“Ramazân Bayramı”nın Ardından Birkaç Kelime
Bu makâlemizde, yakında uğurladığımız “Ramazân Bayramı” münâsebetiyle, bir nebze, “Bayramların Ma’nâ ve Önemi” üzerinde durmak istiyoruz:
Bilindiği üzere, bazı mekânlar emsâline göre daha mukaddes, bazı insanlar akrânına nisbetle daha muhterem olduğu gibi, bazı zamanlar da benzerlerine nazaran çok daha kudsî, mukaddes ve mübârektir.
Mübârek Receb ve Şa’bân ayları ve içerisindeki mübârek kandiller (Reğâib, Mi’râc ve Berât geceleri) ile 01 Ağustos Pazartesi günü idrâkiyle şereflendiğimiz Ramazân-ı şerîf ayı, çabucak, âdetâ göz açıp kapayıncaya kadar gelip geçiverdi. [Cenâb-ı Hak, hepimize, nice mübârek üç aylara, nice Ramazân Bayramlarına kavuşmayı, böyle mübârek gün ve gecelerin feyiz ve bereketlerinden lâyıkı vechile istifâde etmeyi nasip buyursun.]
İSLÂMİYETTEN ÖNCEKİ BAYRAMLAR
Bilindiği üzere, çok eskilerden beri her kavim, yılın ba’zı günlerine önem vermiş, bunu çeşitli şekillerde kutlamıştır. Dînî ve millî bakımdan önemi olan, milletçe her sene kutlanan bu günlere, çeşitli isimler verilmiştir.
İslâmiyetten önce Türk kavimler ve devletler de, kendi inanç, örf ve âdetlerine göre belli günleri, kendileri için kutsal kabûl etmişler ve bu günleri çeşitli merâsimlerle kutlamışlardır.
“Dede Korkut Hikâyeleri”nde belirtildiği üzere, “Hân”ların başa geçmelerini, doğum ve zaferlerini kutlamak için toplandıkları, şölenler tertip ettikleri, ölümleri için yuğ, ya’nî yas merâsimi yaptıkları bilinmektedir.
Türkler müslümân olunca, bu eski âdetlerini terk ettiler.
İSLÂMİYETTEN SONRAKİ BAYRAM KUTLAMALARI
İslâmiyette bayram günleri, Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanından beri, husûsî bir şekilde kutlanagelmiştir. Bütün İslâm devletlerinde de bugüne kadar kutlanarak gelmiştir.
İslâmiyetten sonra “bayram” ma’nâsına gelen “îd” ta’bîri kullanılmıştır. Her yıl müslümânların sevinçli, neş’eli günleri tekrâr geldiği, sürûrları avdet ettiği için, böyle sevinçli günlere “Iyd = Îd”, ya’nî “Bayram” denilmiştir.
Şevval ayının birinci günü “îd-i fıtır” yâni Ramazan bayramının birinci günü, 10 Zilhicce de “îd-i adhâ” ya’nî kurbân bayramının 1. günüdür.
Peygamber Efendimiz buyurdu ki: “Kim, bayram gecesini, o günün şuûruna ererek ihyâ ederse, kalblerin öldüğü gün onun kalbi ölmez.”
Bayram gecesini ihyâ edenlerin büyük saâdete kavuşacakları bildirilmiştir. Hadîs-i şerîfte rahmet kapılarının dört gece açıldığı, bu gecelerde yapılan duâ ve tevbelerin reddedilmediği bildirilmiştir. Bu gecelerden birisi de Ramazân bayramı gecesidir.
Ömer bin Abdilazîz (r.a.) hazretleri buyurdu ki:
“Senede dört geceye dikkat edip, ibâdetle geçirmek lâzımdır. Allahü teâlâ, o gecelerde rahmetini saçar. Bu geceler, Recebin ilk Cuma gecesi [Regâib gecesi], Şa’bânın onbeşinci gecesi [Berât gecesi], Ramazânın yirmiyedinci gecesi [Kadir gecesi] ve Ramazân Bayramı gecesidir.”
Hazret-i Ali (radıyallahü anh), yılda dört geceyi tamâmen ibâdetle geçirirdi. Bu geceler, Receb-i şerîfin ilk gecesi, Ramazân bayramı ve Kurbân bayramı geceleri ve Şa’bân-ı şerîfin onbeşinci gecesidir.
