Cuma, Kasım 15, 2024
Gazete Makaleleri

Sevgili Peygamberimizin Teşrifiyle Dünya Nasıl Aydınlandı ?

Fahr-i kâinât efendimiz doğmadan önce, bütün alem, mânevi yönden müthiş bir zulmet (karanlık) içinde idi. İnsanlar hudutsuz derecede azgınlaşmışlar, Allahü tealanın gönderdiği dinler unutulmuş, ilâhî hükümlerin yerini, insan kafasından çıkan fikirler, düşünceler almıştı. Sadece insanlar değil, bütün mahluklar, zalim insanların vahşet ve zulmünden iyice bunalmıştı. Yeryüzünde bulunan bütün milletler, Allahü tealayı unutmuş, huzurun, saâdet ve sevincin kaynağı olan Tevhîd inancı ortadan kalkmıştı. Küfür fırtınası, kalblerden îmanı söküp atmış, insanlar putlara tapmaya başlamışlardı. İsrâiloğulları birbirlerine düşmüş, Hz. Mûsâ aleyhissalamın getirdiği din unutulmuş, Tevrât bozulmuştu. Hz. İsâ aleyhisselamın getirdiği hakiki din de bozularak, din ile hiç bir alakası kalmamıştı. Papazlar istedikleri gibi değiştirdiklerinden, İncil’in aslı kaybolmuş, teslis, yâni üçlü tanrı fikri kabul edilmişti. Böylece her iki kitap da, Allah kelâmı olmaktan çıkmıştı. Mısır’da, bozulmuş Tevrât’ın hükmü, Bizans’da yine değiştirilmiş hıristiyanlık vardı. İran’da ateşe tapılıyor, ateşperestlerin ateşi bin senedir söndürülmüyordu. Çin’de Konfüçyüsizm, Hindistan’da Budizm gibi uydurma dinler hüküm sürüyordu. Arabistan’ın insanları da karanlık içinde idiler. Yeryüzünün merkezi olan mübarek Mekke’de, küfür sel gibi akıyordu. Beytullah’ın içine, lât, uzzâ ve menât gibi yüzlerce put doldurulmuştu. Zulüm son haddine varmış bulunuyor, ahlaksızlık, iftihar vesilesi sayılıyordu. Netice itibariyle o zamanın insanları arasında şefkat, merhamet, iyilik ve adalet gibi güzel hasletler yok olmuş gibiydi.

Bununla birlikte, o zamanda, Allahü tealaya inanan ve putlardan uzak duran, Hazret-i İbrahim’in dinine bağlı “Hanifler” de vardı. Peygamber efendimizin babası Abdullah, dedesi Abdülmuttalib, annesi Âmine ve bazı kimseler, bu din üzere idiler. Haniflerden başka bütün gruplar batıl yolda olup, büyük bir zulmet ve karanlık içinde idiler.

Bunları belirttikten sonra, bir nebze Peygamberimizin doğumunu ele almakta fayda görüyoruz.

PEYGAMBERİMİZİN DOĞUMU

Yedi kat yer, yedi kat gök, kısacası alem, büyük bir hürmet ve sevinç içinde Seyyidü’l-mürselin, Hâtemü’l-enbiyâ, Habib-i Hudâ olan efendisini beklemekte idi. Hicretten 53 sene evvel, Fil vak’asından iki ay kadar sonra, Rebî’ul-evvel ayının onikinci (Pazartesi) gecesi sabaha karşı Mekke’nin Hâşimoğulları mahallesinde, Safâ tepesi yakınında bir evde, Muhammed Mustafa (sallallahü teala aleyhi ve sellem) doğdu. O’nun teşrifiyle âlem, yeniden hayat buldu; karanlıklar dağıldı; bütün alemler aydınlandı.

Peygamber efendimizin doğumu ânında annesine yardım eden Safiyye Hâtun şöyle anlatmıştır: “Muhammed aleyhisselam doğduğu sırada, her tarafı bir nûr kapladı. Doğunca, mübârek başını kaldırıp açık bir dil ile; “Lâ ilâhe illallah, innî resûlullah (yani Allah’tan başka ibadete layık bir ilah yok; ben, Allah’ın Resulüyüm) dedi. O’nu yıkamak istediğimde, “biz onu yıkanmış olarak gönderdik” denildi. Doğduğu zaman göbeği kesilmiş ve sünnet edilmiş görüldü. Doğunca secde etti. Secdede iken hafifce bir şeyler söylüyordu. Mübârek ağzına kulağımı yaklaştırdım; “Ümmetî, ümmetî! (Ümmetim, ümmetim !)” diyordu…”

Dedesi Abdülmuttalib, sevgili Peygamberimiz doğduğu sırada Kâbe’nin yanında, Allahü tealaya yalvarıp duâ ediyordu. Bir çok hâdiselere şâhid oldu. Kendisine, bir torununun dünyaya geldiği müjdesini verdiler. Abdülmuttalib, bu müjdeye çok sevinip Mekke halkına üç gün ziyafet verdi. Ziyafet sırasında; “Çocuğa ne isim koydun ?” diyenlere, “MUHAMMED (aleyhis-selam) ismini verdim” dedi.

Resûl-i ekrem efendimizin doğduğu gece, Kâbe’deki putların hepsi yüz üstü yere kapandı. İran Kisrâsı’nın Medâyin’deki sarayının burçları yıkıldı. Mecûsilerin, yani ateşe tapanların bin (1.000) seneden beri yanan kocaman ateş yığınları âniden sönüverdi. Mukaddes sayılan Sâve gölünün o gece suyu çekilerek kurudu. Şam tarafında, bin yıldan beri kuru bir vâdi olan ve suyu akmayan Semâve nehri vâdisi, dolup taşarak akmaya başladı. Muhammed aleyhisselamın doğduğu geceden itibaren, şeytan ve cinniler artık Kureyş kahinlerine, hadiselerden haber veremez oldular ve kehanet sona erdi.

Her bakımdan insanların en üstünü olan Muhammed aleyhisselam, kendisine peygamberliği bildirilmeden önce de, güzel ahlakı, insanlara görülmemiş bir şekilde iyi davranması, sâkinliği, yumuşaklığı ve diğer üstün halleriyle sevilmiştir. İnsanlar bu hasletleri sebebiyle ona hayran olmuşlardır. Mekke halkı, gördükleri şaşılacak derecedeki doğru sözlülük ve güvenilirlikten dolayı, ona “el-Emîn (kendisine her zaman güvenilir) lakabını verdiler. Böylece gençliğinde bu isimle meşhur oldu.

Sevgili Peygamberimizin gençlik yıllarında, Arablar alabildiğine bir câhiliyetin içine düşmüşlerdi. Puta tapmak, içki, kumar, zina, faiz ve daha bir çok çirkin iş, aralarında yaygınlaşmıştı. Muhammed aleyhisselam onların bu bozuk hallerinden son derece nefret eder ve kötülüklerinden daima uzak dururdu. Bütün Mekke halkı, O’nun bu halini bilir ve hayret ederlerdi. Bu önemli konuya başka makalelerimizde devam etmek istiyoruz. Mesela önümüzdeki hafta inşaallah, “Sevgili Peygamberimizin Peygamberliğinin Başlangıcı” konusunu ele alacağız.