Cuma, Kasım 15, 2024
Makaleler

Osmânlı Devletinin Kurucusu Osmân Bey’in, Oğlu Orhân Bey’e Nasîhati

Dünkü makâlemizde, Şeyh Edebâlî hazretlerinin, dâmâdı Osmân beye yaptığı bir nasîhatten bahsetmiştik.  Bugün de Osmân beyin, oğlu Orhân beye yaptığı nasîhati mevzû-i bahs edeceğiz. Buyuruyor ki:

“Her şeyden önce, dîn işlerini ele al, yürütmekte de aslâ gevşeklik gösterme! Çünkü bir farzın yerine getirilmesini sağlamak, dîn ve devletin kuvvetlenmesine sebep olur.

Dîn gayreti olmayan, eğlenceye düşkün ve tecrübe edilmemiş kimselere iş verme! Çünkü Yaradan’dan korkmayan, yarattıklarından da çekinmez.

Zulümden, İslâmiyet’e aykırı şeylerden son derece uzak dur! Seni zulüm ve bid’ate teşvîk edip sürükleyenleri, devletinden uzaklaştır ki, bunlar seni yıkılışa sürüklemesinler.

Devlet hizmetinde ihlâsla ömrünü tüketen sâdık devlet adamlarını dâimâ gözet. Böyle kıymetli kimselerin vefâtından sonra, âile efrâdını koru, ihtiyâcı olanların da ihtiyâçlarını karşıla, tebeandan hiç kimsenin mâlına-mülküne dokunma!

Hak sâhiplerine haklarını ver, lâyık olanlara ihsân ve ikrâmlarda bulun ve âilelerini de gözet!

Devletin bedeninde kuvvet mesâbesinde olan hakîkî âlimleri ve fazîlet sâhiplerini, edîp ve yazarları, san’at erbâbını gözetip koru. Onlara hürmet, ikrâm ve ihsânda bulun.

Bir ülkede, olgun bir âlimin, bir ârifin, bir velînin bulunduğunu duyarsan, onlara her türlü imkânı tanıyarak ülkene yerleştir ki, hükümetin süresince âlim ve ârifler memleketinde çoğalsın. Dîn ve devlet işleri nizâma oturup ilerlesin.

Sakın, orduna ve zenginliğine mağrûr olma. Benim hâlimden ibret al ki, zayıf, güçsüz bir karınca misâli, hiç lâyık olmadığım hâlde buraya geldim ve Allahü teâlânın nice ihsânlarına kavuştum. Sen de benim uyguladığımı yap!

Bu yüce dînin mensûplarını ve itâat eden diğer tebeanı himâye eyle! Allahü teâlânın hakkını ve kullarının hakkını gözet. Devletin zarûrî ihtiyâçları dışında sarfiyâtta bulunmaktan son derece sakın! Senden sonra geleceklere de aynı şeyi tenbîh eyle. Dâimâ adâlet ve insâf üzerine bulun. Zulme meydân verme. Herhangi bir işe başlayacağın zaman, Allahü teâlânın yardımına sığın! Tebeanı, düşmânların ve zâlimlerin saldırılarından koru. Haksız olarak hiç kimseye muâmelede bulunma. Dâimâ halkını hoşnut edecek şeyleri arayıp, yapılmasını sağla. Onların gönlünü kazanmayı, bunun devâmını büyük ni’met bil! Halkın sana olan güveninin sarsılmamasına son derece dikkat eyle!”

Görüldüğü gibi, burada son derece önemli bazı husûslar dile getirilmiştir.

ÖLÜMÜ HÂTIRLAMANIN FAZÎLETİ

Her müslümân, Cennet ve Cehenneme inanır. Cehennemden kurtulmak, Cennete girmek isteyen akıllı kimsenin ölüme hâzır beklemesi gerekir. Çünkü Peygamber Efendimiz, “Akıllı kimse, kendisini hesâba çekip ölüm için hâzırlanan kimsedir” buyuruyor. Bir şey için hâzırlanmak, onu sık sık hâtırlamakla olur. Hâtırlamak ise, hâtırlatıcı şeylere bakmakla, onları yapmakla mümkündür. Genel olarak bütün insanlar ölümden gâfildirler. Bir âyet-i kerîmede, “Hesâp görme zamanı yaklaşmasına rağmen, insanlar gaflet içinde, bundan yüz çeviriyorlar” buyuruluyor. (Enbiyâ, 1)

Dünyânın faydasız zevklerine aldanan, ölümden habersiz yaşar. Yanında ölümden bahsedilince, nefret eder. Peygamber Efendimiz, “Kim ölümden nefret ederse, Allah da ondan nefret eder” buyuruyor. Allahü teâlâ da, “Kendisinden kaçtığınız ölüme mutlakâ yakalanacaksınız” buyuruyor. (Cuma, 8)

Günâhlardan kaçıp ibâdetlerini yapan kimse, ölümü istemese de, ölümden nefret etmiş sayılmaz. Çünkü o, kusûrlarını telâfî peşindedir. Bir kimseye, sevgilisi hemen gel dese, o kimse de, yıkansa, tıraş olsa, yeni elbiseler giymekle, sevgilisine hediyeler almakla meşgûl olsa, geciktiği için sevgilisine kavuşmaktan nefret etmiş sayılmaz. Ya’nî ölümden hoşlanmamasında ma’zûrdur. Çünkü ölüm için hâzırlık yapmaktadır.

Ebû Süleymân Dârânî hazretleri, sâliha bir hanıma, “Ölümü sever misin?” dedi. O da “Hayır sevmem” dedi. Sebebini sorunca, “Birisine karşı bir kabâhat işlesem, onun yüzüne bakmaya utanırım. Onu görmek istemem. Bu kadar günâh içinde iken, günâhlardan kurtulmadan, nasıl olur da Allahü teâlânın huzûruna çıkmayı sevebilirim?” dedi.

Hazret-i Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî de, Azrâîl aleyhisselâma, “Tez gel, haydi cânımı çabuk al, beni Rabbime hemen kavuştur” demiştir. Öyle ya, seven sevgilisi ile buluşacağı günü hiç hâtırından çıkarır mı, o günün bir ân gelmesini şiddetli şekilde arzû etmez mi? Hattâ ölümün gecikmesine canı sıkılır. Bir ân önce ona kavuşmaya cân atar.