OSMANLI DEVLETİNDE BAYRAM MERÂSİMİ
Osmanlı Devletinde, gerek Ramazân bayramında, gerekse Kurbân bayramında şöyle bir merâsim yapılırdı:
Pâdişâh, bayram sabâhı ba’zan Hırka-i Şerîf dâiresinde ve ba’zan da Saray mescidinde sabah namazını cemâ’atle kılar ve sonra hâs odaya gelirdi. Bundan sonra Bayram namazına gidiş hâzırlıkları başlardı. Pâdişâh, tahtına gelip oturmadan önce, akrabâ ve yakınlarına hil’atlar giydirilip tahtın sol tarafında bekletilirdi. Bunların arkasında devlet erkânı, rütbelerine göre dururlardı.
Pâdişâh, bayram namazı için kalktığında Sadrâzam sağında ve Bâbüssaâde ağası solunda olduğu hâlde büyük bir alayla yola çıkılırdı. Bayram namazı genellikle Sultan Ahmet ve ba’zan da Ayasofya Câmiinde kılınırdı.
Bayram namazından sonra Sadrazâm, Vezirler ve diğerleri dışarı çıkıp Pâdişâhı beklerler ve sonra alayla Kubbe-i Hümâyûn’a kadar gelirlerdi. Burada bayramlaşma merâsimini “Bâbıâlî Teşrîfât Kalemi” idâre ederdi. Herkes yerini aldıktan sonra, Pâdişâh, “Aleyke avnullah” ve “Mağrûr olma pâdişâhım, senden büyük Allah var” sesleri arasında tahta oturur ve bu esnâda “Mehterân Bölüğü” tarafından “Hünkâr Marşı” çalınırdı. Bu merâsim, son zamanlarda umûmiyetle “Dolmabahçe Sarayı Muâyede (Bayramlaşma) Salonu”nda yapılırdı.
NİÇİN BAYRAM DENİLMİŞTİR?
İmâm-ı Gazâlî hazretleri, bayram denilmesinin sebeplerini şöyle açıklamaktadır:
“1- Mü’minler, Allahü teâlânın farz kıldığı Ramazân orucunu tutabildikleri için, Ramazan Bayramında çok sevinirler, bunu bayram kabûl ederler.
2- Bayramlar her sene tekrâr geliyor. Bu sevinçli gün tekrârlandığı için bayram denilmiştir. [Zâten bayram ma’nâsına gelen “îd” kelimesi de “avdet” kökünden gelmektedir.]
3- Bayramda Allahın ihsânı bol oluyor. Bol bol ihsâna kavuşulduğu için bayram denilmiştir.
4- Bayram günü gelince sevinç ve neş’e de geliyor. Üzüntüler unutuluyor. Bunun için bayram denilmiştir.”
Hazret-i Ali Efendimiz, bir kalabalığı eğlence içinde görüp, böyle eğlenip neş’elenmelerinin sebebini sorduğunda onlar, “Bugün bayramımızdır” dediler. Bunun üzerine Hazret-i Ali (r.a.) de; “Günâh işlemediğimiz günler de bizim bayramımızdır” buyurdu.
Yine müslümânın, rûhunu teslîm edeceği (vefât edeceği) zaman rahmet meleklerini, Cennetteki ni’metleri görünce, onları görmenin zevkıyle gülerek cân verme vaktinin de müslümânın bayramı olduğu bildirilmiştir.
Ayrıca İslâm büyükleri, bir müslümânın, Allahü teâlânın emirlerine uyup, yasaklarından sakınarak, günâh işlemeden, harâm lokma yemeden geçirdiği günleri de bayram kabûl etmişlerdir.
Kâdıl-kudât Muhammed bin Kutbiddîn İznîkî, “Miftâhu’l-Cenne = Cennetin Anahtarı” isimli kitâbında buyuruyor ki: “Cümle mü’minlerin bayramı beş nev’dir:
1. odur ki, bir mü’minin sol yanındaki melek, kötü amel olarak yazmağa bir şey bulamazsa.
