Oruç İbâdetine Dâir Birkaç Kelime
Bu dünyâya gönderilen ilk insan ve ilk Peygamber Âdem aleyhisselâmdan beri oruç tutulurdu. Daha önceki ümmetler de oruç tutarlardı. Meselâ, Davûd aleyhisselâm, birgün oruç tutar, bir gün yerdi. Bir sene böyle devâm ederdi. Nâfile oruçlar arasında, bunun en fazîletli oruç olduğunu, Peygamber Efendimiz haber vermiştir.
Oruç tutmak bize, ya’nî ümmet-i Muhammed’e, hicretten ya’nî Peygamber Efendimizin Mekke-i mükerreme’den Medine-i münevvere’ye hicretinden onsekiz ay sonra, Şa’bân ayının onuncu günü, Bedir gazâsından da bir ay önce farz oldu.
Bilindiği gibi ibâdetler üç kısımdır: 1- Beden ile yapılan ibâdetler (Namaz ve Oruç gibi), 2- Mal ile yapılan ibâdetler (Zekât, Sadaka-i Fıtır ve Kurbân gibi), 3- Hem beden, hem de mal ile yapılan ibâdetler (Hac ve Umre gibi).
İbâdet, Allahü teâlânın râzî olduğu işleri yapmaktır. Allahü teâlânın rızâsı da, yapılmasını kesin olarak emrettiği farzları yerine getirmekte ve yasak ettiği harâmlardan kaçınmaktadır.
“Sahîh-i Buhârî”deki bir hadîs-i şerîfte Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Bir kimse, Ramazân ayında oruç tutmayı farz bilir, ya’nî vazîfe bilir ve orucun sevâbını, Allahü teâlâdan beklerse, geçmiş günâhları affolur.”
Bu hadîs-i şerîften anlaşılıyor ki, orucun Allahın emri olduğuna inanmak ve sevap beklemek lâzımdır. Günün uzun olmasından ve oruç tutmanın güç olmasından şikâyet etmemek şarttır. Hattâ günün uzun olmasını ve oruç tutmayanlar arasında güçlükle oruç tutmayı, fırsat ve ganîmet bilmelidir.
Resûlullah (aleyhis-salâtü ves-selâm), “Ramazân ayı gelince, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır ve şeytânlar bağlanır” buyurmuşlardır.
MÜBÂREK RAMAZÂN AYININ FAZÎLETİ
“Ramazân”, “yanmak” demektir. Çünkü bu ayda oruç tutan ve tevbe edenlerin günâhları yanar, yok olur.
Câbir bin Abdillah hazretlerinin haber verdiği bir hadîs-i şerîfte, Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Allahü teâlâ, benim ümmetime, Ramazân-ı şerîfte beş şey ihsân eder ki, bunları hiçbir Peygambere vermemiştir:
1- Ramazânın birinci gecesi, Allahü teâlâ mü’minlere rahmet eder. Rahmet ile baktığı kuluna hiç azâp etmez.
2- İftâr zamanında, oruçlunun ağız kokusu, Allahü teâlâya, her kokudan daha güzel gelir.
3- Melekler, Ramazânın her gece ve gündüzünde, oruç tutanların affolması için duâ ederler.
4- Allahü teâlâ, oruç tutanlara, âhırette vermek için, Ramazân-ı şerîfte Cennette yer ta’yîn eder.
5- Ramazân-ı şerîfin son günü, oruç tutan mü’minlerin hepsini affeder. Ya’nî Ramazân ayının tamamını oruçlu geçirenleri affeder.”
