Sevgili Peygamberimiz Kur’ân-ı Kerîmde Nasıl Medholunmuştur?
Burada, kısa bir makâle çerçevesinde O’nu, bütün teferruâtıyla anlatmak elbette ki mümkün değildir. İşin zor bir tarafı daha vardır. Kendisinden bahsedeceğimiz zât, alelâde bir insan değil, çok müstesnâ bir şahsiyettir.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen, kâinâtın baştâcı, ebedî rehberimiz, varlığımızı ve kurtuluşumuzu kendisine borçlu olduğumuz Sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Mustafa (aleyhis-selâm) hakkında konferans vermek, söz söylemek, yazı yazmak, va’z etmek aslında çok zor bir iş. Çünkü bir şâir diyor ki:
“Her vasfı ki, imtiyâzı hâiz,
Târih onu vasfederken âciz.”
Sevgili Peygamberimizin şâirlerinden Hassân b. Sâbit(radıyallahü anh)’in şu sözü ne kadar mânidârdır: “Ben, Muhammed Mustafâ(sallallahü aleyhi ve sellem)’den bahs ederken, O’nu medhediyor değilim; bilakis O’ndan bahsetmek sûretiyle, kendi sözlerimi kıymetlendirmiş oluyorum.”
Gönüller Sultânı Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî‘nin (kuddise sirruh) kelâmı da çok ma’nâlıdır: “Ben, âlemler genişliğinde bir ağız isterim, tâ ki, meleklerin bile gıpta ettiği O zâttan söz edebileyim.”
Burada, Arapça bir şiiri de zikretmeden geçemiyeceğiz. Manâsı şöyledir: “O, beşerden bir beşerdir; fakat taşlar arasındaki yâkût taşı gibidir.”
Bu şiirin diğer bir varyantı ise şu şekildedir: “Muhammedün beşerün ve leyse kel-beşeri, bel hüve yâkûtetün ve’n-nâsü kel-haceri.” [Ma’nâ hemen hemen aynı.]
SEVGİLİ PEYGAMBERİMİZ KUR’ÂN-I KERÎMDE NASIL MEDHOLUNMUŞTUR?
Mübârek ismi “pek çok medhedilmiş, tekrâr-tekrâr övülmüş” manâsına gelen “Muhammed” aleyhisselâm, Allahü teâlânın Habîbi (sevgilisi), yaratılmış bütün insanların ve diğer mahlûkâtın her bakımdan en üstünü, en güzeli, en şereflisi, Allahü teâlânın medhettiği ve bütün insanlara ve cinnîlere Peygamber olarak seçip gönderdiği, son ve en üstün Peygamberdir.
Yüce Rabbimiz buyuruyor ki:
“Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik” [Enbiyâ, 107],
“Biz seni bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik” [Sebe’, 28],
“Senin için bitmeyen, sonsuz mükâfât vardır. Elbette sen büyük bir ahlâk üzeresin” [Kalem, 3-4],
“Rabbin sana [çok ni’met] verecek, sen de râzî olacaksın” [Duhâ, 5],
“Allah ve melekleri, Resûle salât ediyorlar; ey îmân edenler, siz de O’na salât u selâm getirin” [Ahzâb, 56] [Allahü teâlânın salâtı rahmet etmesi, meleklerin salâtı istiğfâr etmeleri, mü’minlerin salâtı da duâ etmeleri ma’nâsındadır.]
“(Ey inananlar!) Andolsun ki, size içinizden [kendinizden] öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız, ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün [üstünüze çokça titriyen], mü’minlere karşı çok şefkatli ve gâyet merhametlidir.
(Ey Habîbim Muhammed!) Eğer yüz çevirirlerse [aldırmazlarsa], onlara de ki: Allah bana yeter. O’ndan başka ilâh yoktur. Ben, sâdece O’na güvenip dayanırım. O, yüce Arş’ın sâhibidir, [O, büyük arşın Rabbi’dir.]“ (Tevbe, 128-129)
Yine Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Peygamber, mü’minlere canlarından evlâdır, ileridir, daha yakındır; [O, mü’minler nazarında kendi nefislerinden, canlarından daha önce gelir; mü’minlerin, Peygamber’i kendi nefislerinden çok sevmeleri gerekir.] O’nun hanımları da onların anneleridir…..” [Ahzâb, 6] gibi âyet-i kerîmelere muhâtap olan Sevgili Peygamberimizin Mevlidi [doğum zamanı], Rebîul-evvel ayının 11. ve 12. günleri arasındaki gecedir.
Resûlullah Efendimiz buyurmuştur ki: “Bir şeyi çok seven, elbette onu çok anar.” [Deylemî] [Resûlullahı seven de, onu çok anar.]
“Peygamberleri anmak, hâtırlamak ibâdettir.” [Deylemî]
“Allahü teâlâ bir kimseye söz ve yazı sanatı ihsan ederse, Resûlullahı övsün, düşmânlarını kötülesin” hadîs-i şerîfine uyularak, asırlardır Mevlid kitapları yazılmış ve okunmuştur.