2. Sekerâtü’l-mevtde, müjdeci melekler gelip, merhabâ yâ mü’min! Sen Cennetliksin diyerek müjde ederlerse.
3. Kabre vardıkda, kabrini Cennet bağçelerinden bir bağçe bulursa.
4. Kıyâmet gününde, Arşü’r-Rahmân’ın altında, Enbiyâ ve Evliyâ ve Ulemâ ve Sulehâ ile birlikde gölgelenir ise.
5. Kıldan ince ve kılıçdan keskin ve gecenin karanlığından dahâ karanlık, bin yıl iniş ve bin yıl yokuş ve bin yıl düz olan Sırât Köprüsü üzerinde, yedi yerde olan süâle cevâb verir geçerse. Eğer veremezse, her birinde, bin yıl azâb olunsa gerekdir.
O yedi süâl: Evvelki, îmândan. İkinci, namâzdan. Üçüncü, orucdan. Dördüncü, hacdan. Beşinci, zekâtdan. Altıncı, kul hakkından. Yedinci, gusülden ve istincâdan ve abdestden.”
BAYRAMLA İLGİLİ BAZI MÜJDELER
Bu sene 29 gün çeken Mübârek Ramazân ayı çabucak gelip-geçiverdi. Ramazân-ı şerîf ayının son günü ile bayramın birinci günü arasındaki geceye “Fıtır (Ramazan) Bayramı gecesi” denilir. Peygamber Efendimiz; “Ramazanın son günü Allahü teâlâ, oruç tutanları affeder” buyurunca, Eshâb-ı kirâm, “Yâ Resûlallah, o gün Kadir Gecesi mi?” diye suâl ettiler. Peygamber Efendimiz buyurdu ki:
“Bilmez misiniz ki, iş yapana, işi bitirince ücreti verilir.”
Bayram günü sabah namazı vakti olduğu zaman [malûm olduğu üzere, bu Ramazân bayramında, bayram namazını Salı sabâhı kıldık], Allahü teâlâ meleklere emreder. Onlar yeryüzüne inerler. Sokak başlarını tutarlar. İnsanlar ve cinnîlerden başka bütün mahlûkâtın duyacağı bir sesle nidâ ederler. Derler ki:
-Ey ümmet-i Muhammed, kalkın! Rabbiniz büyük ihsânlarda bulunuyor, çok günâhlar affediyor.
Mü’minler, bayram namazı kılmak üzere câmilere ve mescidlere toplandıkları zaman, Allahü teâlâ meleklere hitâp eder:
-İşçi çalışınca karşılığı nedir?
Melekler derler ki:
-Ücretinin ödenmesidir!
Şânı yüce olan Allah buyurur ki:
-Sizi şâhit tutuyorum. Ben onlara sevâb olarak rızâmı ve mağfiretimi verdim.
Bir hadîs-i şerîfte de buyuruldu ki:
“Bayram sabâhı müslümânlar, namaz için câmilerde toplanınca, Allahü teâlâ, meleklere; “İşini yapıp ikmâl edenin karşılığı nedir?” diye sorar.
Melekler de; “Ücretini vermektir” derler.
Allahü teâlâ da; “Siz şâhit olun ki, Ramazân’daki oruçların ve namazların karşılığı olarak kullarıma kendi rızâmı ve mağfiretimi verdim. Ey kullarım, bugün benden isteyin, izzet ve celâlim hakkı için istediklerinizi veririm” buyurur.”
Bu mükâfatları bilen bir müslüman nasıl sevinmez ve bayram etmez ki? Bayram günleri sevinmek, neş’elenmek gerekir. Tabîî ki Ramazân ayı gittiği için değil, Ramazân ayında tuttuğumuz oruçlar sebebiyle günâhlarımız affolduğu için, büyük sevâp ve ni’mete kavuştuğumuz için bayram yapıyoruz. Böylece, müslümanların bir arada sevinme ve kaynaşma günleri olan bayramlarla, İslâm toplumunun kültür mîrâsı olan güzel örf, âdet ve gelenekler nesilden nesile aktarılmış olur.
Yüce Peygamberimiz buyuruyor ki:
“Ramazan Bayramı günü melekler yolların kenarında durarak bayram namazına gidenlere şu müjdeyi verirler:
Ey mü’minler topluluğu, size mükâfatlar, hayırlar ve bol bol ni’metler verecek olan kerem ve ihsân sahibi Rabbinizden isteyiniz. Zîrâ O, size geceleri ihyâ etmenizi emretti, siz yaptınız. O size gündüz oruç tutmanızı emretti, siz tuttunuz. O size Rabbinize itâat etmenizi emretti, siz de itâat ettiniz. Öyle ise bahşişinizi, mükâfâtınızı alınız. Namazdan sonra bir melek de şöyle nidâ eder: Biliniz ki ey mü’minler bugün şüphesiz mükâfât günüdür, günâhlardan kurtuluş günüdür ve ayıplardan temizlenme günüdür.”