Ramazân-ı şerîfte, oruç tutmak çok sevâbtır. Özürsüz oruç tutmamak büyük günâhtır. Hadîs-i şerîfte, “Özürsüz, Ramazânda bir gün oruç tutmayan, bunun yerine bütün yıl boyu oruç tutsa, Ramazândaki o bir günkü sevâba kavuşamaz” buyurulmuştur. (Tirmizî)
Ramazân ayında oruç tutmak hakkında birçok hadîs-i şerîf vardır. Bu hadîs-i şerîflerde buyuruluyor ki:
“Ramazân orucunu farz bilip, sevâb bekleyerek oruç tutanın günâhları affolur.” [Buhârî]
“Oruçlu çirkin konuşmasın! Birisi kendisine sataşırsa, “Ben oruçluyum” desin!” [Buhârî]
“Ramazân bereket ayıdır. Allah bu ayda, günâhları bağışlar, duâları kabûl eder. Bu ayın hakkını gözetin! Ancak Cehenneme gidecek olan, bu ayda rahmetten mahrûm kalır.” [Taberânî]
“Ramazân orucu farz, terâvîh namazı ise sünnettir. Bu ayda oruç tutup, gecelerini de ibâdetle geçirenin günâhları affolur.” [Nesâî]
“Ramazân ayında âilenizin nafakasını geniş tutun! Bu ayda yapılan harcama, Allah yolunda yapılan harcama gibi sevâptır.” [İbn-i Ebi’d-dünyâ]
“Oruçlunun susması tesbîh, uykusu ibâdet, duâsı makbûl, ameli de çok sevâbdır.” [Deylemî]
Dînî bir ma’zeret varsa, oruç tutmamak günâh olmaz. Açıktan oruç yiyen, bu aya hürmet etmemiş olur. Namaz kılmayanların da, oruç tutmaları ve harâmlardan kaçınmaları gerekir. Bunların îmânları olduğu anlaşılır ve oruçları da kabûl olur.
ORUÇ TUTMANIN HEM RÛHA, HEM DE BEDENE PEK ÇOK FAYDASI VARDIR
Orucun faydaları pek çoktur. Bir hadîs-i şerîf meâli şöyledir:
“Oruç iç organları inceltir. Eti eritir ve Cehennem ateşinden uzaklaştırır. Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hâtırına, hayâline gelmeyen Allah’ın ni’metleri ancak oruç tutana nasip olur.” [Taberânî]
Orucun diğer ibâdetlere göre sevâbı daha fazladır. Hadîs-i kudside, “Her iyiliğe, on mislinden 700 misline kadar sevap verilir. Fakat oruç bana mahsustur, onun mükâfâtını ben veririm. Çünkü kulum, benim için şehvetini ve yeme içmesini bırakmıştır” buyuruldu. (Buhârî)
Her iyiliğin sevâbını Allahü teâlâ verdiği halde, orucun sevâbı için, “Ben veririm” buyurmasının hikmeti vardır. Yeryüzünün tamamı Allahü teâlânın mülkü olduğu halde, Kâbe’ye “Beytullah” ya’nî “Allah’ın evi” denmesi ona şeref vermek içindir. “Oruç bana mahsûstur” demekle de ona özel bir şeref vermiştir. Oruç tutana verilecek sevâbın muayyen bir ölçüsü yoktur. Oruçlunun durumuna göre, çok sevap verilecektir. Başkaları oruç yerken oruç tutmak daha sevaptır. Hadîs-i şerîfte, “Oruçlunun yanında oruçsuzlar yiyince, melekler, oruçluya dua eder” buyuruldu. (Tirmizî)
Herhangi bir meşrû sebeple nafile oruç tutamayan, şükretmeli; misafirlere, fakirlere yemek yedirmelidir. Hadîs-i şerîfte, “Şükredip yemek yediren, sabredip oruç tutan gibidir” buyuruldu. (Tirmizî)
Orucun vücuda zarar verdiğini söyleyenlere itibar etmemelidir. Çünkü Allahü teâlâ, insanlara zararlı olan bir şeyi emretmez. Tıp uzmanları diyorlar ki: Oruçlu kimselerde adrenalin ve kortizon hormonları kana daha kolaylıkla karışmaktadır. Bu hormonlar, tesirlerini kanserli hücreler üzerinde de göstermektedir. Böylece bu hormonlar kansere karşı bir çeşit kalkan rolünü oynamakta, ya’nî kanser hücrelerinin çoğalmasını önlemektedir. Oruç tutan bünye, adeta bakıma girer, iç organları saran yağlar erir, vücudun zindeliği artar, direnme gücü kazanır, mide, böbrek, şeker, kalb ve karaciğer hastalıklarına karşı mukavemeti artar.