Peygamber Efendimizin şâirleri, Câmide, Resûlullahı öven ve kâfirleri kahreden şiirler okurlardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), bunlardan Hassân bin Sâbit hazretlerinin şiirlerini çok beğenirdi. Mescid-i Nebevî’ye bu şâir için bir minber bile koydurmuştur. O bu minbere çıkar, Resûlullahı över, düşmânlarını kötülerdi. Resûlullah Efendimiz de: “Hassân’ın sözleri, düşmânlara oktan daha tesîrlidir” buyururdu.
Resûlullah Efendimizi öven çeşitli Mevlid kasîdeleri vardır. Çok meşhûr olan ve Türkiye’de her zaman okunan “Mevlid Kasîdesi”ni Süleyman Çelebi, 15. asırda yazmıştır. Hazret-i Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, “Mevlid okunan yerden belâlar gider” buyurmuştur.
Bu kasîdenin asr-ı saâdetten sonra yazılmış olması, onun bid’at olmasını gerektirmez. Çünkü Resûlullah’ı övmek ibâdettir. Her zaman O’nu övücü kasîdeler, yazılar yazılabilir. Onları da okumak bid’at değil, sevâp olur. Mevlid-i şerîf okumak, şiir olarak Resûlullahın dünyâya gelişini, mi’râcını ve hayâtını anlatmak, O’nu hatırlamak, O’nu övmek demektir.
Her mü’minin Resûlullahı çok sevmesi gerekir. [Bu da zâten îmânının gereğidir. Çok sevmek, kâmil mü’min olmanın da alâmetidir.] Bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
“Beni ana-babasından, evlâdından ve herkesten daha çok sevmeyen, [kâmil] mü’min olamaz.” [Buhârî ve Müslim]
[Cenâb-ı Hak, hepimizi onun yüksek şefâatine nâil eylesin ve Cennet’te onunla beraber olmamızı nasip buyursun.]
PEYGAMBERİMİZİN YETÎM OLARAK DOĞUŞU VE DİĞER GELİŞMELER: “ÇOK MUHTASAR OLARAK TERCEME-İ HÂLİ” (YA’NÎ KISA BİYOGRAFİSİ)
Dünyâ târihinin çok önemli dönüm noktalarından, kilometre taşlarından biri, şüphesiz ki “İki Cihân Güneşi Hazret-i Muhammed (Aleyhisselâm)”ın dünyâyı teşrîfleridir. Ya’nî “Câhiliye Devri”nden “Asr-ı Saâdet” nasıl meydâna gelmiştir?Bunu inşâallah bundan sonraki bir-iki makâlemizde ele almayı arzû ediyoruz.
Mübârek ismi “tekrâr-tekrâr medhedilmiş, pek çok övülmüş” ma’nâsına gelen “Muhammed”tir. Ahmed, Mahmûd, Mustafâ gibi başka mübârek isimleri de vardır.
Muhammed aleyhisselâm, Allahü teâlânın Habîbi (mahbûbu, sevgilisi, ya’nî en çok sevdiği zât), yaratılmış bütün insanların ve diğer mahlûkâtın her bakımdan en üstünü, en güzeli, en şereflisi, Allahü teâlânın medhettiği ve bütün insanlara ve cinnîlere Peygamber olarak seçip gönderdiği, son ve en üstün Peygamberdir. Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olup her şey O’nun hürmetine yaratılmıştır.
Hicretten 53 sene önce Rebîul-evvel ayının onikisinde Pazartesi gecesi, sabâha karşı Mekke-i Mükerreme’de doğdu. Târihçiler, o günün, mîlâdî sene ile 571 senesinin 20 Nisan’ına rastladığını bildirmişlerdir.
Doğmadan bir kaç ay önce babası, altı yaşında iken de annesi vefât etti. Peygamber Efendimize “Dürr-i Yetîm” (Kâinât sedefinde bulunan tek, büyük ve en kıymetli inci) lakabı verilmiştir. Sekiz yaşına kadar dedesi Abdülmuttalib’in, onun ölümü üzerine ise amcası Ebû Tâlib’in yanında kaldı.
Yirmi beş yaşında Hadîcetü’l-Kübrâ vâlidemiz ile evlendi. Bu hanımından doğan ilk oğlunun adı Kâsım idi. Arablarda künye ile anılmak âdet olduğundan, Peygamberimize de “Ebü’l-Kâsım” yâni “Kâsım’ın Babası” denildi.
Kırk yaşında, bütün insanlara ve cinnîlere, Peygamber olduğu, Allahü teâlâ tarafından bildirildi.
Üç sene sonra, herkesi alenî olarak îmâna da’vet etmeye başladı.
Elli iki yaşında iken isrâ ve mi’râc mu’cizesi vukû buldu.
Mîlâdî 622 yılında 53 yaşında Mekke’den Medîne’ye hicret etti.
Bizzât kendisi iştirâk ederek ve Başkumandân olarak yirmiyedi kerre muhârebe yaptı. Ayrıca birçok yere pekçok seriyye gönderdi.
632 (H.11) senesinde yine Rebîul-evvel ayının onikisinde Pazartesi günü öğleden evvel, Medîne’deki Mescid-i Nebî’nin bitişiğindeki, zevcelerinden Hazret-i Âişe’nin (radıyallahü anhâ) odasında 63 yaşında vefât etti. Vefât ettiği yere defnedildi.