DÎNİMİZE GÖRE, BAYRAM İKİDİR
Dînimize göre, bayram ikidir. Birincisi, Arabî aylardan Şevvâl ayının birinci günü “Ramazân bayramı”; ikincisi, Zilhicce ayının onuncu günü “Kurbân bayramı”dır. Ramazan bayramı, üç gün, Kurban bayramı ise dört gündür.
Allahü teâlâ, Cenneti Ramazan Bayramı günü yarattı. Tûbâ ağacını o gün dikti. Cebrâil aleyhisselâmı o gün vahiy elçiliğine seçti.
Peygamber Efendimiz Medîne’ye hicret edince, Medînelilerin Câhiliye âdetlerinden kalma bayramları kutladıklarını gördü ve onları îkâz etti; “Allahü teâlâ, size onlardan daha hayırlı iki bayram (Ramazân ve Kurbân Bayramı) ihsân etti” buyurdu.
Müslümânlar bayram günlerine ayrı bir önem verirler. Zîrâ bu günler, rahmet kapılarının açıldığı, günâhların affedildiği, birlik ve berâberlik duygularının pekiştirildiği, yoksulların sevindirildiği günler olması bakımından sevinç ve neş’e kaynağıdır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Rahmet kapıları dört gece açılır. O gecelerde yapılan duâ, tövbe reddolmaz. Fıtr (yanî Ramazân) ve Kurbân bayramının birinci geceleri, Şa’bân ayının on beşinci (Berât) gecesi ve Arefe gecesi [Zilhicce’nin 9. Gecesi].”
[Kadir gecesi, birçok hadîs-i şerîfte bildirildiği için, burada da bildirilmeğe lüzûm görülmemiştir. Meselâ diğer bir hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Allah, Kadir gecesini, ümmetime hediye etmiş, ondan önce kimselere vermemiştir.”][Deylemî]
BİR ÖKSÜZÜN BAYRAM SEVİNCİ
Bayram günü, karşılaştığı mü’minlere güler yüzle selâm vermek, fakîrlere çok sadaka vermek, İslâmiyete doğru olarak hizmet edenlere yardım etmek, dargınları barıştırmak, akrabâyı, dîn kardeşlerini ziyâret etmek, onlara hediye götürmek sünnettir.
Bayram günü, akrabâyı, dostları ziyâret etmeli, bayramlarını tebrîk etmelidir. Çocuklar sevindirilmelidir. Bilhassa, yetîm, kimsesiz çocuklar, aranıp bulunmalı, bayram sevincinden mahrûm bırakılmamalıdır.
Bir bayram günü, Peygamber Efendimiz evinden çıkmış, Mescid’e gidiyordu. Yolda bayram sevinci içinde oynayan çocuklara rastladı.
Hepsi bayramlık yeni elbiseler giymiş, sevinç içinde sağa sola koşuyorlardı. İçlerinde zayıf ve çelimsiz bir çocuk vardı. Eski ve yırtık elbiseleri içinde melûl ve mahzûn vaziyette bir kenara çekilmiş, neş’e ve sevinç içinde oynayan çocuklara bakıyordu.
Peygamber Efendimiz bu çocuğa buyurdu ki:
– Yavrum, niye arkadaşlarınla gülüp oynamıyorsun da bir kenara çekilmiş böyle duruyorsun?
Çocuk, Peygamber Efendimizi tanıyamamıştı. Dedi ki:
– Ben hem öksüzüm, hem de yetîmim. Babam, şehîd oldu. Annem başka biriyle evlendi.
Peygamber efendimiz çocuğun şefkatle elinden tuttu. Sevgiyle saçlarını okşadı.
– Yavrum, Hazret-i Peygamberin baban, hanımı Âişe’nin annen, torunları Hasan ile Hüseyin’in de kardeşlerin olmasını ister misin?
Yetîm yavru, karşısındaki şefkat dolu, nûr yüzlü insanın Peygamber Efendimiz olduğunu anlayınca sevinçle dedi ki:
– Yâ Resûlallah, nasıl istemem?
