkârî’mizdeki ve bütün Türkiye’deki vatandaşlarımıza, asîl milletimize, tüm bölgeye ve İslâm âlemine, bilhâssa istikbâlimizin ümîdi olan çocuklarımıza ve gençlerimize öğretmemiz lâzımdır.
Sempozyumla yâd edilen, Peygamberimizin torunlarından, maddî ve ma’nevî vârislerinden olan Seyyid Tâhâ-i Hakkârî hazretleri gibi bütün âlim ve velîlerin hedefleri, ma’lûm olduğu üzere, cemiyette kâmil insanlar meydâna getirmekti.
Zâten Allah’ın, kullarına elçi olarak gönderdiği Peygamberlerin târihini incelediğimizde de, hepsinin, aynı îmân esâslarını teblîğ etmiş olduklarını, “iyi ferd”, “iyi âile”, “iyi cemiyet” meydâna getirmeyi hedeflemiş olduklarını görüyoruz. Yine bu Peygamberlerden bazılarına gönderilmiş bulunan 100’ü “Suhuf=Sahîfeler, formalar, kitapçıklar”, 4’ü büyük kitap olmak üzere toplam 104 kitâbın hedefinin de, “insân-ı kâmil” meydâna getirmek olduğunu müşâhede ediyoruz.
Burada, bu vesîleyle önemli bir husûsu ifâde etmek gerekir:
Yirmibirinci asırda, yeni nesillere, mâddî ve ma’nevî değerlerimizi, mukaddes dînimiz İslâmiyet’i, şanlı târihimizi, târihî ve ilmî sahsiyetlerimizi, yüksek kültür ve medeniyetimizi doğru bir şekilde, ilmî ve objektif usûllerle öğretmemiz şarttır. Aksi hâlde, günümüzdeki teknolojik gelişmeler sebebiyle yabancı kültürlere açılmış bir gençliğin, benliğini muhâfaza etmesi, ecdâdına saygı duyması, onların yolundan gitmesi çok zordur.
Yine burada münâsebet düşmüşken belirtelim ki, İslâm dîninin, beşeriyeti saâdete, adâlete ve insanlığa eriştirmek için i’lân ettiği yüksek esâslar ve dünyâ nizâmı mefkûresi, pekçok İslâm devleti arasında, Eshâb-ı kirâmdan sonra en ileri derecesine Osmânlı devrinde ulaşmıştır.
Osmânlı devleti zamanında, kıymetli âlimler yetişip, muhteşem ilim ve san’at eserleri inşâ edilmiştir. Herkesçe bilinmektedir ki, Osmânlı sultanları, ilmi ve ilim adamlarını, memleketlere sâhip olmaktan üstün tutmuşlar; kemâl sâhibi ilim erbâbını dâima takdîr edip onlara rağbet göstermişlerdir. Pâdişâhlar, savaşta ve barışta, kânûnların düzenlenmesinde, İslâm dîninin bildirdiği hükümlere sâdık kalmakla yükselip kuvvetlenmişlerdir. İşlerinde âlimlerle istişâre eylemişlerdir. Devlet nizâmlarının hâzırlanıp düzenlenmesini ve teftîşini onlara havâle edip idârî mes’ûliyetlere onları da dâhil etmişlerdir. Bunun için Osmânlı Devletinde ulemâ sınıfı, hürmetli bir mevkıdeydi.
Osmânlı Devleti, kavimler, dînler ve mezhebler arasında sağlam bir âhenk kurmuştu. Osmânlı sultânları, fethettikleri yerleri medrese, zâviye, imâret, dârül-kurrâ ve türbelerle âdetâ kudsîleştirmişler, buralarda yetişen âlimlerle bütün dünyâya İslâmiyeti, insanlığı, ahlâkı, adâleti yaymışlar, asırlarca maddî ve mânevî güç ve emeklerini bu uğurda harcamışlardır.
SEYYİD TÂHÂ-İ HAKKÂRÎ KİMDİR?
Seyyid Tâhâ-i Hakkâri, insanları Hakk’a da’vet eden, onlara doğru yolu gösterip, hakîkî saâdete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i Aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin otuz birincisidir. “Şihâbüddîn”, “İmâdüddîn” ve “Kutbü’l-İrşâd vel-Medâr” lakaplarıyla anılmaktadır.Babası Seyyid Molla Ahmed bin Sâlih Geylânî’dir.
O, “Gavs-ı A’zam” diye anılan Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin onbirinci batından torunu olup aslında şerîflerdendir, ya’nî Peygamber Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) torunu olan Hazret-i Hasan’ın soyundandır; ama “Seyyid Tâhâ-i Hakkârî” diye meşhûr olmuştur. Bilindiği gibi, Hazret-i Hüseyin’in soyundan gelenler “Seyyid”ler, Hazret-i Hasan’ın soyundan gelenler ise “Şerîf”ler diye anılmaktadır.
Seyyid Tâhâ-i Hakkârî, küçük yaşta Kur’ân-ı kerîmi ezberledikten sonra ilim öğrenmeye başlamış, Süleymâniye, Kerkûk, Revandız, Erbîl ve Bağdâd’taki medreselerde ve daha başka birçok medresede zamânının büyük âlimlerinden ders görmüş, dîn ve fen ilimlerini öğrenip icâzet (diploma) almış bulunan, Osmanlılar zamânında Anadolu’da yetişen ulemâ ve evliyânın büyüklerindendir.
Tâhâ-i Hakkârî, tasavvuf ilmini de, Süleymâniye’de, ziyâretine gittiği ve sohbetinde bulunduğu Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’den öğrenip onun huzûrunda kemâle gelmiştir. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin talebelerinin en kıymetlilerindendir. [İnşâallah yarın da ondan bahsetmeye devâm edelim.]