Karaciğer, oruçlu iken, 3-5 saat istirahat eder, gıda depolama işine bir müddet ara vermiş olur. Bu arada, korunma sistemini güçlendirici globülinleri hazırlar. Midedeki kaslar ve salgı ifraz eden hücreler, oruç müddetince birkaç saat dinlenir. Kan hacmi de azaldığı için tansiyon düşerek kalb rahatlar.
Gıda artıkları iyi yakılmayınca, damarları yıpratır. Yakılmayan yağlar, damarları daraltır, damar sertliği denilen rahatsızlığa sebep olur. Akşama doğru vücutta gıda hemen hiç kalmaz. Ya’nî bütün gıdalar yakılmış olur. Bu bakımdan bazı hastalıklara oruç tutmak iyi gelmektedir. Oruçlu iken vücudun diğer organlarında da dinlenme olur. Az yemek ve oruç tutmak vücudun sıhhati için önemlidir. Zekat, malın kiridir. Zekat veren, malını kirden koruduğu gibi, oruç tutan da vücudun zekatını ödemiş, hastalıklardan onu korumuş olur. Peygamber Efendimiz, “Her şeyin bir zekâtı vardır. Vücudun zekâatı ise oruçtur” buyurmuştur. (İbn-i Mâce)
Şükredenlere çok mükâfât verilecektir. Şükür, İslâmiyet’e uymak demektir. İmam-ı Rabbani hazretleri, “Ramazânda nafile ibâdetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu aya saygısızlık edenin, bu ayda günâh işleyenin bütün senesi günâh işlemekle geçer” buyurmaktadır. O halde bilhassa Ramazân ayında günâh işlemekten daha çok sakınmak gerekir. Cuma günü yapılan ibâdetlere de kat kat sevap verilir. Cuma günü işlenen günâhlar da iki kat yazılır. Kıymetli günlerin değerini bilmeye çalışmalıdır.
ORUÇ SÂDECE AÇ DURMAKTAN İBÂRET DEĞİLDİR
Sinir sistemimizin vücuttaki yeri çok mühimdir. Dil sinirleri felç olan konuşamaz. Bacaktaki sinirler felç olursa, insan yürüyemez. Sinirimizin bozulması nispetinde hayatımız, az veya çok tehlike içindedir. Siniri bozuk kimse, huzursuz olur, sabredemez. Cemiyetteki kavgaların, cinayetlerin çoğu sinirli olmaktan, sabredememekten ileri gelmektedir.
“Oruç sabrın, sabır da imanın yarısıdır” hadîs-i şerîfi oruç tutanın sabırlı olduğunu bildirmektedir. (Ebu Nuaym)
Böylece orucun imandan da olduğu görülmektedir. İmanlı olan da, imanının kuvvetine göre suç ve günâh işlemez. Sinirine hakim olur. Her şeyin bir zekatı vardır. Vücudun zekatı ise açlıktır. Oruç tutarak aç kalanın arzuları kırıldığı için sabretmesi kolay olur. Oruç tutan aç durur. Aç durmak iyidir: Aç duranın basireti açılır. Anlayış kabiliyeti artar. Hadîs-i şerîfte, “Aç duranın idraki artar, zekası açılır” ve “Tefekkür, ibâdetin yarısı, az yemek ise tamamıdır” buyurulmuştur. (İ. Gazali)
Çok yiyen çok uyur, çok uyuyanın da ömrü boşa geçmiş olur. Çok yiyen sarhoş gibi olur, dimağı yorgunlaşır. Zekası, zihni dumura uğrar. Açlık, kalbde incelik doğurur. Hadîs-i şerîfte, “Az yiyenin içi nurla dolar ve Allahü teâlâ, az yiyip içen ve bedeni hafif olan mümini sever” buyuruldu. (Deylemî)
Açlıkta arzular kırılır, nefsimiz uysallaşır, serkeşliği kalkar. Çok yemek, gafleti doğurur. Azgın bir atı zaptetmek zor olduğu gibi, çok yedirmekle azan nefsi zaptetmek de zordur. Açlıkla terbiyesi kolaylaşır. Bir hadîs-i şerîf meali şöyledir:
