Pazar, Nisan 20, 2025
Makaleler

Peygamberler, İyi Âileler Teşkîli İçin Uğraşmışlardır

Peygamberler tarihini incelediğimizde, hepsinin gâyelerinin, yüksek ahlâklı iyi insanlar, iyi âileler ve iyi cemiyetler meydâna getirmek olduğunu görüyoruz. Zâten bizim dînimizde, târihimizde, kültür ve medeniyetimizde eğitimden maksat da “iyi insan”, orijinal ismiyle söylemek gerekirse, “insân-ı kâmil” meydâna getirmektir.

Bütün Peygamberler ve onların vârisleri olan İslâm âlimleri ve Evliyâ-yı kirâm, hep gıdâ gibi, bütün insanlara lâzım olan fertler, âileler ve cemiyetler teşkil etmek için uğraşmışlardır.

Burada hemen, büyük İslâm âlimi İmâm-ı Gazâlî‘nin bir sözünü hâtırlıyoruz. Buyuruyor ki: “İnsanlar üç gruptur. Birinci grup gıdâ gibidir, herkese her zaman lâzımdır. İkinci grup devâ (ilaç) gibidir, bazı insanlara bazen lâzım olur. Üçüncü grup ise illet (maraz, dert, hastalık) gibidir, herkes ondan kaçar, ama o, insanlara bulaşır.”

HAYIRLI BİR ÜMMET MEYDÂNA GELMESİ

Son Peygamber olan Sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed’in (sallallahü aleyhi ve sellem), 150 bin mübârek insan, güzîde sahâbe, “hayırlı bir ümmet” meydâna getirmesi, onların da 40-50 sene gibi çok kısa bir zaman zarfında ve gâyet mahdût imkânlarla Endülüs’ten Çin’e kadar olan geniş coğrafî bölgeleri fethedip oralara ilim, irfân, ahlâk, fazilet, medeniyet, adâlet, hakkâniyet, insan hakları, nûr ve hidâyet götürmeleri konusu ciddiyetle incelenmesi gereken bir konudur.

Aslında, Hazret-i Âdem’den i’tibâren gelmiş-geçmiş bulunan 6 Ülü’l-azim Peygamber, 313 Resûl, 124 binden ziyâde Nebî’nin eğitimdeki hedefleri aynıdır. 100’ü “Suhuf”, 4’ü büyük “Kitap” olmak üzere, bu Peygamberlerden bazılarına gönderilen 104 kitaptaki hedef de, altını çizerek ifâde edelim ki, insanların dünyâda huzûr ve sükûn içerisinde yaşamaları, âhirette de ebedî saâdete kavuşmalarıdır.

Ma’lûmdur ki hayırlı işlerin birincisi ve en önemlisi, çoluk-çocuğuna dînini, ya’nî İslâmiyet’i öğretmektir. Her müslümânın bu birinci görevi hemen yapması, yarınlara bırakmaması gerekir. İslâmiyet, ahlâk ve ilme en büyük kıymeti verip, câhilliği ve ahlâksızlığı reddeder. Onun için her anne ve baba, çocuğuna ilmî, ahlâkî, millî ve dînî görevlerini öğretmelidir. Öğretmezlerse, âhirette mes’ûl olurlar. Çünkü her çocuk sevmeyi, sevilmeyi, saygıyı burada öğrenir. Disiplin ve düzenli hayâta burada alışır.

Çocuklar küçük olsun, büyük olsun anne ve babalarına itâat ve hürmette kusûr etmemelidirler. Hayâtın çeşitli zorlukları içinde onları büyütüp, her sıkıntıya katlanan anne ve babalar, her bakımdan hürmet ve itâate lâyıktırlar. Kur’ân-ı kerîmde meâlen; “Allahü teâlâya ibâdet ediniz” buyurulduktan sonra, “Anne-babaya iyilik ediniz” (Bakara sûresi, 83) diye emredilmiştir. Yine onlara “Öf!” demek bile yasaklanmıştır. (İsrâ sûresi, 23)

GAYR-İ MEŞRÛ İLİŞKİ “ZİN”DIR

“Aralarında bir nikâh bağı bulunmayan mükellef ya’nî cezâî ehliyete sâhip bir erkekle bir kadın arasındaki gayr-i meşrû ilişki”ye “Zinâ” denir.

“Zinâ”, aslında “dînen ve kânûnen cezâyı gerektiren, meşrû olmayan cinsî münâsebet”tir.

Konunun birazcık hukûkî, kânûnî ve dînî yönü üzerinde duralım:

Eski “Türk Cezâ Kânunu”nda, önceden “zinâ” fiili suç teşkîl etmekte idi. “Zinâ”ya verilen cezâ, altı aydan üç seneye kadar hapisti.

Eski “Cezâ Kânûnu”nun 440. maddesine göre: “Zinâ eden kadın hakkında, altı aydan üç seneye kadar hapis cezâsı tertip olunur. Karının evli olduğunu bilerek bu fiilde ortak olan kimse hakkında da aynı cezâ hükmolunur” deniliyordu.

441. maddede: “Karısı ile birlikte ikâmet etmekte olduğu evde yâhut herkesçe bilinecek sûrette başka yerde karı-koca gibi geçinmek için başkası ile evli olmayan bir kadını tutmakta olan koca hakkında, altı aydan üç seneye kadar hapis cezâsı hükmolunur. Erkeğin evli olduğunu bilerek bu fiilde şerîk (ortak) olan kadın hakkında da aynı cezâ verilir” hükmü vardı.

“Cezâ Kânûnu”nun 416’ncı maddesinin son fıkrası hükmüne göre; “Reşit olmayan bir kimse ile rızâsı ile cinsî münâsebette bulunanlar, fiil daha ağır cezâyı gerektirmediği taktirde, altı aydan üç seneye kadar hapis cezâsı ile cezâlandırılır” denilmekteydi.

1.3.1926 tarih ve 765 sayılı Türk Cezâ Kânûnu, 13/11/2005 tarih ve 25642 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 04/11/2004 tarih ve 5252 sayılı Kanunun 12. maddesi ile, 1 Haziran 2005 tarihi itibâriyle tüm ek değişiklikleriyle birlikte yürürlükten kaldırılmıştır.

Anayasa Mahkemesi, Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle zinâyı düzenleyen TCK 440, 441, 442, 443 ve 444. maddeleri 1996-1998-1999 yıllarında iptâl etti.

Eski Cezâ Kânûnu’nda, “Erkeğin zinâsı”nı düzenleyen 441. madde Anayasa’nın 10. maddesine yani “kanun önünde eşitlik” ilkesine aykırı bulunarak, 27.12.1997’de iptâl edildi. “Kadının zinâsı”nı düzenleyen TCK 440. madde de 23.06.1998 itibâriyle iptâl edildi. Böylece zinâ, cezâ gerektiren bir suç olmaktan çıkarıldı. Artık zinâ, sâdece Medenî Kânûn’a göre boşanma sebepleri arasında yer alan bir fiil olmuştur.

Medenî Kânûn’a göre kadın ve erkek için boşanma nedenleri farklılık göstermez, her iki taraf için de aynıdır. Medenî Kânûn’da boşanma nedenleri 5 madde olarak sıralanmıştır, 1. madde zinâdır. [Medenî Kânûn’da Boşanma sebepleri: I. Zinâ: MADDE-161]

Muhakkak sûrette zinâyı, fuhşu, gayr-i meşrû münâsebetleri önleyici bazı hukûkî tedbîrlerin de alınması lâzımdır diyerek bugünkü makâlemizi bitirelim.