Efendimiz, çocuğun elinden tutarak evine götürdü. Yedirip, içirip, yeni elbiseler giydirdi. Çocuklar onu tanıyıp etrafına toplandılar. Durumundaki değişikliği görüp sordular:
– Nedir sendeki bu hâl?
Yetîm çocuk, başından geçenleri anlattı. Diğer çocuklar, bu yetîm yavrunun, Hazret-i Peygamber tarafından evlâtlığa alındığını duyunca: “Keşke bizim babalarımız da, o savaşta şehîd düşselerdi de bizi de Peygamber Efendimiz evlâtlığa alsaydı” dediler.
BAYRAM GÜNLERİNDE NİÇİN SEVİNİLİR?
Şüphesiz ki bayram günleri, dînî ve millî bakımdan çok önemli olan, milletçe hep birlikte sevinç ve huzûr içerisinde kutladığımız günlerdir. Bayramların öncesindeki mübârek gün ve gecelerde günâhlar affedildiği için, müslümânlar bu zamanlarda sevinçli ve neş’eli olurlar.
Bugüne kadar, bütün İslâm devletlerinde, müslümânların birbirleriyle kaynaştıkları, küs olanların barıştıkları, fakîr-fukarâ, garîp-gurabâ ve yetîmlerin sevindirildikleri, akrabâ ve tanıdıkların ziyâret edildiği bayram günleri, özel bir sûretle kutlanarak gelmiştir.
Bayram günlerinde herkes, temiz giyinir; Allahü teâlânın ni’metlerini, üzerinde izhâr eder. Çocuklara yeni elbiseler alınır. Fakîr, öksüz ve yetîmler sevindirilir. Ekseriyâ, Bayram namazından sonra kabirler ziyâret edilir, geçmişlerin, akrabâ ve dîn büyüklerinin rûhları için Kur’ân-ı kerîm okunur, duâlar edilir ve sadakalar verilir. Daha sonra da, âile büyükleri, dost, akrabâ, arkadaş ve tanıdıklar ziyâret edilir. Çocuklar babalarının ve âile büyüklerinin, gençler de yaşlıların ellerini öperler. İslâmiyetin izin verdiği ölçüler içinde neş’elenilir ve lâtîfeler yapılır.
BAYRAMLARIN CEMİYET HAYÂTIMIZDAKİ ÖZEL YERLERİ
Bayramların cemiyet hayâtımızda çok özel yerleri vardır. Şöyle ki: Bayram öncesinde insanlara bir aktivite gelir; yiyecek, giyecek ve temizlik konularında hâzırlıklar yapılır. Bayram günlerinde herkes, temiz giyinir. Çocuklara yeni elbiseler alınır. Fakîr, öksüz ve yetîmler sevindirilir. Bayram namazından sonra, kabirler ziyâret edilir; geçmişlerin, akrabâ ve dîn büyüklerinin rûhları için Kur’ân-ı kerîm okunur, duâlar edilir ve sadakalar verilir. Daha sonra da, âile büyükleri, dost, akrabâ, arkadaş ve tanıdıklar ziyâret edilir.
Bir cümle hâlinde, özet olarak ifâde etmek gerekirse, Bayram günleri, günâhların affedildiği, kırgınlık ve dargınlıkların giderildiği, barışın sağlandığı, birlik ve berâberlik duygularının pekiştirildiği, yoksulların sevindirildiği, ictimâî tesânüdün (toplumsal dayanışmanın) sağlandığı günlerdir.
Bilindiği üzere, çocuklar, gençler, olgunlar ve yaşlılar grup grup câmilere doluşurlar, büyük bir huşû içerisinde namazlarını edâ ederler.
Bayram namazından sonra bütün müslümânlar birbirlerinin bayramlarını tebrîk ederler, daha sonra âile büyükleri, eş-dost, akrabâ ve komşuları ziyâret ederek, büyüklerin ellerini öpüp duâlarını alırlar. Bayramlar sevgi ve saygının artmasına vesîle olur.
Bayramlarımızdaki güzel âdetlerimizden biri de, yetîmler, fakîrler, garîpler ve çocukların sevindirilmesi, yardıma muhtâç kimselere yardım ellerinin uzatılması, ictimâî yardımlaşma ve dayanışmanın tezâhür etmesidir.