“İnsan kalbi tarladaki ekin, yemek ise yağmur gibidir. Fazla su ekini kuruttuğu gibi, fazla gıda da kalbi öldürür.” [İ. Gazali]
Her zaman tok olan şefkatsiz ve merhametsiz olur. Tok, acın halini bilmez. Çok yiyen sert ve katı kalbli olur. Hadîs-i şerîfte, “Çok yiyip içmekle kalbinizi öldürmeyin!” buyuruldu. (İ. Gazali)
Açlık, günâh işleme arzusunu kırar, kötülük etmeye mani olur. Hadîs-i şerîfte, “Açlık ve susuzlukla nefisle cihad etmek, Allah yolunda cihad gibidir” buyuruldu. (İ. Gazali)
Çok yiyen çok su içer. Çok su içen çok uyur. Çok uyuyanın ömrü uyku ile geçtiği için dünya ve ahiret kazancına mani olur. Demek ki açlık, sinirleri uyanık, zinde tutar. Fazla tokluk ahmaklığa yol açar. Okuduğunu ezberlemesi ve hatırında tutması zor olur. Hadîs-i şerîfte, “Her gün bir defa yemek yemek i’tidâldir” buyuruldu. (Beyhekî)
İki günde üç defa yemek yemenin normal olduğu bildirilmiştir. Hastalıkların çoğu çok yemekten ileri gelir. Hadîs-i şerîfte, “Çok yiyip-içmek hastalıkların başıdır” buyuruldu. (Dârekutnî)
Az yiyenin vücudu sıhhatli olur. Hadîs-i şerîfte, “Oruç tutan sağlıklı olur” buyuruldu. (Taberânî)
Çok yiyende acıma hissi azalır. Arzuları artar, harama dalar. Gayr-i meşrû arzûları harekete geçiren yolları tıkamak gerekir. Açlık, şeytânın yolunu tıkar. Hadîs-i şerîfte, “Şeytân, damardaki kan gibi, vücutta dolaşır, açlık ile yolunu daraltın” buyuruldu. (İhyâ)
Oruç, yalnız aç ve susuz kalmak değildir. Bir hayvânı veya inanmayan bir kimseyi bir odaya hapsedip aç-susuz bırakmakla oruç tutturulmuş olmaz. Orucun, sabır, şükür, nefis terbiyesi gibi diğer ibâdetlerle de irtibâtı vardır. Onun için hadîs-i şerîfte, “Her şeyin bir kapısı vardır. İbadetlerin kapısı ise oruçtur” buyuruldu. (İbn-i Mübârek)
Orucun farzı üçtür. Bunlar: 1- Niyet etmek. 2- Niyeti, ilk ve son vakitleri arasında yapmak. 3- İmsâk vaktinden güneşin batmasına kadar olan zaman içinde, orucu bozan her şeyden sakınmaktır.
Ramazân oruçları ile nafile oruçlara niyetin ilk vakti, güneş battıktan sonra başlar. Son vakti ise, ertesi günü öğleye bir sâat kalıncaya kadardır. Kazâ ve keffâret oruçlarında ise, akşamdan imsâk vaktine kadardır.
Ramazânda oruca niyet ederken, akşamdan imsâk vaktine kadar, “Yarın oruç tutmaya”, imsâktan sonra ise “Bugün oruç tutmaya” denir. Yanılıp yanlış söylense de, oruç tutulacak gün bilindiği için mahzûru olmaz. Ramazânda bir aylık oruca toptan niyet edilmez, her gün ayrı ayrı niyet etmek farzdır.
Gece yatarken yemeği yiyip veya yemek yemeden niyet edilse, sonra gece uyanınca, sahûra kalkınca yemek yemekte mahzûr yoktur. Akşam yemeği yerken niyet etmek iyi olur. Niyetten sonra da, imsâk vaktine kadar yiyip içmekte mahzûr yoktur. Ramazânda, “Yarın dişim ağrımazsa oruç tutarım, ağrırsa tutmam” diye akşamdan niyet edilse, böyle şüpheli niyet ile oruç tutmak sahîh olmaz.