Dînî bayramlar, milletimizin birlik ve berâberliğine ve dargınların, küskünlerin barışmasına vesîle olduğu gibi, ölülerimizin bile sevinmelerine sebep olmaktadır. Çünkü kabirler ziyâret edilmekte, rûhlarına Fâtiha, İhlâs, diğer sûre ve duâlar gönderilmektedir.
Bütün dünyâda dîn ve diyânetlerini, ırz ve nâmûslarını, vatan ve memleketlerini, cân ve mâllarını müdâfaa ederken şehîd düşen, bayrama yetişemeyen müslümânlar da unutulmamakta, onlar için de Kur’ân-ı kerîm okunup rûhlarına gönderilmektedir.
Bizler, onbir ayın sultânı olan Ramazân ayını bir ganîmet bilip, bu fırsatı iyi bir şekilde değerlendirmeye çalıştık. Güzel vatanımıza, asîl milletimize elimizden geldiği kadar hizmet etmeye gayret ettik. Milletimizin birliği, vatanımızın dirliği, İslâm âleminin huzûr ve sükûnu ve bütün insanlığın da hidâyeti için duâlar ettik.
“Ramazân” kelimesi “yanmak” demektir. Çünkü bu ayda oruç tutan ve tövbe eden müslümânların günâhları yanar, yok olur. Bundan dolayı da müslümânlar bayram yaparlar. Her yıl Ramazân ayında müslümânlar, günâhları affedildiği için sevinirler.
[Allahü teâlâ, necîp milletimizin ve bütün müslümânların sıhhat ve âfiyet içerisinde nice bayramlara kavuşmasını nasîp buyursun.]
BAYRAMIN ARDINDAN BİRKAÇ KELİME
Bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Bir kimse, Ramazân ayında oruç tutmağı farz (ya’nî vazîfe) bilir ve orucun sevâbını, Allahü teâlâdan beklerse, geçmiş günâhları afv olur.” [Sahîh-i Buhârî]
Oruç, kişi irâdesini iyiye ve güzele yönlendirme noktasında insana çok ciddî destek ve katkılar sağlar. İnsan; çirkinlikler ve olumsuzluklar bir yana, günlük hayâtın normal seyri içinde, kendisi için helâl ve meşrû olan pek çok iş ve davranışları bile, geçici bir zaman için bile olsa kısıtlama veya tamâmen terkedebilme karârlılığını gösterir.
Zâten Ramazân sonunda büyük sevinç ve mutluluk sahnesi oluşturan Bayramın ifâde ettiği hikmetli ma’nâ, nefse karşı yürütülen akılcı ve karârlı mücâdelenin zaferle sonuçlanmış olmasıyla çok yakından ilgilidir.
Ramazân-ı şerîfte tutulan oruç, şâyet hâlis bir niyetle tamâmlanırsa, ona verilecek ma’nevî ecir ve sevâba, insanlarca bir ölçü ve sınır konulmasına imkân yoktur. Çünkü Cenâb-ı Hak, “Oruç sırf benim için edâ edilen bir ibâdettir, onun mükâfâtını da ancak ben takdîr ederim” buyurmuştur.
Oruçlu kişi, orucunun feyiz ve bereketine kavuşabilmek için, kaynağını şeytândan alan, nefsin bencil ve mağrûr tutkularıyla kabaran öfke ve asabiyet hâlini mutlakâ terketmek zorundadır. Ramazan orucuyla bu imtihândan yüz akıyla çıkanlar, öfkelerini yenerek ne kadar güçlü bir irâdeye sâhip olduklarını gösterirlerse, “Bayram”ı gerçek anlamda hak etmiş olurlar.
Ramazân ayı boyunca insan, aslında ferdî ve sosyal olgunluğa erişmek için çok ciddî ve zor bir imtihândan geçer. Nefsinin zaaf ve tutkularıyla oldukça çetin bir mücâdele içine girer.Netîce olarak ifâde edelim ki: Ramazân ayında faydalı ve güzel işleri yapmakta çok farklı bir şevk ve heyecân duymaya başlayan insan, yavaş yavaş kötülüklerden nefret etmeye başlar. Önemli olan Ramazândan sonra da aynı alışkanlıkları sürdürmek ve bunları kalıcı hâle getirmeye çalışmaktır.